üzerine tavşan kulaklarını dikkatle kaldırıp dinlemeye başladı. Bütün bu duydukları onun için yepyeni şeylerdi. Deniz altında sıradan balıklar ve yosunlar haricinde bir şey olduğunu işitmemişti hiç. Üstelik çürüyüp sahile vuran yosunları ve balıkları bilmiyor değildi. Bunlar hiç de güzel kokmazdı. Ama şimdi bambaşka bir hikâye dinliyordu. Merakı iyice artmıştı. “Bu anlattıklarınız pek ilginç, dostum. Devam edin lütfen.”
Bunun üzerine Doktor Kaplumbağa denizin derinliklerindeki harika dağlar ile vadilerden, nadir su bitkilerinden, rengârenk ve hoş kokulu çiçekler ile kızıl, turuncu, yeşil, mavi, beyaz renkli altın ve gümüş yapraklı ağaçlardan bahsetti.
“Bu söylediklerin çok şaşırtıcı,” dedi Tavşan Kardeş, ilgisi daha da artmıştı.
“Evet, her türden enfes yiyecek ve içecekler vardır orada. Sonra, eğlence ve dans hiç bitmez. Güzel hizmetçi kızlar ve daha neler neler… Haydi, benimle gel de misafirimiz ol. Kralımız seni davet etmem için gönderdi beni.”
“Gerçekten mi?” diye sordu Tavşan Kardeş, pek sevinmişti bu duyduklarına.
“Tabii, hemen gidebiliriz. Sırtıma bin de seni götüreyim.”
Böylece tavşan koşarak, kaplumbağa ise paytak paytak yürüyerek su kenarına vardı.
“Şimdi sıkı tutun,” dedi Doktor Kaplumbağa, “suyun altına gidiyoruz.”
Mavi dalgaların altında ilerlediler ve sonunda saraya vardılar. Tavşan, Kaplumbağa’nın anlattıklarının doğru olduğunu gördü. Hakikaten rengârenk bir dünya, birbirinden parlak mücevherler vardı her yanda.
Doktor Kaplumbağa, Tavşan Kardeş’i krallıktaki bazı prens ve prenseslere takdim etti. Hep birlikte misafirlerine sarayın manzaralarını ve hazinelerini gösterdiler. Bu esnada Doktor Kaplumbağa ise görevinden başarıyla döndüğünü haber vermek için diğer doktorların yanına gitti.
Fakat Bay Tavşan, burasının dünyanın en güzel yeri olduğunu düşünüp eğlenirken Kaplumbağa ve arkadaşlarının konuştuklarına kulak misafiri olmuştu. Onu neden saraya getirip ağırladıklarını anladı. Gözlerini kaybetmek düşüncesiyle dehşete düşmüştü. Bu yüzden gözlerini kurtarmaya ve Kaplumbağa’ya bir oyun oynamaya karar verdi. Tabii, bundan kimseye bahsetmedi.
Kraliyet görevlileri tarafından nazikçe bilgilendirilip Kral’ın iyileşmesi için gözlerini vermesi gerektiği söylenince Tavşan Kardeş aynı nezaketle üzüntüsünü belirtti:
“Majesteleri’nin hastalığına hakikaten pek üzüldüm ama kendisine yardım edemeyeceğim için beni affetmenizi rica ediyorum. Zira gözlerim hakiki göz değildir, camdandır. Deniz suyu gözlerimi acıtır diye normal gözlerimi çıkarıp kuma gömmüş ve yerlerine bu cam gözleri takmıştım. Tozlu veya yağmurlu havalarda bu cam gözleri takarım.”
Bunu işiten kraliyet görevlilerinin yüzleri asıldı. Majesteleri’ne haberi nasıl vereceklerdi? Kral çok büyük hayal kırıklığı yaşayacaktı.
Tavşan Kardeş pek üzgün gözüküyordu. Şöyle dedi:
“Ah, lütfen üzülmeyin. Sahile dönmeme müsaade ederseniz, gömdüğüm yerden gözlerimi çıkarıp lapa yapmanız için tam vaktinde getiririm.”
Böylece Tavşan Kardeş yeniden Doktor Kaplumbağa’nın sırtına binip yola çıktı. Çok geçmeden karaya vardılar.
Tavşan bir anda yere atlayıp oradan sıvıştı ve hızla koşturarak ormana kaçtı. Arkasından bakakalan Kaplumbağa, bir tek pamuk kuyruğunu görebiliyordu. Ama kısa süre sonra Tavşan tamamen gözden kaybolmuştu.
Doktor Kaplumbağa gözyaşları içinde saraya dönüp Tavşan'ın onu nasıl alt ettiğini anlattı.
Topuzlar ve Çömlek Şapkalar
Çok uzun zaman önce, hatta büyük Konfüçyüs henüz doğmamışken, Çin’de Kija adında bilge ve âlim bir adam yaşardı. Saraydaki baş vezirdi. Adaleti ve iyiliği sayesinde herkesin saygısını kazanmıştı. Ayrıca çocuklara daima iyi davranırdı.
Fakat günün birinde büyük bir savaş patlak verdi. Bunun üzerine yeni bir aile iktidarı ele geçirdi. İşte Kija bu yeni hükümdara hizmet etmeyi kabul etmeyerek doğuya göç etti. Burada yaşayan kaba insanlara görgü kurallarını öğretecek ve medeniyeti götürecekti.
Yeni kral, Kija’nın gitmesine pek üzülmüştü çünkü onun karakter ve bilgeliğine büyük saygı duyuyordu. Gelgelelim, pek çoğu Kija’nın takipçileri olan en iyi beş bin adamını, efendilerine eşlik etmeleri ve doğudaki yaban insanları eğitmesine yardımcı olmaları için gönderdi. Göçmenlerin çiçekli Çin ülkesinden ayrılıp doğunun karanlık bataklıklar ve ormanlarla dolu vahşi topraklarına doğru bilinmez bir yolculuğa çıktığını gören insanlar, ağlamaktan kendilerini alamıyordu. Kija yolların, çiftliklerin veya evlerin olmadığı, ormanların ise insanları yemeye bayılan koca ayılar ve korkunç kaplanlar gibi vahşi hayvanlarla dolu olduğu bir yere gidiyordu. Hatta söylentilere göre bu yerde kanatlı yılanlar ve pençelerinden şimşek çıkan leoparlar vardı.
Kija ve ordusu, Mançurya’nın geniş ovalarında, gökyüzünde yükselen güneşe doğru yürüyordu. Nihayet bizim Yalu dediğimiz Yeşil Ördek Nehri’ni aştılar. Birkaç gün sonra Büyük Doğu Nehri’ne (Ta Tong) ulaştılar. Burada arazi çok güzeldi. Kija, buraya yerleşip bir şehir kurmaya karar verdi. Gün doğarken bulutların gül pembesi, altın sarısı ve kızılın her tonuna boyandığı bu yeni ülkeye Cho-sen yani Sabah Işığı Ülkesi ismini verdiler. Güneş, batı yönüne yani vatanının olduğu yere doğru ilerlerken Kija bu alameti çifte nimet olarak kabul etti. Yeni ülkesindeki ilk günün sükûneti, yeni krallık ve eski imparatorluk arasında iyi niyetin devam etmesi için üç kat daha fazla kararlılık olduğunu göstermekteydi. Bu, Kija’nın Çin İmparatoru’na olan bağlılığının Tanrı tarafından onaylandığına ve Ebedi Beyaz Dağ ruhunun iyi dileklerinin kazanıldığına işaret ediyordu.
Krallığının başkenti olacak şehri kurduktan sonra Kija bir sur yaptırmaya koyuldu. Ayrıca şehre Kuzey Kalesi anlamındaki Ping Yang adını verdi.
“Yolculuğumuzu sağ salim sonlandırdığımıza göre şehrimiz bir tekne şeklinde olmalı,” dedi Kija. “Can sıkıcı delikler tekneyi batırabilir. İşte bu yüzden şehrimizin surları içinde kuyu kazılmayacak. Surların dışında, batı yönünde ise tekne şehrimizin sonsuza dek demirleneceği bir kaya sütun duracak.”
Edebiyat, şiir, müzik, tıp ve felsefe alanlarında yetenekli adamları Kija’ya yardım ediyordu. Beraber krallığın sekiz büyük kanununu hazırladılar:
1. Erkeklerin tarımla uğraşması
2. Kadınların kumaş dokumayla uğraşması
3. Hırsızların cezalandırılması
4. Katillerin idam edilmesi
5. Ülke topraklarının dokuz kareye bölünüp merkezdeki toprağın devlet yararına sürülmesi
6. Herkes için rahatlık ve refah dolu bir hayat
7. Evlilik kanunu
8. Kötü kalpli insanların köle yapılması
Kija yolları yaptırdı, ölçüleri ve uzaklıkları belirledi, nezaket kurallarını anlattı. Yabani insanlara güzel evler yapmayı öğretti. Böylece insanlar evlerine sazdan veya kiremitten çatı yapmayı, zeminin altına borular döşeyerek evlerini ısıtmayı öğrendiler. Evlerin bir ucunda şömine, öteki ucunda baca vardı. İnsanlar, sabahları ve akşamları olmak üzere günde iki kez kazanları veya mutfaklarındaki ocakları yakıyordu. Borulardan geçen