Leonard William King

Babil Mitolojisi


Скачать книгу

ve her bir şehir kendi tanrısına tapınmak ve onun onuruna savaşmaktan memnuniyet duyuyordu. Tanrının kaderi tapınıldığı şehrin kaderine bağlıydı. Tanrının düşüşünün hemen ardından şehir de düşerdi. Birbirinden ayrık bu şehirlerin kademeli olarak birleşip daha büyük eyaletler oluşturmaları, yerel tanrılar arasında bir uyarlamanın yapılmasını da gerekli kılıyordu. Bu tip koalisyonlarda baskın olan şehrin tanrısının, doğal olarak onunla ilişkilendirilen işgal edilmiş ya da bağımlı kılınmış şehirlerin tanrısı üzerinde üstünlüğü oluyordu. Babillilerin tanrılarının bazıları arasındaki ilişkilerin, bu vesileyle ortaya çıktığı düşünülebilir. Yine de bir şehre özgü tanrının, doğanın büyük güçlerinden biriyle ilişkilendirilmesi sürecini ortaya çıkarırken, evrenin özel bir parçasının tanrısı olarak görünmesinin en başından beri doğasından mı kaynaklandığına yoksa bunun sonradan gerçekleşen bir gelişme mi olduğuna karar vermek zordur. Bu gibi sorular bir dizi ilgi çekici sorunu da beraberinde getiriyor. Bunların çoğu Babillilerin erken dönemlerine yönelik eserlerin giderek daha fazla yayımlanmasıyla şüphesiz çözülebilecektir. Eklemeliyim ki her ne biçimde açıklarsak açıklayalım, farklı Babil kentlerinde önemli doğa tanrılarının birçoğuna tapınma, Babil inanç sisteminin en çarpıcı özelliklerinden biridir.

      Babil’in başlıca tanrılarının kabataslak bir şemasını oluştururken kendimizi, Babil kentinin iktidara yükselmesiyle başlayan ve sonraki dönemlerle devam eden süreyle sınırlandırmamız yerinde olacaktır. Babil kentinin başkent olmasından sonra ülkenin farklı kesimleri, tek bir devlet yönetimi altında birleşmiştir. Elbette incelememizi, Sümerlilerin ülkenin hâkimi olduğu ve Samilerin etkilerinin henüz hissedilmediği daha eski dönemlere doğru geriletmek de mümkündür. Her ne kadar Sümerli ilahi varlıklara dair araştırmalar henüz emekleme aşamasında olsa da Nippur, Ur ve Tello’dan elde edilen erken dönem tabletlerinde yazıldıkları haliyle isimlerini çıkarmak ve Asurluların daha sonraki açıklayıcı listelerinin yardımıyla kısmen de olsa Babilliler tarafından benimsenen isimlerin, sembollerin vs. nasıl değiştirildiklerinin izini sürmek mümkün olabilir.3 Ancak böyle bir planı mevcut çalışmanın sınırları içinde takip ederek çoğu hâlâ bir tahmin meselesi olan isimlerle eşlemelerden ibaret bir liste çıkarmaktan pek öteye gidemezdik. Bu yüzden sadece Babil mitolojisinde belirgin bir rol oynayan büyük Sami ilahi varlıklarından bahsetmek ve sırf sonraki karakterlerini tanımladığından dolayı onların Sümerli ilk örneklerine değinmek daha iyi olacaktır.

      Sami döneminde bile Babilli tanrılar topluluğu kayda değer değişiklikler geçirmiştir. Sümerli ilahi varlıkların özümsenmesi aniden oturan bir süreç değildi ve iki sistemin birleşmesi ülkenin her yerinde aynı sonuçları doğurmadı. Üstelik sonraki dönemde, tıpkı önceki dönemlerde olduğu gibi, her şehrin kendi yerel tanrısı bulunuyordu. Tüm şehir onun hizmetine adanır ve tapınağının etrafında geleneklerle söylenceler bir araya getirilip sergilenirdi. Bu gibi yerel geleneklerden herhangi birinin Babil sisteminde kazandığı önem derecesi, geleneğin ortaya çıktığı şehrin siyasi konumu ve etkisiyle orantılıydı. Bu sebeple tanrıların bazılarının konumları ve ilişkileri hakkında çok çeşitli geleneklerle karşılaşmamız pek şaşırtıcı değildir. Bununla beraber ülkenin kademeli olarak birleşmesiyle farklı geleneklerin birçoğu birbiriyle uyumlu hale geldi ve papazlar tarafından açıklandı. Nitekim yerel inançlarla siyasi değişimlerin etkisini dikkate almakla birlikte medeniyetin büyük dini ve efsanevi eserlerinde, konum ve karakterleriyle uyumlu olarak Babil tanrılar topluluğunun kısa bir taslağını çıkarmak mümkündür.

      Etki alanları bütün evreni saran büyük ilahi varlık üçlüsü Anu, Bēl ve Ea tanrılar topluluğunun başına yerleştirilebilir. Anu cennetin tanrısıydı, Bēl yeryüzü ve insanlığın tanrısıydı, Ea ise yeryüzünün altındaki derin suların tanrısıydı. Sümer tarihinin çok erken bir döneminde bu üç ilahi varlığın birbiriyle yakından ilişkili olduğundan bahsediliyor ve Sümer’de onlara verilen isimlerse Anna (Anu), Enlil (Bēl) ve Enki (Ea). İsimlerinin üzerine kazındığı tabletin yazılmasını sağlayan Lugalzagesi, hükümdarlığının kanıtlarına ulaştığımız en eski Sümer krallarından biriydi ve böylece bu büyük tanrı üçlemesinin varlığının izlerini, bildiğimiz tarihin başlangıcına dek sürebilmekteyiz. Daha geç dönemlerde evrenin en büyük tanrıları olan bu üç ilahi varlık arasındaki ilişki sarsılmadan kalmıştır. Üçlünün her bir üyesinin kendine ait bir tapınma merkezi vardı. Bu yüzden Anu’ya, her ne kadar ülkenin diğer kesimlerinde tapınakları olsa da, Uruk’ta hususi bir hürmet duyuluyordu. Şehrin Babil’deki ismi Erek’tir ve Yaratılış efsanesindeki uluslar listesinde Babil’in en eski şehirlerinden biri olduğundan bahsedilir. Sümer tanrısı Enlil daha önce de ifade edildiği üzere Samiler tarafından, Tanrı Bēl olarak tanımlanıyordu. Nippur kentindeki tapınağı Ekur’da Bēl’e tapınmak, halihazırda elde edilen arkaik yazıtlarda kanıtı bulunan en eski yerel inançtı. Üçlünün son üyesi Ea’ya tapınmaysa Babil’in büyük şehirlerinin en güneyinde bulunan Eridu’da başlamıştı. Bu bölge şimdi Şattülarap’ın ağzından yaklaşık seksen kilometre mesafede bulunan Ebu Şahreyn höyüğüyle işaretlenmiş olup mevcut delta oluşmadan önce Babil tarihinin en eski döneminde Basra Körfezi’nin kıyısında konumlanmış olmalı.

      Silindir bir mührün baskı kopyası. Ur kralı Ur-Nammu, (MÖ yaklaşık 2500 yılı) Ay Tanrısı Enzu veya diğer adıyla Sin’in önünde ibadet ediyor. Metinde yazanlar şöyle: “Senin hizmetkârın Khashkhamer, Ishkun-Sin şehrinin yöneticisi, bu mührü senin adına tahsis ediyor, Ur kralı, büyük kahraman Ur-Nammu.” British Museum, Numara 89, 126.

      Bu üç ilahi varlığın dünya çapındaki egemenliğinden sonra, iki ışık tanrısı olan Sin ve Şamaş ile Atmosfer Tanrısı Ramman’dan oluşan ikinci bir tanrı üçlemesi yapılabilir. Ayrıca Nannar adıyla da bilinen Ay Tanrısı Sin’in iki ana tapınma merkezi bulunmaktaydı: Ur’daki E-gish-shir-gal tapınağı (Yüce Işığın Evi) ile Harran’daki E-khul-khul tapınağı (Zevklerin Evi). Bunlardan ilki çok daha eski dönemlere ait bir tapınaktır. Ur kentinde, Ay Tanrısı’na tapınma çok daha antik dönemlerde bile mevcuttu ve hem nüfus hem de ihtişam bakımından başlıca ibadet merkezleri olan Sippar ve Larsa şehirlerinde iki büyük tapınağı olan (iki tapınak da E-babbar, “beyaz saray” ismini taşıyordu) Güneş Tanrısı Şamaş’ı bile gölgede bırakmıştır. Geleneklere göre Şamaş, aslında Ay Tanrısı’nın oğlu olarak görülüyordu ve Güneş’e tapınmanın Ay inancının daha altında bir sıralamaya düşmesi erken dönemlerdeki Babil dininin ilginç bir özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Mitoloji sisteminin bütünüyle geliştiği daha ileriki bir dönemde Güneş Tanrısı daha önemli bir konuma yükselmiştir. Böylece sonraları cennet ile yeryüzünün hâkimi olarak görülmüş ve efsanelerde haksızlık ya da kötülük durumlarında ne yapılması gerektiği onun kararına bağlı olmuştur. Başta gök gürültüsü ve şimşekle özdeşleştirilmesinin yanında Tanrı Ramman genel anlamda hava tanrısıydı; bulutları, sisi ve yağmuru kontrol ederdi. Askeri kuvvetlerinin çarpışmalardaki ilerleyişini Fırtına Tanrısı’nın saldırısına benzetmeyi seven Asur kralları tarafından Ramman’a özellikle hürmet edilirdi.

      Kimilerince “Güneş Tanrısı Tableti” denen tabletten bir sahne. Babil kralı Nabu-apla-iddina (MÖ yaklaşık 900 yılı) Güneş Tanrısı Şamaş’ın huzurunda ibadet ediyor.

      Babil tanrıları topluluğu içinde en önemli ilahi varlık, elbette ki Babil kentinin yerel tanrısı olduğundan kendi şehrinin halkı tarafından en çok saygı duyulan Marduk’tu. Etki alanının bu denli geniş olması Babil kentinin birleşik bir imparatorluk