Jacob F. Field

Dünyanın kanlı tarihi


Скачать книгу

      Önsöz

      Şiddet, işkence, katliam, zorbalık ve felaketler… Dünya tarihi bunlarla doludur. Geçmişteki en önemli olaylara, kargaşa ve cinnet anları, kavgalar ve katliamlar eşlik eder. Bu kitap da muhteşem olanların dehşet verici yanlarını; güçlü olanların çirkin yanlarını, gerçeklere bağlı kalarak gün yüzüne çıkarıyor. Tarih dediğimiz aslında kanlı bir geçmiştir.

      İmparatorlar ve krallar çoğu zaman halklarını yönetme becerisinden mahrumlardı, hatta halkları için kendileri tehlike oluşturuyorlardı. Fransa Kralı IV. Charles’ın sık sık geçirdiği delilik nöbetleri krallığını zayıflatmış ve Yüz Yıl Savaşları esnasında İngiltere’ye Fransız topraklarından büyük parçalar fethetme şansı vermişti. On sekizinci yüzyılda yaşayan Kore Prensi Sado, öyle bir korku salmıştı ki sekiz gün bir sandıkta kapalı tutularak idam edildi. Madagaskar Kraliçesi Ranavalona ya da Rusya Çarı Korkunç İvan gibi bazıları da gerçek anlamda psikoz hastasıydı ve halklarından binlerce kişiyi yok yere katletmişlerdi.

      Tarihteki hükümdarlar, cezalarda ve idamlarda işkence dolu ve özel yöntemler kullanmaktan sakınmıyorlardı. Tarihte, Perillos’un pirinç boğasından1 İranlıların skapizm2 uygulamasına kadar insan caniliğinin sınırı olmadığını gösteren birçok örnek mevcut. Yeni rejimler ve hanedanlar, genellikle, uzlaşmaya yanaşmayan düşmanların ortadan kaldırılmasıyla başlıyordu. İster Romalı Caracalla, isterse İran Şahı I. Safi olsun, yeni hükümdarlar hükümranlıklarına çoğu zaman kan akıtarak başladılar.

      Savaşlar ve muhabereler dünya tarihinin sabit unsurları olagelmiştir. Nadiren hakkaniyetli bir şekilde verilmiş ve Yangzhou’nun, Magdeburg’un, Drogheda’nın yağmalanmalarında olduğu gibi genellikle askerlerin ve halkın öldürüldüğü katliamlara dönüşmüşlerdir. Cesur isyancılar çoğu zaman zorluklara karşı başarılı olamamış, hatta İskoçyalı vatansever William Wallace gibi cezalandırılmışlardır. İsyanlar ve ayaklanmalar başarılı olduğundaysa gelen rejimler gidenleri aratmıştır. Örneğin Fransız Devrimi sonrasındaki Terör Dönemi’nde on binlerce kişi giyotin ile idam edilmiştir.

      Bütün bu insana ait kargaşa dönemlerinin arasında bir de sürekli depremler, salgın hastalıklar ve kıtlıklar gibi korkunç felaketler meydana geliyordu. 1755’de Lizbon’u sarsan büyük deprem 50.000 kişinin hayatına malolmuş, 1657’de Tokyo’da çıkan yangın ise nerdeyse 100.000 kişinin canını almıştı. On dokuzuncu yüzyılın ortasında İrlanda’da meydana gelen patates kıtlığında halkın yarısı ölmüştü. Fakat aralarında en yıkıcı olanı belki de Avrupa’nın üçte birini yok eden veba hastalığı oldu.

      Tarih, çoğu zaman okul kitaplarında gördüğünüz pislikten arındırılmış kronolojik olaylardan çok farklıdır. Dünyanın Kanlı Tarihi, sefahat düşkünü Kral Şu Şang’in yaşadığı M.Ö. on birinci yüzyıldan II. Léopold’un Kongo’yu korkunç bir şekilde sömürdüğü on dokuzuncu yüzyıla kadar 3.000 yılı kapsayan süreçte gerçekleşen olayların en dehşet verici yanlarını kronolojik sırasına göre ve ayrıntılarıyla anlatıyor. Üzerinde insan yaşayan her kıtayı kapsayan bu kitap, tarihin nasıl birbirini izleyen bir katliamlar dizisi olabildiğini gösteriyor.

Jacob F. Field, 2012

      Antik Dünya

      M.Ö. 1000 – M.S. 500

      ŞANG KRALI ŞU

      Şang hanedanının son kralı olan Şu, M.Ö. 1075 ile 1046 yılları arasında hüküm sürdü. Şu’nun ahlaksızlıkları ve zalimlikleri başkent Yin’in sınırlarının çok ötesine erişmişti. Uçarı yaşam tarzına para yetiştirebilmek için yüksek vergiler almak dışında devlet meselelerinden tamamen kopuk bir şekilde yaşıyordu. Sarhoşların dolup taştığı âlem geceleri ise sarayın günlük rutinlerinden biriydi. Şu’nun en bilindik deliliklerinden biri, kızarmış et parçalarının havada asılı olduğu şarapla dolu bir havuz inşa ettirmekti. Böylece Şu ve yanındakiler kayıkla havuzda yüzerken aşağı eğildiklerinde şarap içebiliyor, yukarı uzandıklarında ise etlerden yiyebiliyorlardı. Ayrıca en gözde sevgilisi Daji için ender bulunan egzotik varlıklarla dolu bir süs bahçesi de yaptırmıştı; tabii halkının çektiği eziyetler sayesinde.

      Diri Diri Derisi Yüzülen Bir Adamın Tasviri

Hanedanın Sonu

      Şu’yu eleştirmeye cüret edenlere verilen cezalar son derece acımasızdı. Saray görevlilerinden birinin canlı canlı derisi yüzülmüş, diğerinin bedeni paramparça edilmiş, kurutulmaya bırakılan et misali ipe asılmıştı. Şu’nun amcası ise kalbi yerinden sökülerek cezalandırılmıştı. Şu’nun sevdiği bir başka idam şekliyse mahkumu, kızarana kadar ısıtılan metal bir silindiri kucaklamaya zorlamaktı.

      Bu terörün hüküm sürdüğü bu dönem, isyancıların lideri olan Chou kralı Vu’nun, Şu’yu Muye Savaşı’nda yenmesiyle sona erdi. Hükümranlığının son bulacağını anlayan Şu, sarayına geri çekilip intihar etti ve yeni kral Vu, Şu’nun kafasını herkesin görebileceği şekilde Yin’in kapılarının önünde bir kazığa çaktırdı.

Asur Kralı Asurbanipal

      M.Ö. 668’den 627 yılına kadar hüküm süren Asurbanipal, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’nın ve Anadolu’nun bazı bölgelerine kadar uzanan Neo-Asur İmparatorluğu’nun son büyük kralıydı. Ninova’da kurduğu muazzam kütüphane ile ünlenen Asurbanipal daha çok zalimlikleriyle hatırlanır. Zira orduları, şehirleri ve barajları yok ederek, ekinleri yakarak düşmanlarının topraklarını yerle bir ediyordu. Tutsaklarının ellerini, burunlarını, kulaklarını ve parmaklarını koparacak kadar gaddardı. Yönetimi altındaki şehirlerden biri isyan edecek olsa halkı katledip cesetleri şehir kapısının önüne yığdırırdı. İsyankar soyluların ise derileri yüzülüp şehir duvarlarına asılırdı.

      PİRİNÇ BOĞA

      Sicilya’da bulunan Agrigentum şehrinin tiran hükümdarı Phalaris, yaklaşık M.Ö. 570 yılında yönetimi ele geçirdi ve hükümdarlığını adanın büyük bir kısmına yaymayı başardı. Küçük çocukları yiyen bir yamyam olduğuna dair söylentilerin yanı sıra dünyaya bıraktığı en korkunç miras, ölüm cezasının infazı için kullandığı pirinç boğaydı. Atinalı Perillos’un icat ettiği bu aygıt, özünde çok basit bir şeydi: yandan kapılı, içi boş, bronz bir boğa. Uygulamasıysa korkunçtu. Mahkum, boğanın içine konur ve altında ateş yakılırdı; böylece boğa kızgınlaştıkça kurban da içeride yanarak ölürdü. Aygıt, yanan insanın yarattığı dumanı ise ustalıkla tütsü bulutlarına çeviriyordu. Bir başka özelliği de boğanın kafasında, kurbanın çığlıklarını boğa böğürmesine çeviren tüplerden ve tapalardan oluşan bir mekanizma olmasıydı.

      Perillos, mekanizmasını tanıttığında bu özelliği sergilemek adına içeri girmeyi kendisi teklif eder, bunun üzerine acımasız Phalaris ise kapının kilitlenmesini ve aygıtın altında bir ateş yakılmasını emreder. Perillos’un çığlıkları gerçekten de boğa böğürmesine dönüşür ve hiç olmazsa çok geç olmadan boğanın içinden çıkarılır. Fakat Perillos icadı için ödüllendirilmek yerine bir tepenin başından atılarak öldürülür. Samsatlı Lukianos’a göre Phalaris’in mucide olan bu sert tepkisinin sebebi “kendisinin bile böyle dahiyane bir zalimliğin düşüncesinden tiksinmesi” ve yaratıcısını cezalandırmaya yemin etmiş olmasıdır. Kaderin cilvesine bakın ki yaklaşık yirmi sene sonra Phalaris devrildiğinde onu öldüren tam da bu boğa olacaktır. Kalabalık bir grup Phalaris’i Perillos’un icadının içine atıp diri diri ölüme terk edecekti.

      Pirinç Boğanın İçine Yerleştirilen Bir Kurban

      MİTRİDAT’IN İNFAZI

      Genç Kiros’un, ağabeyi Pers Kralı II. Artakserkses’e karşı ayaklanması M.Ö. 401’de Kunaksa Savaşı ile son bulur. Mitridat adında bir asker, Kiros’u bulunduğu tapınakta beklenmedik bir anda mızrakla vurur. Kiros sallanarak tekrar atına binerken başka bir asker de bacağını yaralar. Kiros yaralı haliyle atından düşerek ölürken, zarar görmüş tapınağı da yerle bir olur.

      Gururlu bir adam olan Artakserkses,