Henry Edward Watts

Cervantes'in hayatı


Скачать книгу

atılan ve Cervantes’in Kardinal’in hizmetine girmesini sağlayan şeyin Kilise’ye olan büyük sevgisi olduğunu iddia eden teoridir. Cervantes 1569’un Aralık ayında Acquaviva trenine binerek Madrid’ten ayrıldı. Artık yirmi üç yaşındaydı ve Fransa’nın güneyinden geçerek Roma’ya gidiyordu. Cervantes Roma’da sadece birkaç ay kaldı. Orduların silahlarının tıngırtıları ve savaş söylentileri dört bir yana yayılıyordu. Osmanlılara karşı yeni bir Haçlı Seferi hazırlığı yapılıyordu. Papa (V. Pius), İspanya ve Venedik hükümetlerini fikir ayrılıklarını bir kenara bırakıp deniz kuvvetleri Hıristiyanlık dünyasını tehdit eden Sultan’a karşı kutsal bir birlik oluşturmaya ikna etmişti. Silahlanma çağrısı, Cervantes’in karakterindeki bir genç için karşı koyulmazdı. 1570 yılında Kardinal’in yanındaki pozisyonundan istifa edip Don Miguel de Moncada komutasındaki İspanyol kara birliklerine katıldı. Bölüğü o sırada Kral Philip’in papaya ödünç verdiği takviye kuvvetlerle Roma’daydı. Tercio de Moncada, o dönem Avrupa’nın önde gelen askeri güçlerinden olan İspanyol kara birliklerinin en seçkin bölüklerinden biriydi. İyi ailelerden gelen genç erkekler dışında kimseyi kabul etmiyorlardı, çünkü bu bölükte hizmet etmek bile başlı başına bir onurdu. 1570 yılının yazında Moncada’nın bölüğü İspanyol takviye kuvvetleriyle birlikte Napoli’ye çağırıldı. Napoli’de Osmanlılara saldırmaya hazırlanan büyük bir donanmaya katılacaklardı. Cervantes Napoli’de “sokaklarda bir yıldan fazla gezdiğini” söylüyor. Kutsal birliğin toplanması biraz zaman aldı ve toplanmayı başardığında bile Hıristiyan ülkelerin her birinin temsilcilerini barındırdığı söylenemezdi. İmparator ve Fransa Kralı katılmayı reddetmekle kalmamış, düşmana gizlice bilgi de vermişlerdi. Papanın çağrısına yalnızca İspanya ve Venedik cevap verdi ve bu iki ülke denizde müttefikten çok düşman gibi davrandı. Bir süre sonra 20 Mayıs 1571 tarihinde bir ateşkes imzalandı. Ağustos ayında müttefik donanması, amiral olarak görev yapan Avusturyalı Don Juan’ın komutası altında Messina limanında toplandı. Don Juan Napoli’den gelirken yanında İspanyolları da getirmişti. Kara birlikleri gemilere dağıtılmıştı. Miguel de Cervantes, bölüğünün bir kısmıyla birlikte Doria’nın şahsi gemilerinden İspanyol hükümetine kiralanmış Marquesa’ya atandı. Don Juan 16 Eylül günü tüm kuvvetlerini denize indirdi, donanma iki yüzden fazla kadırgadan oluşuyordu. Ayrıca yirmi dört yelkenli ve 26.000 asker vardı. Daha önce Hıristiyan bayrağı altında hiç bu kadar güçlü bir donanma toplanmamıştı.

      Osmanlıların deniz kıyısındaki gücünü azaltmadığı halde denizdeki üstünlüğünü sonsuza kadar yok etmeyi başaran Lepanto Muharebesi10 7 Ekim 1571’de yapıldı. Savaşa katılan bölükler ve zaferin kısa dönemdeki sonuçları göz önüne alındığında o güne kadar yapılan en büyük deniz muharebelerinden biri olduğu görülse de savaşın gidişatı üzerinde pek fark yaratamadı. Venedikliler ve İspanyolların birbirlerine karşı duydukları kıskançlığın Osmanlılara karşı öfkelerinden kuvvetli olması, komutanlar arasındaki uyuşmazlıklar, belki de bütün nadir askerlik özelliklerine rağmen bu kadar büyük ve dağınık bir donanmayı yönetemeyecek kadar genç ve deneyimsiz olan amiralin komutası, son olarak da Osmanlı denizciliğinin üstünlüğü ve amirallerinin harika stratejileri birleşerek kazananların kuru zafer şanından başka bir şey elde edememelerine yol açtı. Yine de büyük bir çarpışma, katılan herkes için oldukça şanlı bir çatışmaydı. Cervantes’in gemisi Marquesa, Hıristiyan donanmasının sol kanadını oluşturan Venedikli provedditore Agostino Barbarigo’nun komutasındaydı. Silah arkadaşlarının ifadelerine göre, 7 Ekim sabahı Cervantes Napoli’de ateşlenmesine rağmen, hasta ve güçsüz olsa da savaşa katılmasına izin verilmesi için ısrarcı oldu. Emrine verilen on iki askerle birlikte uzun kayığın (esquife) kıç güvertesine yerleştirildi. Barbarigo’nun komutasındaki sol kanat, Osmanlıların sağ kanadına karşı büyük bir zafer kazandı ve tüm kayıtlara göre Marquesa savaşta büyük bir rol oynadı. Karşı karşıya geldiği rakipler arasında İskenderiye Paşası’nın kraliyet armasını taşıyan kadırgası da vardı. Bu gemi, çıkartma yapılarak ele geçirildi. Cervantes güverteye ilk atlayanlar arasındaydı, savaş sırasında ateşlenen silahlar üç kere göğsüne, bir kere de sol eline isabet etti. Neyse ki kahramanımızın o günkü davranışları hakkında günümüze ulaşan detaylı bir belge oldu. Marquesa’nın güvertesinde onun yanında savaşan Mateo Santisteban, 1578 yılında kralın alcalde11’si önünde ifade verdi (Miguel’in babası Rodrigo de Cervantes’in kraldan istediği para yardımına destek için çağırılmıştı). Savaş başlarken silah arkadaşlarıyla birlikte, ateşten dolayı güçsüz olduğu için Cervantes’in kamarada kalmasını söylediklerini, fakat Cervantes’in bunu yapmanın görevini yerine getirmemek olacağını, güvende kalmak için saklanmaktansa Tanrı ve kralı adına savaşırken ölmeyi yeğleyeceğini söylediğini; Cervantes’in esquife’teki yerinde, diğer askerlerle birlikte cesurca savaşmaya devam ettiğini bizzat gördüğünü söyledi. Bu ifade Cervantes’in silah arkadaşlarından Gabriel de Castañeda tarafından da doğrulanmıştır. Cervantes, Mateo Vasquez’e yazdığı şiirsel mektupta savaşın canlı bir tasvirini sunmaktadır. Merhum arkadaşım Bay J. Y. Gibson’ın duygulu versiyonundan alıntı yapıyorum; çünkü orijinal metin de (1863 yılında keşfedilmiştir) çevirisi de hak ettiği kadar bilinmemektedir:

      “Güvenilmez Kader’in kem gözlerini

      Düşman donanmasına doğrulttuğu o mutlu günde,

      Bize gülümseyip şans bahşettiği,

      Korkuyla karışık yüce bir cesaret uyandırdığı gün içimizde,

      Dehşet verici savaşın ortasında durdum,

      Zırhımdan daha güçlüydü umudum.

      Parçalanan geminin sel gibi eridiğini,

      Yaşlı Neptün’ün göğsünde binlerce delik açıldığını

      Hıristiyan ile kâfir kanıyla kırmızıya boyandığını;

      Ölümün zalim hevesle esip gürlediğini

      Kalabalıkları oraya buraya sürüklediğini

      İşkence çektirdiğini ya da hızla huzura erdirdiğini gördüm;

      Çığlıklar karışmış, silah gürültüleri korkunçtu,

      Çaresizler kıvranıyordu acı içinde,

      Son nefesleri su ile ateşin arasında alınıyordu;

      Derin iç çekişler, yüksek, sağır edici iniltiler

      Yükseliyordu her yaralı göğüsten,

      Lanetliyorlardı acı, zalim kaderlerini;

      Damarlarında kalan kan bıraktı akmayı,

      Uzaktan ve yakından yankılanan,

      Zaferimizin şarkısını söyleyen borazanlar seslerini bastırırken;

      Muzaffer sesler yankılandı yüksek ve gür,

      İsli havayı yarıp geçti neşeli bir sel,

      Kulaktan kulağa söylendi, Hıristiyanlarındı zafer!

      O tatlı anda, talihsiz ben,

      Bir elim kılıcımda,

      Diğeri kanlar içinde durdum;

      Zalim bir darbe göğsümü yaralamıştı

      Derin, kapanmaz bir yara, sol elim ise

      Ezilmiş, parçalanmıştı,

      Tüm doktorların düzeltebileceğinin