Leonard William King

Babil Mitolojisi


Скачать книгу

kurulan Borsippa’nın günümüzdeki sınırları Birs Nimrud4 höyüğüyle belirlenmiştir. Ayrıca sonraki dönemlerde başkentin kenar mahallelerinden biraz daha büyükçe bir yerleşim yeri olarak da sayılabilirdi. Burada Marduk’la onun oğlu ve vekili olduğu düşünülen Nabu arasındaki yakın ilişkinin izlerini sürebiliriz. Nabu’nun Borsippa’daki tapınağı E-zida ile Marduk’un Babil’deki büyük tapınağı E-sagil’in birbiriyle yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir ve bu iki mabet zamanında ülkedeki en meşhur tapınaklardı.

      Bir başka önemli ilahi varlıksa Nergal’dı. Kütü (ya da Kutha) isimli şehirdeki tapınağı E-shidlam, Kuzey Babil’deki en eski ve en büyük mabetti. Genel karakteri itibarıyla Nergal, savaş tanrısıydı. Şüphesiz yok edici doğasından ve ölümü yayma gücü olduğundan ölülerin tanrısı olarak da görülürdü. Nergal ile Kutha şehri arasındaki ilişki, uzun Babil tarihi boyunca asla kopmamıştır. Ur kentinin ilk krallarından biri olan Dungi, tarihi kayıtlarında bu şehirde Nergal’ın tapınağının inşa edilip daha sonra onarılmasından bahseder. Bundan iki bin yıldan daha uzun bir süre sonra bile Akad Kralı Sargon’un, Samarya’yı sömürgeleştirmek üzere gönderdiği Babilliler arasında Kutha şehrinden bazı kişilerin, harap edilen şehirde gezinen aslanlardan kendilerini koruyacağına inandıkları Nergal’ın bir heykelini yaptıklarını okumaktayız. Nergal’la sonraki dönemlerde yakından ilişkilendirilen bir tanrı da Ninip’ti. İsminin bir yerlerde geçtiğinin varsayılmasının yanı sıra asıl tabiatı da biraz belirsizlik içermektedir. Ne var ki Asur krallarının yönetimi altında tabiatı daha açıkça belirtilmiştir. Asurlu krallar onu savaş ve av tanrısı olarak görmüşler ve kudretli silahlar üretme kabiliyetlerini Nergal ve Ninip’e atfetmişlerdi. Babillilerin fevkalade eserlerinde aldığı önemli konumdan dolayı, görece daha önemli tanrılar arasında Ateş Tanrısı Nusku’dan da bahsedilebilir.

      Babil tanrıçaları tek bir istisna dışında, çok gösterişli varlıklar değillerdir. Ayrıca tabiatları da kesin çizgilerle belirtilmemiş ya da farklı kılınmamıştır. Mevkileri de bir yere kadar Babil’deki kadınların konumuna denk gelmektedir. Babillilerin tanrılarını biçim ve hisleri bakımından oldukça insansı olarak tasavvur ettiklerinden daha önce bahsetmiştik ve tanrılarının eşlerine dair tasarladıkları görüntünün de aynı bakış açısına göre oluşturulmuş olması oldukça doğaldı. Temel işlevleri eşlerinin lütfunu kazanmak ve daha genç bir tanrı neslinin anneleri olmaktan ibaretti. Bazı örneklerde, bağlı oldukları kişiye göre isim aldıklarına dair izlere ulaşabilmekteyiz. Örneğin Anu’nun eşi Anatu ve Bēl’in eşi Bēlit, ilişkilendirildikleri erkek tanrıların tabiatlarının yanı sıra isimleri bakımından da onların dişi emsalleriydiler. Daha geç dönemde adına hitaben söylenen sayısız ilahiye dayanarak çıkarımda bulunacak olursak Ea’nın eşi Damkina, biraz daha önemli bir şahsiyetti. Muhtemelen bu da Marduk’un annesi olmasından kaynaklanıyordu. Öte yandan Marduk’un eşi Zarpanit, değer bakımından eşinden biraz daha düşük bir konumdaydı. Aynı durum Nabu’nun eşi Taşmetu, Ay Tanrısı’nın eşi Ningal, Güneş Tanrısı’nın eşi Ai, Ramman’ın eşi Şala, Ninip’in eşi Gula ve Nergal’ın eşi Laz için de geçerliydi. Aslında Babil’in tanrıçalarının yetkileri vardı, ancak bu yetki eşlerine görece bağımlı sayılırdı. Ayrıca hem ibadet ayinlerinde hem de tanrılar hakkında anlatılan söylencelerle efsanelerde, çok önemsiz ve ikinci derece rolleri vardı.

      Bu genel kuralın tek çarpıcı istisnası tanrıça İştar’dı. Bu tanrıça kendi başına o dönemlerde diğer tanrıçalara ithaf edilen bütün gücü özümsemiş gibi görünmektedir. Sümer tanrıçası Ninni’yle özdeşleştirilmiştir ve Asur yazıtlarında ulusal tanrı Aşur’un eşi olmuştur. Ayrıca “Bēlit” yani “Leydi” olarak adlandırılmış ve bu karakteriyle Bēl’in eşi olarak unvanlar ve imtiyazlar üstlenmiştir. Zamanla “İştar” ismi tanrıçalar için genel bir terim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Dahası İştar, birbirinden tamamen farklı iki karakteri temsil eden iki farklı isimle Babil’de biliniyordu. Ona Anunitu adı verilen Akad’da ve Anunitu’nun Sippar’ı olarak adlandırılan şehirde savaş tanrıçası olarak tapılınıyordu. Bu bakımdan Ay Tanrısı Sin’in ve eşi Ningal’in kızı sayılıyordu. Diğer yandan Frech’teki büyük E-ana tapınağında ona aşk tanrısı olarak tapılıyordu ve Nana’yla özdeşleştirilmişti. Bu bakımdansa Anu ile Anatu’nun kızı olarak görülüyordu. Bu onun daha uysal niteliklerinden biriydi, aşk tanrıçası olarak Dumuzi (ya da Tammuz) ile ilgili efsaneyle ilişkilendirilmiştir. Dumuzi, genç yaşta ölen sevgilisiydi ve onun yeniden canlanması uğruna tanrıça ölüler diyarına inmişti. Erech’te kendi ibadetine bağlı sayısız rahibe ona hizmet ediyordu. Sonraları biçimi Herodot tarafından tanımlanan ve tapınağında uygulanan dini ayinler aşk tanrıçası olarak onun onuruna gerçekleştirilirdi. Asurlular tarafından ona en çok savaş tanrıçası olarak ibadet edilmiştir. Asur’da iki meşhur tapınağı bulunuyordu, biri Ninova’da ve diğeri de Erbil’de olup her iki yerde de savaşçı karakteriyle ona tapınılmıştı.

      Babillilerin tarihinin büyük bir kısmında ortaya çıkan başlıca tanrıların temel özellikleri işte böyleydi. Burada çizilen taslak, her ne kadar dini ve tarihsel yazın bakış açısından elde edilmiş olsa da astroloji ve gökbilimiyle ilgili yazıtlarda tanrılara atfedilen özelliklerle tutarsız değildir. Gezegenlerin büyük tanrıların bazılarıyla özdeşleştirilmesi, muhtemelen ya çok erken dönemlere ait ya da çok ilkel bir gelişme değildi, ancak Babilli tanrılar topluluğu tam anlamıyla oluşturulduktan sonra ortaya çıkmıştı. Bir grup yerel tanrıya ibadet, yerini düzenli bir doğaya tapınma sistemine bıraktığında efsanelerle söylencelerin gelişimi, tanrıların birbirleriyle sürekli ilişki içinde olduklarına dair bir inancı gerekli kılmıştı ve Babilliler için tanrıların özel bir yerde yani göklerde bir arada yaşadıklarını varsaymak pek tuhaf olmamıştı. En erken dönemlerden itibaren Güneş ile Ay sırasıyla Şamaş ve Sin tanrılarının sembolleri olarak görülmüştür. Ayrıca bu iki ışık saçan büyük cismin devinimlerinin, bu tanrılar tarafından yönlendirildiğine inanılıyordu. Sonraki dönemlerde gezegenlerin devinimlerinin, ayrıca sembolleri bu gezegenler olan tanrılar tarafından yönlendirildiği düşünülmüştür. Bu bakımdan Marduk Jüpiter’le, İştar Venüs’le, Ninip Satürn’le, Nergal Mars’la ve Nabu Merkür’le özdeşleşmiştir.5 Daha önce tanrılar topluluğunun başında bulunduklarından bahsettiğimiz büyük tanrılar üçlüsünün üyeleri, bu sürecin dışında bırakılmamış: Bēl ile Ea gökyüzüne nakledilip orada Anu’yla bir arada tutulmuş ve böylece üçlü gökleri kendi aralarında paylaşmışlardır.

      Yukarıdaki taslak içinde sadece ilāni rabūti’den yani Babil’in “büyük tanrıları”ndan bahsedilmiştir, ancak çeşitli güçleri ve etki alanları olan sayısız iblisin ve cinin yanı sıra bu tanrılara kıyasla ikinci sırada gelen bir sürü daha az önemli tanrının da bulunduğunu unutmamak gerekir. Görece önemsiz bu cin grubunun içinde dini yazıtlarda en sık bahsedilen iki grup Anunnaki ile İgigi’dir: sırasıyla “yeryüzü cinleri” ve “gökyüzü cinleri” anlamına gelmektedir. Her bir gruptan genellikle diğer grupla bağlantılı olarak bahsedilir ve büyük tanrıların isteklerini yerine getiren varlıklar olarak tanımlanırlar. Büyülerle ilgili yazınsal metinlerde, insanlara karşı düşmanca davranan iblislerin, hayaletlerin ve cinlerin sayısı bir hayli fazladır ve onların şeytani etkilerinden kaçınmak için büyünün yardımına sığınmak ve güçlü tılsımlar kullanmak gerekmektedir. Böylece onların yıkıcı eylemlerinden, insanları ancak büyük tanrıların yardımı koruyabilmektedir.

      İkinci Bölüm

      Gökyüzü, Yeryüzü ve Cehennem

      Babillilerin