Leonard William King

Babil Mitolojisi


Скачать книгу

sözlerle muhafaza ettim.

      Altın ve gümüş dolu kapları,

      Tıpkı babamın sevdiği gibi,

      Mezarına yakışan bütün eşyaları

      Saltanatına yaraşır biçimde,

      Güneş Tanrısı’nın huzurunda sergiledim,

      Beni peydahlayan babamın yanına,

      Mezarına bıraktım hepsini.

      Sonra da prensler için,

      Yeryüzünün cinleri için,

      Mezarda yaşayan tanrılar için,

      Hediyeler sundum.

      Buradan, kralın tanrıya ithaf edilen sunağa kaplar dolusu altın ve gümüş koyduğunu ve mezarın girişini mühürledikten sonra kabrin hırsızlar tarafından soyulmasını engellemek üzere güçlü bir büyü okuduğunu çıkarıyoruz. Ayrıca kral, ölüler dünyasının sakinleriyle iblisleri teskin etmek için bağışlarda da bulunuyordu.

      Bu kayıtla ilgili bir başka ilginç noktaysa ölünün bedeninin krallara layık yağ içine konulduğundan bahsetmesidir, çünkü açıkça görülüyor ki yağın cesedin çürümesini engelleyeceği düşünülmektedir. Ayrıca tuz da cesedin muhafaza edilmesi maksadıyla kullanılmış gibi görünmektedir. Asurbanipal, Nabubelşumati’nin düşmanı Asurbanipal’ın eline canlı olarak düşmesinin önüne geçmek için hizmetkârına kendisini öldürttüğünde cesedinin Ummanaldas tarafından tuza konularak Asur’daki kralın huzuruna taşındığından bahsetmektedir.15 Babillilerin tuz ve yağın yanı sıra balı da ölülerini muhafaza etmek için kullandıkları görülüyor. Herodot, Babillilerin ölülerini muhafaza etmek için bala yatırarak gömdüklerinden bahseder ve balın ölüyü muhafaza etmede çok kuvvetli olduğunun kanıtı olarak Mısırlıların da balı bu amaçla kullandıklarını belirtmektedir.16 Dahası Büyük İskender de ölüm döşeğindeyken kendisini bala yatırarak gömmelerini emrettiği kayıtlara geçmiştir ve görünüşe göre emirlerine de uyulmuştur.17 Anlatılara göre Marcellus’lardan biri, Aziz Peter’ın cesedini bolca mür ve baharatla cenaze için hazırladıktan sonra bal dolu “uzun bir sandık” içine yerleştirmişti.

      Gördüğünüz üzere, Babillilerin ölülerine özen gösterdikleri ve cenazeleri için zahmet çektiklerine dair bolca kanıt bulunmaktadır. Bu yüzden Mezopotamya’da gerçekleştirilen sayısız kazı çalışmalarında, görece az sayıda mezarın keşfedilmesi oldukça şaşırtıcıdır. Bulunan mezarlardan bazıları tuğlalardan yapılmış ve tonozlu küçük odalar biçimindeyken, diğerlerinin tuğla altyapısıyla desteklenmiş düz ya da kubbeli çatıları vardır. Bu mezarlara ek olarak kilden lahitler ve ölünün küllerinin saklandığı kavanozlar bulunmuştur. Mezarlarda iskeletlerin yanında genellikle birkaç vazoyla süs eşyası bulunmuştur. Bununla birlikte ne bu mezarlar ne de içindeki eşyalar hakkında hiçbir yazı bulunmadığından, bunların tarihini tahmini olarak bile kestirmek oldukça güçtür. Aslında bazıları hiç tereddüt bile etmeden tarihlerini, antik Babil ve Asur imparatorluklarından çok daha sonraki bir dönem olarak belirlemektedir. Mezarların bu kadar az sayıda olmasının nedenini açıklamak üzere Babillilerin ölülerini yaktıkları öne sürülmüştür, ancak çivi yazılarında bu görüşü destekleyecek tek bir paragraf bile bulunamamıştır. Kraliyet, Prusya Müzesi’nin 1886 kışı ile sonraki yılın baharında bir keşif heyeti gönderdiği ve heyetin Sorgul ile El Hiba’da gerçekleştirdiği kazılardan sonra Babillilerin ölülerini yaktıklarına dair kesin kanıt elde ettiklerini düşündükleri doğrudur.18 Öte yandan kazdıkları kabirlerin, Babil İmparatorluğu’nun yıkılmasını takip eden bir döneme ait olduğu o zamandan beri öne sürülmektedir. Diğer yandan yakılmış insan kalıntılarının yarı yanmış görünüşü, cesetlerin cenaze amaçlı yakılmayıp yangında kazara yanmış olduğuna işaret etmektedir. Bulunan az sayıda mezar da buna açıklık getirebilir. Tereddüt etmeden Babillierle Asurluların tarihlerinin büyük bir kısmında cesetlerini yakmak yerine gömme alışkanlığında olduğuna güvenle inanabiliriz. Cenaze töreni gerçekleştirme ve kabrin başında sunulan adakların, ölmüş kişinin akıbetini iyileştirdiğine inandıklarını düşünmekte ve muhtemelen ölünün yararına olacak tüm ayinleri gerçekleştirmede genelde titiz olduklarını düşünmeye de hakkımız vardır.

      Üçüncü Bölüm

      Yaratılma Efsaneleri

      Arkalarında herhangi bir kalıntı veyahut yazılı eser bırakan medeniyetler, dünyanın oluşumu hakkında birtakım teoriler geliştirmişlerdir. Kozmogoni olarak da isimlendirilen bu gibi teoriler, genellikle efsaneler ya da hikâyeler biçiminde dile getirilmiştir ve biz bu efsanelerin yalnızca daha geç dönemlerdeki son halini almış metinlerini bulsak da kökenlerinin oldukça eski dönemlere uzandığı farz edilmektedir. Şayet günümüzde az gelişmiş ırklar hakkında gerçekleştirilmiş çalışmalar ve gözlemleri göz önüne alarak bir değerlendirme yapacak olursak ilkel insanın doğasında, “efsane yaratıcılığı” özelliğinin olduğu sonucuna varabiliriz. Bu insanlar, doğadaki her bir nesnenin ve gücün kendisine benzer bir karakteri ve iradesi olduğuna inandığından, etrafındaki dünyada gerçekleştiğine tanık olduğu değişiklikleri de efsaneler ve hikâyeler yoluyla açıklayacaktır. Bu değişikliklerin nedenlerini, kendi eylemlerini kontrol edenlere benzeyen ve doğal dünyayı canlandırıyor gibi görünen gizemli varlıklara yükleyecektir. İlkel insan, gelişimindeki daha olgun bir döneme gelindiğinde gündüz ile gecenin birbirini izlemesi, yıldızların hareketleri ve mevsimlerin düzenli aralıklarla tekrarlanması gibi doğanın çeşitli hareketleri arasında bir bağ ya da ilişki olduğunu algılamaya başlamıştır. Tüm bunlar, dünyanın yaratılışında bir tür düzenin ya da sistemin varlığına işaret ediyor gibi görünmektedir ve efsane benzeri şeylerin nedenini ararken, zaman içinde bir kozmogoni ya da yaratım hikâyesi geliştirecektir. Babil ve Asur’da, tarihin daha geç dönemlerinde buna benzer en az iki hikâyenin yaygın olduğuna dair elimizde kanıtlar bulunmaktadır.

      Babil’de yaklaşık MÖ üç yüzlü yıllarda anlatıldığı haliyle dünyanın yaratılma hikâyesinin, Berossus’un yazdığı tarihi kayıtlardan bizlere kadar ulaşan bölümlerinden oluşan kısa bir taslağını biliyoruz. Berossus, Kaldea’lı bir keşişti ve MÖ dördüncü yüzyılın sonu ile üçüncü yüzyılın başlarında Babil’deki Bēl tapınağında hizmet etmişti. Dünyanın yaratılmasından başlayıp yaşadığı döneme kadar uzanan bir Babil tarihçesi yazmıştı ve Yunancaya tercüme ettiği bu çalışması kaybolmuş olsa da tarihçesinden yapılan alıntılar, ondan sonra gelen yazarların kitaplarında muhafaza edilmiştir. Örneğin Berossus’un yaratılma tanımını, Alexander Polyhistor kopyalamıştı ve Eusebios ise Kilise Tarihi

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне