John C. Ferguson

Çin mitolojisi


Скачать книгу

p>

      Aslında bu çalışmayı “Çin Mitolojisinin Ana Hatları” olarak isimlendirmek daha doğru olur. Kitap, tamamı için pek çok cilt gerekecek Çin mitolojisi hakkında çok kapsamlı bir çalışma olma iddiasında değil. Çin mitolojisinin temel unsurlarını bu ufak cilde sığdırmak, yabancı kökenden geldiğine dair en ufak bir şüphe uyandıran bütün mitleri dışarda tutarak ve Çin mitolojisiyle diğer ülkelerin mitolojileri arasında mukayese yapmaktan kaçınarak mümkün oldu. Yalnızca doğa güçleri, yaratılışın kaynağı ya da devlet kurumlarının gelişimi ve Çinliler arasında yaygın olan âdetlerle ilgili geleneksel hikâyeler incelendi.

      Çin’in ilk yazılı kayıtları tutulmaya başlandığında, kurulu bir devlet geleneği ve düzenli bir hayat çoktandır varlığını sürdürüyordu. Ayrıca engin bir sözlü gelenekten de bahsedebiliriz. Fikirlerini yazı yoluyla aktarabilenlerin görevi devleti ve organize hayatı sözlü gelenek ışığında açıklamaktı. İlk hükümdarların, uhrevi ve dünyevi varlıkların çevresinde yoğunlaşan bütün mitolojiler bu çabanın bir sonucuydu. Her ne kadar bu mitler yazıya geçirilirken biçim olarak pek çok değişikliğe uğramış olsa da içerikleri şüphesiz tamamen korundu; yani bu çalışmanın konusu yazılı geleneklerdir.

      Yazar, konuyu tedbirsiz okurların karşısına her köşede çıkabilecek tuzakları hesaba katarak ele almıştır. Çin yazınının kapsamı, sözlü farklılıklar arasındaki ince detaylar, yavaş yavaş değişmez anlatılara dönüşen hikâyelerin çeşitli versiyonları, yalnızca merkezdeki olaylarla ilgilenen yazarların hayal güçlerini alabildiğine geniş bir şekilde kullanmaları ve buna benzer pek çok durum alanda çalışanların yolunu kaygan ve tehlikeli hale getirmektedir. Yazar, konunun uzmanı Çinli arkadaşlarının yardımlarının pek çok hatayı düzeltmiş olmasını ve bu çalışmaya kadar kimsenin ele almayı cüret etmediği geniş kapsamlı bir konunun ana hatlarını sunabilmeyi umut etmektedir.

John C. FergusonOcak 1927

      Giriş

      Sarı Nehir Vadisi boyunca yerleşerek Çin ulusunu oluşturan kavimlerin kökeni halen incelenmeye açık bir konu. Bu ilk yerleşimciler nereden gelmiş olursa olsun güçlü fiziki yapılarıyla şüphesiz macera düşkünü insanlardı. Onlara Yangtze Nehri boyunca, şimdiki Hankou şehri civarında ve Zhejiang tepelerinin epey doğusunda, dağılmış bir vaziyette rastlıyoruz. Ayrıca güzergâhlarına Sarı Nehirin kuzey ve güney ağzına doğru devam ettiklerini biliyoruz. Çin’in bu büyük nehri doğuya doğru akar, dolayısıyla Çin anakarasındaki nüfusun batıdan doğuya doğru gelmiş olduğu makul bir varsayım olarak görünüyor.

      Guangdong, Fujian ve Zhejiang’ın güney kısmı gibi Çin’in sahil eyaletlerine ilk olarak Malay kökenli denizci halkların yerleştiğini gösteren kanıtlar bulunuyor. Filipin adalarının ve Japonya’nın ilk yerleşimcileriyle akraba olan bu halklar, pek çok lehçe konuşmakta olup ufak gruplara ayrılıncaya kadar uzun bir süre kendi benliklerini korudular. Çin medeniyetinin ana toprağı, bu okur yazar olmayan insanlarla birlikte yavaş yavaş güneydoğuya doğru yayıldı. MS yedinci yüzyılda, Tang hanedanı zamanından itibaren bu halklar hem siyasi hem de manevi olarak Çin’in nüfuzu altına girdiler. Çin bu kavimleri yazıyla, sanatla ve devlet kurumlarıyla öyle bir donattı ki birkaç nesilde egzotik kökenlerine ait neredeyse bütün izler yok oldu. Geriye hatıra olarak yalnızca Kanton halkının kendilerine verdikleri “Tang İnsanları” ismi kaldı. Dolayısıyla bu kavimlerin Çin medeniyetinin dünyasına Tang hanedanı zamanında girdiği ve devletin denetimi altında düzenli hayatlarının başladığı unutulmamalıdır.

      Çin’in ilk tarihçilerinin, uluslarının kökenini ilahi veya doğaüstü bir kaynağa dayandırmak gibi bir çabaları yoktu. Böylesi bir aşırılığa en yakın girişime, Zhou hanedanının efsanevi kurucusunun doğumu hakkındaki bir anlatıda rastlanır. Zhou hanesinden kendisine kurbanlar verilen Hou Ji, Chiang Yüan’ın oğludur. Bir süre çocuksuz olan annesi Tanrı tarafından yaratılan bir ayak parmağı izinin üzerine basıp bu şekilde hamile kalır ve Hou Ji’yi doğurur. Bu harikulade oğul, aşk dolu bir ilgiyle onu koruyan koyun ve öküzlerin desteğiyle büyütülür. Kuşlar kanatlarıyla onu koruyup destekler. Henüz küçük yaştayken fasulye ve buğday ekerek kendini besleyebilecek hale gelir. Halkına güzel darı tohumlarını verir. Tohumlar, bol miktarda mahsul verip yardıma muhtaç halkının beslenmesi için toprağa istiflenir. Bu rivayet, eski zamanlarda bir masal olarak kabul edilir ve inanılmamasına rağmen hoş görülür. Çinli yazarlar uluslarının kökeni meselesine şaşırtıcı derecede az ilgi gösterirler. Hou Ji anlatısında annesinin kökenine ilişkin hiçbir şeyin söylenmiyor olması enteresandır. Çin ulusunun çağlar boyunca en önemli özelliği olan keskin sağduyusu onları kendine özgü kökenlerini bir ilaha atfetme çılgınlığından uzak tutmuştur.

      Hou Ji

      Tarihçi Sima Qian, kroniklerini MÖ 2704-2595 yılları arasında hüküm sürmüş beş hükümdarın ilki Çin Şi Huang ile başlatır. Bazı yazarlar daha eskiye, mitolojik Üç İmparator Dönemi’ne kadar giderler fakat tarihi temellere sahip olabileceği düşünülen olaylar Çin Şi Huang döneminden bile sonraya aittir. Elimizdeki bilgilerle Çin’in tarihi döneminin başlangıcını Shang hanedanının çöküşü ve Zhou hanedanının yükselişinden daha eskiye, MÖ 1122ye dayandırmak pek sağlıklı değildir. Güvenilir tarihin başlangıcı olarak, Sima Qian’ın Shiji’de esas aldığı ilk kesin tarih olan MÖ 841’i kabul etmek daha doğru olur. Bu dönemde insanların yalnızca tarımda değil yazı yazma sanatında da iyi olduğu, çoktan kurulmuş bir medeniyetle karşılaşıyoruz. Daha eski dönemlere ait kalıntılar, kemik üzerine oyulmuş ideogramlar veya bronzdan yapılma kurbanlık kapların üzerine dökülen işaretlerden oluşuyor. Bu tarz kalıntılardan elde edilen tarihi bilgiler kısıtlı olmakla beraber, medeniyetin ilk dönemlerini anlamamıza pek bir katkı sağlamıyor. Yine de kalıntılar, Çin medeniyetinin bildiğimiz kadarıyla Zhou hanedanı döneminde Çin’in gerçek sakinleri tarafından kurulan ilk medeniyetten türediğini ve bu kesintisiz gelişimin dışarıdan gelen unsurlara kapalı olduğunu doğrulaması açısından önemli. Çin, antik dönemdeki diğer uluslardan farklı, kendine has bir medeniyet geliştirmiş olup bu medeniyeti pek çok değişim ve büyük gelişimlerle günümüze kadar taşımıştır. Bu medeniyet, dünyanın şimdiye kadar tanıklık ettiği diğer ulusların hepsinden daha uzun bir sürekliliğe sahiptir.

      Antik Çin medeniyetinin göze çarpan iki özelliği vardır. Bir tanesi kehanet yöntemleri ve merasim geleneklerinden oluşur. Bir diğeriyse aile ve kabile kavramıdır. Bu özellikler, bireysel ve toplumsal gelişimin birbiriyle çelişen amaçlarını temsil eder. Kişinin kendi özünde olan doğru ve yanlış anlayışı tarafından şekillenen birey algısı, devletin temelini oluşturarak kehanet yöntemleriyle ilişkilendirilir. Buradaki mantık şudur: Bireyin dolaysız eylemleri nihai olmalıdır ve bunlar önceden belirlenmiş eylemlerin sonucudur. Vesayet başlığıyla temsil edilen devlet algısı ise bireyler için neyin doğru neyin yanlış olduğunun belirleyicisi olarak merasim gelenekleriyle ilişkilendirilir. Eski düzen bireyci olarak özgürlükçüyken, sonraki düzen muhafazakârdır. Eskisi değişen şartlara uyum sağlar; yenisi bir şeyleri var olan gelenekten yola çıkarak kesin olarak tasarlar.

      Ulusun felsefi kavrayışları, Çinli yazarlar arasında geleneksel olarak dokuz okula bölünmüştür. Bu okullar şunlardır: (1) Düalizm Okulu, (2) Edebiyat Okulu, (3) Eşitlik Okulu, (4) Sözcükler Okulu, (5) Hukuk Okulu, (6) Doktrin Okulu, (7) Ziraatçılar Okulu, (8) Hoşgörü Okulu ve (9) Seçmece Okul. Şimdilik bu dokuz okul arasındaki karmaşık felsefi ayrımlara girmemiz gerekmiyor. İki genel başlık altında sınıflandırmak yeterli olacaktır: Temsilcileri Lao Tzu ve Tao Chia olan liberaller ile Ju Chia ve Konfüçyüs’ün önderliğindeki muhafazakârlar. Bu iki okulun gelişimi ve eğilimleri hem antik hem de modern dönemde Çin düşüncesini tümüyle çevrelemektedir.

      Bu iki okul arasındaki ayrım, bir tarafın ejderha atının sırtında bulunan işaretlerden yola çıkılarak Fu Xi tarafından geliştirilen ünlü Sekiz Diyagrama bağlı olması, diğer tarafın ise imparatorluk otoritesinin işareti olarak Konfüçyüs tarafından kabul edilen törensel Dokuzlu Sehpa’yı kabul etmesi olarak açıklanabilir. Liberal Okul kadim yetkiyi Değişimler Kitabı’nda bulurken muhafazakârlar Bahar ve Güz Kronikleri’nde bulur. İlki, insanın evrenle ilişkisini açıklamak için hayvanların ve bitkilerin alemine yayılmakta özgürdü. İkincisi ise kendisini sosyal yapılanmalarda bulunan insan etkinlikleriyle