Meredith Nicholson

Bin mumlu ev


Скачать книгу

sakin düşünüyorum biraz!” diye ağır, alaycı bir cevap geldi.

      Suyun ilerisinde küreğin suya daldığını ve kanonun hareket ettiğini duydum. Bir anlığına belli belirsiz bir figür görür gibi oldum. Sonra yok oldu. Göl çevresindeki koruluk bilinmez bir dünyaydı. Kano, rüya teknesi. Ses bir kez daha yükseldi:

      “İyi geceler, neşeli beyefendiler!”

      “Bir hanımefendiydi, efendim,” dedi Bates, bir süre sessizce bekledikten sonra.

      “Ne kadar da zekisin!” diye çıkıştım. “Sanırım burada hanımlar geceleri sinsice dolaşmaya çıkıp ördeklere ya da insanların evlerine ateş ediyorlar.”

      “Oldukça muhtemel görünüyor, efendim.”

      Onu göle atmak hoşuma giderdi ama feneri yanında sallayarak ilerlemeye başlamıştı bile. Peşine takılarak ağaçların arasından eve doğru ilerlemeye başladım.

      Büyük kütüphanenin hoş etkisi ruhumu hızla sardı. Şöminedeki ateşi karıştırıp canlandırdım ve onca yürüyüşün yorgunluğuyla önüne oturdum. Gelişimi dikkat çekici kılan olay beni şaşırtmış, kafamı karıştırmıştı. Küçük yemek odasında başımı az bir farkla ıskalayan merminin, kötü niyet taşımayan serseri bir kurşun olma ihtimali vardı gerçekten. Ama atışın gölün oradan yapıldığı düşüncesini hemen eledim. Bir kere camı güçlü bir şekilde delip geçmişti. Üstelik bir tüfek mermisi bile olsa o yoğun ağaçların arasından hiçbir engele takılmadan eve kadar ulaşması akla hayale sığmazdı. Birilerinin bana rasgele ateş açtığı düşüncesinden kurtulmakta güçlük çekiyordum.

      Kadının gölden gelen alaycı sesi de kafamı karıştırıyordu. İnsanın kırsalda yaşayan bir kızdan duymayı bekleyeceği bir ses değildi. Ayrıca ateş ve lamba güvencesinde olmayı akla getirecek denli serin bir ekim akşamında, gölde bir kadının oluşu herhangi bir getir götür işiyle açıklanabilecek gibi değildi. Suyun karşısından gelen o son haykırışta insanı rahatsız eden bir şey vardı. Kulaklarımda tekrar tekrar yankılanıyordu. Niteliğin, terbiyenin ve cazibenin sesiydi.

      “İyi geceler, neşeli beyefendiler!”

      Indiana’daki köylülerin, ister genç ister yaşlı olsun, ister er-kek ister kadın olsun, böyle yumuşak bir selamlama usulü olduğunu sanmıyordum.

      Bates tekrar belirdi.

      “Affınızı rica ederim efendim, ancak dinlenmek isterseniz odanız hazır.”

      Bir saat bulma umuduyla etrafa bakındım.

      “Evde vakti gösteren bir şey yok, Bay Glenarm. Büyükbabanız onlara çok karşıydı. Saatlerin, kendi deyimiyle, aylaklığa yol açtığına dair bir teorisi vardı. Bir insanın kendi hislerine göre çalışması gerektiğini düşünürdü efendim, saatlere göre değil. Bir varlık, diğerinden müşkülpesent olabilir derdi.”

      Saatimi çıkarırken gülümsedi. Hem Bates’in ciddi tonlamaları hem de büyükbabamdan alıntı yaparken yüzünün aldığı katı ifadeydi sebep. Ama bu adam beni şaşırtıyor ve kızdırıyordu. Mütevazı siyah elbiseleri, güzelce taranmış saçları, tıraşlı yüzü içimde bir düşmanlık uyandırıyordu.

      “Bates, eğer o silahı pencereden içeri sen ateşlemediysen, kim yaptı? Bunun cevabını verebilir misin bana?”

      “Evet, efendim. Ben yapmadıysam kimin yaptığı oldukça önemli bir soru. Bunu öğreneceğim, efendim.”

      Adama baktım. Bakışlarıma gözünü bile kırpmadan karşılık verdi. Sesinde de duruşunda da hiçbir küstahlık emaresi yoktu.

      Devam etti:

      “Ben yapmadım, efendim. Yemekhane camının kırıldığını duyduğumda kilerdeydim. Merminin dışarıdan geldiğini söyleyebilirim, efendim.”

      Bates için gerçekler ve sonuçlar şüphe götürmezdi. Suçu ona yıkma çabamda pek de güvenilir biçimde aklanmadığımı hissettim. Ona söylediğim çirkin sözler, en hafif tabiriyle, patavatsızca olmuştu ve şimdi de başka bir hücum hattı deniyordum.

      “Elbette, Bates, sadece takılıyordum sana. Peki bu konuyla ilgili senin teorin nedir?”

      “Bir teorim yok, efendim. Bay Glenarm beni teorilere karşı hep uyarırdı. İzniniz olursa, derdi ki, kurguya yatkın zihinlerde büyük bir tehlike yatarmış.”

      Adam hafif bir İrlanda aksanıyla konuşuyordu ki bu da beni şaşırtmıştı. Konuşma tuhaflıkları her zaman ilgimi çekmiştir. İrlandalı hizmetçi sınıfının şivesi değildi bu. İngiltere doğumlu olan Larry Donovan, zaman zaman Bates’in bu yumuşak ve akıcı tonlamalarından tamamen farklı olan abartılı bir İrlanda aksanı kullanırdı. Ama bu adamda konuşmasından başka, beni şaşırtan çok şey vardı.

      “Kanodaki kişi? Ona ne diyorsun?” diye sordum.

      “Bir şey demiyorum, efendim. Bu topraklarda hiçbir kadın, hatta bizim dışımızda hiç kimse yoktur.”

      “Ama komşular var. Çiftçiler, göl kıyısında yaşayan insanlar olmalı.”

      “Çok az, efendim. Batı duvarınızın biraz ilerisinde de bir okul var.”

      Mülk sahibi oluşuma yaptığı hafif gönderme, kendi deyimiyle benim duvarımdan bahsedişi beni memnun etti.

      “Ah, evet. Bir okul. Kız okulu? Evet, Bay Pickering bahsetmişti. Ama kızlar bu mevsimde, gecenin bu saatinde gölde kürek çekmez, ördek avlamaz, ne dersin Bates?”

      “Onların ateş ettiğini sanmıyorum, Bay Glenarm. Her açıdan oldukça sıkı bir okul olduğunu tahmin ediyorum, efendim.”

      “Peki öğretmenleri? Hepsi kadın mı?”

      “Yanılmıyorsam kendilerine St. Agatha Rahibeleri diyorlar. Bazen onları yürüyüş yaparken görürüm. Oldukça sessiz komşulardır ve yazın Rahibe Theresa dışındakiler burada bulunmaz. Okul onun evidir, efendim. Duvarın yakınlarında bir de küçük bir şapel var. Genç papaz orada yaşar ve onun dışındaki tek erkek de bahçıvandır.”

      Demek kapı komşularım Protestan rahibeler ve okul kızlarıydı. Araya bir de papaz ve bahçıvan karışmıştı. Yine de papaz sosyalleşmek için faydalı olabilirdi. Büyükbabamın vasiyetinde bir din adamıyla ahbaplık kurmamı engelleyecek bir madde yoktu. Hatta bana kalırsa oyunun bir parçasıydı bu da: Yapılacak başka hiçbir şey olmadığından ruhum bir taşra papazı tarafından gözlenecekti. Böylelikle ben de dikkatimi mimari çalışmalarına yöneltecektim. Gardiyanım ve kâhya Bates özenle sakalını sıvazlıyordu.

      “Bana hücremi göster,” dedim kalkarak. “Yatayım.”

      Bir yerlerden büyük, pirinç bir şamdan çıkardı. Üzerinde bir düzine mum vardı.

      “Bu Bay Glenarm’ın alışkanlığıydı. Yatağa giderken hep bunu kullanırdı. Eminim sizin de kullanmanızı isterdi, efendim,” diye açıkladı.

      Adamın sesinde bir titreme duyar gibi oldum. Büyükbabamın anısı onun için önemliydi. Düşündüm ve onun için üzüldüm.

      “Ne kadar zamandır Bay Glenarm’la birlikteydin, Bates?” diye sordum koridorda peşinden ilerlerken.

      “Beş yıl, efendim. Siz yurtdışına gittiğiniz yıl bana iş verdi. Bu konudan bahsedişini çok iyi hatırlıyorum. Size büyük bir hayranlık duyuyordu, efendim.”

      Elinde bir yığın mumu taşıyarak geniş basamaklardan bana yol gösterdi.

      Üst kattaki giriş de bütün evin genel havasını yansıtıyordu ama burada duvarlar beyazdı ve göz yoruyordu. Zemine gelişigüzel bırakılmış tahtalar vardı ve gevşek tahtalar