kaynağı, görülmeye değer yeni bir şeydi. Larry’yle uluslardan ve ırklardan konuşurken, Amerikalıların dünyadaki en iyi görünümlü ve iyi giyimli insanlar olduğunu söylerdim. Sanırım o gece restoranda toplanmış insanların alışılmadık gösterişini izlerken o da buna ikna olmuştu. Işıklar, müzik, kadın kıyafetlerinin çeşitliliği ve zenginliği, kesinlikle yabancı oldukları anlaşılan yüzler, dünyanın harap ve kasvetli yerlerindeki güçlükleri kanıksamış duyularımızın üzerine bir hoş geldin büyüsü serper gibiydi.
“Anlat bakalım şimdi,” dedim. “Cinayet mi işledin? Vatana ihanet türünden bir suç mu?”
“Galway’de arazi sahipleri arasındaki bir kavgaya karıştım ve bir polisi dövdüm. Kavganın gazetelerde ortalığı karıştırmasına bakarak sağlam dövdüm diyebilirim. Birkaç hafta ortalıkta görünmedim. Queenstown’da bir gemi yakaladım ve işte buradayım. Prangaya vurulmadan Çimen’e dönebilmenin bir yolunu bulmayı bekliyorum.”
“Kesinlikle asılmak için doğmuşsun Larry. Amerika’da kalsan daha iyi. Burada her yerdekinden daha geniş bir alan var. Ayrıca Amerika’da birini kaçırıp öldürmek o kadar da kolay değil.”
“Değildir muhtemelen ama yine de tam manasıyla huzurlu değil,” dedi çatalına bir parça yaladerma1 alarak. “Çaktırmadan sağındaki süslü centilmene baksana. Saat dört yönündeki masada, pembeli hanımefendinin yanında. O adamın İngiltere konsolosu olduğunu öğrenmek ilgini çekebilir.”
“İlginç ama önemi yok. Bir an bile sanma ki…”
“Bana baktığını mı sanmayayım? Asla. Ama notlarında adımın olduğuna şüphe yok. Burada beni takip eden dedektif epey sıkıcı. Bu sabah bankada seninle konuşurken izimi kaybetti. Sonra bir saat boyunca ben onun peşinden gittim ve beni İngiltere konsolosunun ofisine götürdü. Teşekkür ederim, başka balık istemiyorum. Neyse, keyfini çıkaralım. Asılmak için doğmadım. Siyasi bir muhalif olduğum için beni ele geçirirse sürgün edilebilir miyim, ondan da şüpheliyim.”
İnce, bakımlı parmaklarının arasında tuttuğu kadehindeki baloncukları dalgın dalgın izledi.
“Sen şimdi ne yapıyorsun, gelecekte ne yapacaksın, anlat biraz,” dedi.
Büyükbaba Glenarm’ın mirasıyla ilgili hikâyeyi olabildiğince kısa bir özet halinde anlattım, zira kısa anlatımlar arkadaşlığımızın belirlenmiş yasalarından biriydi.
“Yani bir yıl boyunca ellerini bağlayıp hiçbir şey yapmadan bekleyeceksin, öyle mi? Bana acayip çekici geldi doğrusu. Para olmasa da yapardım.”
“Ama bir şeyler yapmaya niyetliyim. Eğer içimde bir parça iyilik varsa, büyükbabamın anısı için iyi bir şeyler yapmaya mecburum.”
“Bu aşırı duygusallık tam senlik Glenarm,” dedi dalga geçer gibi. “Ne gördün, bir hayalet mi?”
Birkaç adım ötede bir anda Arthur Pickering’i görünce hafifçe irkilmiş olmalıydım. Altı yedi kişilik bir grup ayağa kalmıştı ve Pickering, bir kızla birlikte kısa bir süreliğine diğerlerinden ayrıldı.
Genç bir kızdı. Pickering’in masasındaki en genç insandı. Pickering’in heybetli görüntüsünün yanında, bu genç kızın boyu ve dış hatlarındaki kadınsılığın altı çiziliyordu sanki. Boynundaki ve bileklerindeki beyaz çizgiler dışında siyahlar içindeydi. Partideki diğer kadınların gösterişiyle ciddi bir zıtlık oluşturuyordu. Yelpazesini düşürünce Pickering eğilip aldı. Genç kadın beklerken ilgisizce bana doğru döndü ve bir an için göz göze geldik. Büyük ihtimalle Pickering’in kız kardeşiydi. Kafamda Pickering’in gençlik yıllarından tanıdığım ailesini yeniden hatırlamaya çalıştım ama karşımdaki kadını bir yere oturtamadım. Kadın Pickering’in önünden geçip giderken gözlerimle onu takip ettim. Dimdik bir duruş. Özgür ve zarif. Ama çekici bir onur ve letafet de vardı duruşunda. Sarı saçları, siyah şapkasının altında parıldıyordu.
Tamamen bana çevirdiği gözleri hayatta gördüğüm en hüzünlü, en güzel gözlerdi ve o şaşaalı, kalabalık odada bile büyüsünü hissettirdi. Hafızama kalıcı bir şekilde nakşolundu. Hüzünlü, hülyalı ve arzulu. Kendimi kaptırınca Larry’yi unuttum.
“Haksız avantaj elde ediyorsun,” dedi sessizce. “Arkadaşın mı?”
“En baştaki iri adam, arkadaşım Pickering,” diye yanıtladım. Larry başını hafifçe çevirdi.
“Evet, sanırım kadınlara bakmıyordun,” dedi kuru bir sesle. “Kiminle ilgilendiğini anlayamadığım için üzgünüm. Ah! Şu adamlar!”
Olabildiğince umursamaz bir kahkaha attım ama zihnimde çoktan siyahlı kızın ciddi yüzünü hatırlamaya çalışıyordum. O hüzünlü gözleri ve sarı saçlarındaki ışıltı. Pickering’in şu fani dünyada hoş yerler bulduğu kesindi. Kalbimin ona karşı öfkeyle yandığını hissettim. Hiç sevmediğiniz birinin sizin başarısız olduğunuz konularda başarılı olduğunu görmek insanın canını yakıyor.
“Neden beni tanıştırmadın? Birkaç Amerikalıyla arkadaşlık kurmak isterim. Bana kefil olmaları konusunda ihtiyaç duyabilirim onlara.”
“Öncelikle Pickering beni görmedi. İkincisi de görse bile o sana da bana da kefil olmaz. Farklı bir yaradılışı vardır.”
Larry alaycı alaycı gülümsedi.
“Daha fazla açıklamana gerek yok. Kadını görmek seni sarstı. Bana Tennyson’ı çağrıştırdı. ‘Ölümsüz gözlerin yıldızvari acıları…’ Gerisi de senin için ciddi bir uyarı içermeli. (…) çoğu ‘kılıçlarını çekti ve öldü.’ Ardından felaketler sürükledi kadın. Ah! Şu kadınlar! Tüm bunları ardında bıraktığını düşünüyordum!”
“Bir erkek yirmi yedi yaşında bunları neden geride bıraksın ki? Hem Pickering’in arkadaşlarına yabancıyım. Peki senin aklını başından alan şu İrlandalı kıza ne oldu? Fotoğrafından hatırladığım kadarıyla ayırt edici özelliği ince üst dudağıydı. Afrika’dayken fotoğrafı burnuma dayayıp duruyordun.”
“Peh! Dublin’e döndüğümde kızın biracının oğluyla evlendiğini öğrendim. Düşünsene!”
“Asla ince bir üst dudağa güvenme! Yüzü bende hiçbir zaman güven uyandırmamıştı.”
“Aklımda tutarım, sağ ol. Garson hâlâ hayattaysa biraz daha mayonez alacağım. Büyükbabanın haziranda öldüğünü söylemiştin sanırım. Sana durumu bildiren mektup ekimde, Napoli’de eline ulaşmıştı. Sence de arada fazla bir zaman yok mu? Vasinin onca zaman neyle meşgul olduğunu sorabilir miyim? Çil çil altınların peşine düşme fırsatını kullandığından emin olabilirsin. Sana haberi sıcağı sıcağına ulaştıracak bir telgraf göndermediği için ona çıkışmadığını sanıyorum.”
Aptallığım için beni küçümseyerek baktı ki hayatım boyunca başka kimsenin böyle bir bakışına maruz kalmamıştım.
“Yani, doğrusunu söylemek gerekirse hayır. Görüşme sırasında aklımda başka şeyler vardı.”
“Büyükbaban senin için bir koruyucu atamalıydı, delikanlı. Para konusunda sana güvenilmez. O şişe bitti mi? Eğer şu kalın enseli herif arkadaşın Pickering’se, ben olsam gözümü dört açardım. Bay Pickering’in ihtiyar beyefendinin paralarını ortadan kaldırmadığından ya da ondan bana gelirken kaybolmadığından kesinlikle emin olurdum.”
“Süre başladı. Bir yılım var. Büyükbabam iyi bir ihtiyardı