David S. Kidder

Entelektüelin kutsal kitabı


Скачать книгу

Romanları ve kısa öyküleri ile bilinen Hemingway, hayatı boyunca öyle tanınmış biri olmuş ve kendi hakkında öyle efsaneler yaratmıştır ki bazen bunları gerçeklerden ayırt etmek hayli zordur.

      1899’da İllinois, Oak Park’ta dünyaya gelen Hemingway yazarlığa olan tutkusunu erken yaşlarda keşfetti. On sekiz yaşında Kansas City Star’da muhabir olarak çalışmaya başladı. Birkaç ay içinde I. Dünya Savaşı’nda, sonradan yaralanacağı İtalyan cephesinde Kızılhaç ambulans şoförü olarak göreve alındı. Savaştan sonra, Gertrude Stein gibi yurtdışında yaşayan, savaşın zalimliğinden dolayı hayal kırıklığına uğramış Kayıp Kuşak’tan diğer Amerikalı yazarlarla beraber uzun süre Paris’te yaşadı. Paris’te Hemingway kendi tarzını; görünüşteki basitliğiyle insanı yanıltan, yinelemeli, erkeksiliğinin bilincinde olan o yalın yazım tarzını iyice belirginleştirdi. Kuzey Michigan’da ergenlik dönemindeyken geçirdiği yazlara ve sonraları Avrupa’ya yaptığı yolculuklara dayanan birçok kısa öykü yazdıktan sonra, Hemingway ilk ve en önemli romanı Güneş de Doğar’ı kaleme aldı (1926). Zamanını İspanya ve Fransa’da geçiren asi, genç bir Amerikalı hakkında olan bu kitap Hemingway’e anında şöhreti getirdi. Bu kitabı, I. Dünya Savaşı sırasında Amerikalı bir ambulans şoförü ile İngiliz bir hemşire arasındaki trajik aşkı konu alan Silahlara Veda (1929) ve İspanyol İç Savaşı sırasında bir gazeteci olarak çalışan Hemingway’in kendi işinden ilham alarak yazdığı bir gerilla hikâyesi olan Çanlar Kimin için Çalıyor? (1940) romanları izledi. Bu romanlardan ikincisinin baş karakteri, birçok kişinin “Hemingway’in ideal kahramanı” olarak nitelendirdiği, şiddet ve zorluklar karşısında merhamet ve asalet gösteren, hayal kırıklığına uğramış ancak acılara dayanıklı erkek karakteri örneklendirir.

      Şöhreti artan Hemingway sadece savaş, boğa güreşi, avcılık, balıkçılık ve diğer bariz şekilde erkeksi konular hakkında yazmakla ünlenmiştir. Bazı eleştirmenler Hemingway’in eserlerini maço bir tutum sergilendiğini düşünerek görmezden gelse de, Yaşlı Adam ve Deniz (1952) adlı kısa romanın anlatımındaki tartışılmaz ustalık Hemingway’e 1954 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü’nü kazandırmıştır. Bu önemli başarısına rağmen, Hemingway son yıllarında sağlığını yitirmiş, depresyona gömülmüş ve nihayet 1961 yılında bir tüfekle intihar etmiştir. Ancak, modern roman tarzı üzerindeki etkisi varlığını sürdürmektedir.

EK BİLGİ:

      1. Her yıl düzenlenen Hemingway Taklit Yarışması’na, yazarın kolay anlaşılır tarzına dalgacı bir üslupla yaklaşan yüzlerce başvuru yapılmaktadır. Önceki yıllarda ödül alan kitap başlıklarından bazıları The Old Man and the Flea (Yaşlı Adam ve Bit) ve For Whom the Cash Flows? (Paralar Kimin için Akıyor)‘dur.

      Nefertiti Büstü

      Mısır sanatının en ünlü çalışmalarından biri olan kireçtaşından yapılmış Nefertiti büstü, 1912 yılında Alman arkeolog Ludwig Borchardt tarafından modern Mısır’daki Tell el-Amarna kasabası yakınlarında keşfedilmiştir. Büst antik çağ heykeltıraşlarından Thutmose’nin atölyesinde bulunmuş ve kırık çömlek parçaları gibi gösterilerek gizlice ülke dışına çıkarılmıştır.

      Nefertiti, MÖ 1353 ile 1335 arasında Mısır’ı yöneten Firavun IV. Amenhotep’in gözde kraliçesiydi. Amentohep, yönetimi sırasında ismini “Güneş Tanrısı Aten’e hizmet eden” anlamına gelen Akhenaton olarak değiştirdi ve ahlaka vurgu yapan yeni, tektanrıcı bir dini benimsedi. Nefertiti, neredeyse kocasınınkine denk, yüksek bir mevkiye sahip oldu. Bazı uzmanlar yeni dinin arkasında onun olduğuna ve hatta bir süreliğine ülkeyi firavunla beraber yönettiğine inanmaktadır. Akhenaton’un ölümünden sonra o ve güçlü karısının neredeyse tüm izleri belki de reddettikleri dinin rahipleri tarafından yok edilmiştir.

      Yaklaşık 50 santimetrelik ve 3400 yıllık Nefertiti büstü neredeyse hiç zarar görmemiş bir halde bulunmuştur. Büstün sadece kulakmemeleri kırıktır. Ancak bu eser tamamlanmadan bırakılmıştır, çünkü sol göz çukuru hiçbir zaman doldurulmamış gibi görünmektedir. Thutmose’nin bu büstü öğrencileri için bir model olarak kullanmış olması da muhtemeldir. Büstün kraliçeye mi benzediği, yoksa ideal bir güzelliği mi tasvir ettiği net olarak bilinmemektedir.

      Discovery Channel tarafından desteklenen İngiliz arkeolog Joann Fletcher, 2003 yılında daha önceden keşfedilen bir mumyanın Nefertiti’ninki olduğunu öne sürerek tartışma yarattı. Önemli kanıtlar sunmasına rağmen, Mısırlı otoriteler onun iddialarını reddettiler.

      Büst günümüzde Berlin’deki Neues Müzesi’nde görülebilir. Sadece Mısır’ın en tanınmış sanat eserlerinden biri değil, aynı zamanda kadın güzelliğinin de bir modeli olmayı sürdürmekte ve “Güzel olan geldi” anlamındaki Nefertiti ismine yeni bir anlam katmaktadır.

      EK BİLGİLER:

      1. II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Nefertiti’nin büstü Berlin’in Sovyet işgali altındaki bölgesinden çıkarıldı ve kime ait olduğu konusunda büyük tartışmalar yarattı. Büst, 2005’te iade edildi.

      2. Nefertiti adı bir google aramasında 472.000 2 sonuç veriyor. Bu, imajını yirmi birinci yüzyılda da gücünü koruduğunun bir göstergesidir.

      3. Kendilerini “Little Warsaw” olarak adlandıran bir çift Macar sanatçı, şeffaf bir giysi giymiş, kafası olmayan bir kadın heykelinin üzerine Nefertiti’nin büstünü yerleştirerek yakın zamanda yeni bir tartışma yarattılar.

      Eratosthenes

      Antik Yunan’da çoğu bilim insanı dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyordu. Fakat hiçbiri, İskenderiye’nin baş kütüphanecisi Eratosthenes’in (MÖ 276-194) dünyanın büyüklüğünü ölçmek için dahiyane bir yöntem geliştirdiği MÖ III. yüzyıla dek onun ne kadar büyük olduğunu bilememiştir.

      Eratosthenes, Mısır’da Asvan yakınlarında özel bir kuyu biliyordu. Yılın en uzun günü olan 21 Haziran günü tam öğle vaktinde güneş ışınları kuyunun dibine kadar ulaşıyordu. Bu, güneşin tam tepede olduğu anlamına geliyordu. Eratosthenes, eğer güneş Asvan’da tam tepedeyse, o zaman ışınların biraz daha kuzeyde olan İskenderiye’de belli bir açıyla yere düşmesi gerektiğini fark etti. Güneşin merkezden sapış açısını ölçebilirse, o zaman yeryüzünün büyüklüğünü tahmin etmek için gereken ipucuna sahip olacaktı. Bunun için, İskenderiye’de bir 21 Haziran günü güneş tam tepedeyken bir sopa aldı ve sopanın gölgesinin yere düşme açısını hesapladı.

      Eratosthenes, bu açının iki şehir ile dünyanın merkezi arasındaki açıya eşit olduğunu biliyordu. Dolayısıyla, iki şehri birbirinden dünyanın kaçta kaçlık bir bölümünün ayırdığını belirleyebilmek için, bulduğu açı ölçüsünü bir dairenin iç açılarının toplamı olan üç yüz altmışa böldü. Cevap ellide birdi. Diğer bir deyişle, Asvan ve İskenderiye arasında elli defa gidip gelirseniz o zaman dünyanın çevresi kadar yürümüş olacaktınız.

      Geriye kalan tek şey, iki şehir arasındaki mesafeyi tam olarak ölçmekti. Eratosthenes, şaşmaz bir şekilde eşit adımlar atmak için eğitilmiş profesyonel bir yürüyüşçü tuttu. Yürüyüşçünün adımlarının ölçüsünden yola çıkarak dünyanın çevresinin tahmini olarak 24.700 mil olduğunu tespit etti. Bugün Eratosthenes’in iki bin yıl önce geliştirdiği ilkeleri kullanan modern