Henry Edward Watts

Cervantes'in hayatı


Скачать книгу

Fakat hayatının en büyük onurunu (Lepanto zaferindeki rolünü) unutmak ya da ona gereken önemi vermemek bu büyük yazarın anısına saygısızlık olurdu. Hayatının sonraki dönemlerinde bu savaşta aldığı yaraları, sahip olduğu en değerli lütuflar olarak görmüştü. Art niyetli gizli saldırganı Avellaneda’ya cevabında, zaferde hiçbir rol oynamadan sağlam kalacağına yaralarını ve acılarını yüklenmeyi yeğleyeceğini söylemiştir. Sol elini “sağ eli daha şanlı olsun diye” kaybetmiştir12.

      Cervantes’in savaşta verdiği hizmet (her ne kadar bu hizmet sıradan bir asker seviyesine indirgenmiş olsa da), yirmi bin kişiden sadece biri olduğunu düşündüğümüzde oldukça kayda değer bir hal almaktadır.

      Aylık maaşına altı altın zam yapıldı. Hasta ve yaralıların götürüldüğü ve uzun bir süre kaldığı Messina’daki hastanede bizzat Don John tarafından ziyaret edilmişti. Göğsündeki ve elindeki yaraların iki yıl boyunca ona acı çektirdiğini kendi sözlerinden biliyoruz. Tunus’ta, Don John’un komutası altında La Goleta’yı ele geçirmek için savaşırken elinden “halen kan damlıyordu”. “Bin yerden parçalanmış” bu sol elini bir daha kullanamadı, fakat sahte portreler ve yalancı heykellerin yarattığı, sol elini bir mermi ya da ameliyat sonucu tamamen kaybettiği yönündeki yaygın inanç da doğru değildir. Kendi sözleriyle “el movimiento de la mano izquierda13”, yani sol elini hareket ettirme ya da kullanma kabiliyetini kaybettiğini söylemektedir, elini tamamen kaybettiğini değil. Sol elini tamamen kaybetmiş olsa dört sene boyunca orduda asker olarak görev yapması mümkün olamazdı. 29 Nisan 1572 günü Messina’daki hastaneden taburcu olabilecek kadar iyileşmişti. Daha sonra eski bölüğü Moncada kadar ünlü olan Figueroa bölüğüne katılarak Don John’un sonuçsuz kalan ikinci Levant deniz seferine katıldı. Don Kişot’un ikinci kısmındaki “Esirin Hikâyesi” bölümünde, bu seferin oldukça detaylı bir anlatımı verilmiştir. Ertesi yıl Tunus’a yapılan sefere katıldı. 1573’ün sonundan Mayıs 1574’e kadar bölüğüyle birlikte Sardunya Adası’ndaydı, daha sonra ise Don John’un emri üzerine Lombardiya’ya gönderildi. Ağustos 1575’te Napoli’de olduğunu görüyoruz. Don John, Afrika’da bir imparatorluk kurma planlarını kıskanan üvey kardeşi tarafından geri çağırılmıştı ve Haçlı ordusu dağıtılmıştı. Aktif görevde olmayan Cervantes anavatanını ziyaret etmek için izin aldı. Kendisine birçok sertifika ve referans mektubu verildi ki Cervantes’in basit bir onbaşı olduğunu, mektupların ise çağın en ünlü komutanları ve aydınları tarafından yazıldığını göz önünde bulundurunca bu başarının olağanüstü olduğunu göreceğiz. Don Carlos de Aragon, Sesa Dükü ve Sicilya Naibi, Kral’a ve konseye “soylu erdemleri ve nazik tavırlarıyla hem silah arkadaşlarının hem de komutanlarının saygısını kazanan, talihsiz olduğu kadar ödüle de layık olan bir asker14” olduğunu yazdı. Komutan Don John ona bizzat krala yazmış olduğu mektupları verdi. Bu mektuplarda iyi bir bölüğe atanmasını şiddetle tavsiye ettiğini “cesur, erdemli ve birçok başarılı hizmete imza atmış bir adam” olduğunu yazdı. Beklediği avantajları yaratmak yerine başına çok büyük dertler açan mektuplarla birlikte Cervantes, El Sol isimli kadırgayla İspanya’ya yelken açtı. Yanında birkaç başarılı asker daha vardı, bunların içinde kardeşi Rodrigo ve Goletta’nın eski valisi Don Pero Diaz de Quesada15 da vardı.

      Durumu ne kadar iyi görünüyor olsa da Cervantes’in eve dönerken keyfi yerinde olamazdı. Altı yıl boyunca dinlenmeden hizmet etmesine rağmen maddi açıdan daha iyi bir duruma gelmemişti. Askeri zafer hayalleri berbat bir şekilde yıkılmış olmalıydı. Romantik kahramanların hem kişilik hem de görüntü bakımından bir temsili olan Don John’un Doğu’da komutayı eline almasıyla başlamış gibi görünen şövalyelik dönemi, aniden geri çağrılarak ardında yarım kalmış zaferler bıraktığında bitmişti. Unutulmaz bir Ekim sabahı büyük donanma düşmanla karşılaştığında genç askerin gözleri önünde oluşan şövalyelik hayali yok oldu. Osmanlılar yenilmişti, fakat ertesi sene çok daha güçlü bir şekilde geri dönmüşlerdi. Afrika’daki zaferleri hızla yenilgilere ve felakete dönüşmüştü. Hıristiyan şampiyon, diğer bir deyişle “Tanrı’nın gönderdiği adam”, Paynim16 karşısında ne yazık ki düello daha yarıdayken sırtını düşmana dönmeye zorlanmıştı. Son derece hevesli ve zafer dolu bir şekilde başlamış olan bir sefere hiç yakışmayan bu son, Miguel de Cervantes gibi bir askerin heyecanını öldürebilir ve hatta ruhunu sonsuza dek şövalyeliğin geleceği için endişeyle doldurabilirdi.

      Fakat umutlarını yok edip hayatını mahvedecek daha büyük bir dert, hayalleri yıkılmış ve yaralanmış kahramanımızı bekliyordu. Neredeyse İspanyol ufuklarında belirmek üzere olan El Sol kadırgası, dar denizlere17 korku salan Arnavut haydut Arnaut (Arnavut) Mami’nin komutasındaki Cezayirli korsanlar tarafından ele geçirildi. El Sol ile korsanların en hızlı üç gemisi arasında gerçekleşen bir kovalamacadan sonra (Cervantes ve arkadaşlarının bu savaşta çok cesurca davrandıkları kayıtlara geçmiştir) İspanyollar yenildi ve teslim olmak zorunda kaldılar18. Tahmin edilen değerlerine (yani fidye ederlerine) göre korsanlar arasında dağıtıldılar. Cervantes aşırı zalim davranışları yüzünden haydutların arasında bile ismini duyurmayı başarmış bir Yunan haydudu olan Déli Mami’ye verildi. Don John ve diğer komutanların mektupları Cervantes’in çok önemli biri olduğuna, bu sayede de kendisinden çok yüksek miktarda bir fidye alınabileceğine inanmalarına neden olmuştu. Bu nedenle Cervantes’in cesur hizmetine karşılık ödül olarak aldığı övgüler, kaderin bir cilvesi neticesinde acısını artırmış oldu. Önemli birisi olduğu düşünüldüğü için zincirlere vurularak Cezayir’e getirildi ve korsan politikasına göre, özgürlüğünü satın almaya daha da istekli olsun diye son derece zalim şartlar altında yaşamak zorunda kaldı.

      Üçüncü Bölüm

      Cervantes’in hayatının hiçbir bölümü Cezayir’de esir olarak geçirdiği beş sene kadar acı dolu ve talihsiz geçmemiştir. Yazarların Felaketleri’nde çok acı verici birçok bölüm vardır; fakat hiçbir yazar, Don Kişot’un mutsuz yazarı kadar acı dolu bir hayat sürmek zorunda kalmamıştır. Camoens’in ilerleyen yaşlarda, yarı kör ve sakat bir halde Lizbon sokaklarında ekmek parası için dilenmesi oldukça acınası bir tablodur. Fakat Camoens en azından kendi halkı arasındaydı ve onurlandırıp yüceltmeye çalıştığı Portekizliler tarafından köşeye atılıp aç bırakılmıştı. Hem fiziksel hem de ahlaki açıdan Lusiads adlı şairle birçok ortak noktası olan Cervantes ise yetişkinliğinin altın çağındaydı. Askeri başarıları henüz çok yeniydi ki esir olarak alınıp ülkesinin ve soyunun ataları tarafından zincire vurularak köle yapıldı. Hem askerlik hem de şairlik becerileri bahşedilmiş Cervantes’in çok başarılı olacak gibi görünen kariyerinin başlangıcında başına gelen bu kadersizliği kavramak mümkün değildir. Küstahça en güçlü Hıristiyan devletlerin önünde yükselip içdenizlere giden yolu kapatan korsan yuvası Cezayir, o sıralarda altın çağını yaşıyordu. Hiçbir donanma onlara karşı koymaya cesaret edemiyordu. Osmanlılara karşı kullanılmış olan silahlar Cezayir’i yıkmaya yeterdi. Fakat ülkelerin politikalarını yorumlayan uzmanların açıklamakta başarısız olduğu bir nedenden ötürü Hıristiyan ülkelerin hiçbiri Hıristiyanlık dünyasının huzuru ve sağlığı için Konstantinopolis’teki padişahtan on kat daha tehlikeli olan Cezayir’e saldırma girişiminde bulunmadı. Haydutların girişimlerinden en çok zarar gören İspanya olsa da V. Charles zamanından beri hiçbir