İskender Fahrettin Sertelli

Fetih 1453


Скачать книгу

aynı el bir daha tehdit etmişti. Acaba bu meçhul el kimindi?

      Zindan nöbetçisi yalnız Teofilos’tan aldığı emir üzerine hareket ediyor, Klio’yla kimsenin görüşmesine meydan vermiyordu.

      Nöbetçi, zindan kapısını kendi eliyle açmıştı. Klio’ nun yerde kanlar içinde yattığını hayretle görünce, zindanı boş ve yalnız bırakmamak için, boynunda asılı olan imdat borusunu çalmaya başladı.

      Silahşorlar sarayın zemin katına koştular.

      Teofilos, saraydan Hipodrom’a doğru gitmek üzereydi. İmdat borusu, Teofilos’u yolundan çevirdi.

      Hassa askerleri ona, Bizans dilberinin meçhul bir kimse tarafından yaralanmış olduğunu haber verdiler.

      Teofilos zindana koştu. Klio’nun göğsü kanlı, gözleri kapalıydı. Nöbetçi, korkusundan titriyordu. Kumandanı sormadan anlatmaya başlamıştı:

      “Kapının önünden bir dakika bile ayrılmadım, Efendim! Şimdi getirdikleri ekmeği vermek için kilidi açtım, içeriye girdiğim zaman Klio’yu bu hâlde gördüm.”

      Teofilos, sevgilisini bu hâlde görünce hiddet ve kederinden ne yapacağını şaşırdı.

      “Çabuk, hekim getiriniz. Hadiseyi kimse duymasın. Haydi, hepiniz dışarıya çıkınız!”

      Hassa askerleri odadan çıktılar. Eski nöbetçi, silahını çatarak zindan kapısının önüne dikildi.

      Teofilos, Bizans dilberinin yarasını muayene etti. Klio’nun yarası çok hafifti. Siyah saplı hançer genç kadının kalbi üzerine saplanmışsa da, yaranın vaziyetinden hançerin öldürmek kastıyla vurulmadığı anlaşılıyordu!

      Teofilos hayretinden çıldıracaktı.

      “Klio! Klio!” diye bağırdı. Klio gözlerini açtı. Bizans dilberinin çenesi tutulmuştu. Karşısında Teofilos’u görünce, kendisini onun vurduğunu zannedip buhran ve korku içinde çırpınarak başını yere bıraktı.

      Klio kendinde değildi.

      Teofilos, her cinayeti işlemiş, sevgilisini elde etmek için akla hayale gelen her fenalığı yapmıştı. Fakat Klio’ yu vuran o değildi.

      Sarayda zindandan daha emin bir yer yoktu. Kapısında koskoca bir kilit asılıyken ve önünde en sadık adamlarından biri nöbet beklerken, bu zindanda Klio’ yu kim ve nasıl vurabilirdi?

      “Klio! Klio!” dedi. “Kendine gel! Seni vuran adamın şeklini, ismini bana söyle. Onun cezasını şimdi, senin gözlerinin önünde vereyim. Aç gözlerini!”

      Klio’nun dudakları bile kıpırdamadı. Başı Teofilos’ un kucağında, göğsü bir körük gibi yükselip alçalarak yatıyordu.

      Kumandanın gözleri sulanmıştı.

      Zindanın kapısı şiddetle açıldı. Teofilos hekim bekliyordu. Kapıdan Lukas Notaras’ın başı göründü.

      “Müthiş bir imdat borusu sarayı telaşa verdi. Ne oldunuz?”

      Teofilos şaşırdı.

      Lukas’la bu vaziyette karşılaşmak kendisi için hiç de iyi bir sonuç vermeyecekti.

      “Ben de efendimiz gibi boru sesine koştum. Böyle kapalı bir yerde Klio’yu kimin vurduğunu anlamak mümkün olamadı!”

      Lukas mânâlı bir bakışla zindanın içini inceledikten sonra bir adım daha ilerledi.

      “Klio’yu âdeta bir âşık gibi kucaklamışsınız!”

      Teofilos mahcubiyetinden kıpkırmızı oldu. Lukas,

      “Kapısı kilitli bir odanın içinde bu cinayetin işlenmesi hayret verici değil midir?” dedi.

      Teofilos, sevgilisinin başını kucağından kaldıramıyordu.

      “Ben de hayret ve merak içindeyim,” dedi. “Bu cinayeti gerçekleştiren meçhul eli muhakkak yakalayacağım.”

      Lukas Notaras, Persefoni’nin söylediklerinde isabet olduğunu görmüştü. Sarayda azim ve irade sahibi metin bir kumandan olarak tanınan Teofilos, Klio’nun karşısında irade ve metanetini kaybetmiş bir âşık gibi tir tir titriyordu.

      Böyle bir hançer, bundan evvel İmparatorun yatağına da konulmuştu.

      Lukas, İmparatorun yatağında bulunan siyah saplı hançeri de o meçhul şahsın koyduğuna kanaat getirdi.

      Teofilos’un o dakikadaki zaafından istifade etmekle bütün bu hadiselerin esrar perdesini kaldıracağından emin olan Lukas,

      “Bu günlerde sarayın içinde çok esrarengiz şeyler oluyor. Bunlarla uzaktan olsun alakadar olmuyor musunuz?” dedi ve koynundan sözü geçen hançeri çıkardı.

      “İşte bu da İmparatorun yatağına meçhul bir el tarafından bırakılmış.”

      Teofilos, şaşkın ve bitkin bir hâlde hançeri inceleyerek,

      “Bu hançer bana çok yabancı değil,” diye mırıldandı.

      Lukas başını salladı ve muhatabının gözünün içine bakarak konuştu:

      “Öyle zannediyorum ki, hançeri İmparatorun yatak odasına bırakan o meçhul el, bu saldırıyı da gerçekleştirmiştir. Siz de benim gibi düşünmüyor musunuz?”

      Bu esnada hekim gelmişti. Lukas müsaade etti. Klio’ nun yarası sarıldı. Teofilos hekimden sordu:

      “Yarası tehlikeli mi?”

      “Hayır.”

      “Niçin ayılmıyor?”

      “Can acısından… Şimdi kendine gelir.”

      Hekim, genç kadının burnuna ufak bir şişe uzattı. Klio aksırarak, korkulu bir rüya görmüş gibi birden gözlerini açtı. Kendisini Teofilos’un kolları arasında görünce silkinerek bağırdı:

      “Tanrım! Yine mi bu hain adamı karşıma çıkardın?” Lukas’ın işaretiyle hekim dışarıya çıktı. Teofilos,

      “Felaketzedelerin imdadına koşan insanlar daima aynı vaziyete düşerler,” diyerek yapay bir tebessümle Klio’yu yere yatırdı.

      Lukas daha ciddi bir tavırla Teofilos’a hitap etti:

      “Sizi çok üzgün görüyorum!”

      “Esrarengiz bir surette yaralanan şu zavallının hâline acımamak mümkün mü, Efendimiz?”

      “Vazifenin her şeyden kutsal olduğunu nasıl unuttunuz?”

      Klio, cesaret ve muhakemesini toplayarak, sağ elini Lukas’a uzattı:

      “Efendimiz,” dedi, “O elinizdeki hançeri size kim verdi?”

      “Onu meçhul bir el, İmparatorun yatak odasına bırakmış. Niçin sordun?”

      “Geçen gün aynı hançer, burada bana meçhul bir el tarafından uzandı da… Elinizde görünce tanıdım. Onun için soruyorum!”

      Lukas esaslı bir emare yakalamış gibi güldü.

      “Demek ki sen bu hançeri tanıyorsun, ha?”

      “Evet, tanıyorum, Efendimiz.”

      Teofilos susuyordu. Klio sözüne devam etti:

      “Bu hançer on beş, yirmi günden beri Elvira’nın yanında bulunuyor.”

      “Elvira’nın mı?”

      “Hayret etmeyiniz! Ona da, kendisi Edirne’de iken Türkler hediye etmişlerdi.”

      Lukas hançerin sapındaki işaretleri göstererek,

      “Fakat, bu resim ve yazılar Hintlilere aittir,” dedi.

      Klio’nun