temelde fikir birliğinde olacaklardır. Bu hususta binyıllar içerisinde varılan fikir birliği öylesine tamdır ki, tek bir yüzyılda bile dışsal tarihçiler arasında var olan uzlaşma bununla kıyaslanamaz. İnisiyeler esas olarak, bütün zamanlarda ve bütün yerlerde özde aynı şeyleri betimlerler.
Bu sunuşun ardından, Akaşa Kayıtları’ndan birkaç bölüm verilecektir. İlkinde, Amerika ve Avrupa kıtaları arasında Atlantis denilen kıtanın hâlâ var olduğu dönemde meydana gelen olaylar tanımlanacaktır. Dünya yüzeyinin bu kısmı bir zamanlar kara parçasıydı. Bugün ise Atlas Okyanusu’nun zeminini oluşturur. Platon, bu topraklardan geriye en son kalan, Avrupa ve Afrika’nın batı tarafındaki Poseidon Adası’ndan söz eder. W. Scott-Elliot tarafından yazılan The Story of Atlantis and Lost Lemuria’da (Atlantis ve Yitik Lemurya’nın Öyküsü) okuyucu, Atlas Okyanusu’nun zemininin bir zamanlar bir kıta olduğunu, bunun yaklaşık bir milyon yıl boyunca bizim modern uygarlıklarımızdan kesinlikle çok daha farklı bir uygarlığa sahne olduğunu ve bu kıtadan geriye kalanların3 da İÖ 10. binde battığı olgusunu bulacaktır. Bu kitabımızda, Scott-Elliott tarafından açıklananlara ek olacak bilgilerin verilmesi amaçlanıyor. Kendisi daha çok dışsal çevreyi, Atlantisli atalarımız arasındaki dış olayları betimlerken, buradaki amaç, bunların manevi yapıları ve yaşadıkları koşulların içsel niteliği ile ilgili bazı ayrıntılar vermektir. Dolayısıyla okuyucu, neredeyse üzerinden 10 bin yıl geçen ve binlerce yıl süren bir döneme hayalinde geri gitmelidir. Fakat burada açıklananlar, sadece bugün Atlas Okyanusu’nun suları ile kaplı kıtada değil, günümüz Asya, Afrika, Avrupa ve Amerikası’nın çeşitli bölgelerinde de meydana geldi.
Bugün hâlâ, burada verilen bilginin kaynakları hakkında sessizliğimi korumak zorundayım. Bu tür kaynaklar hakkında bir şeyler bilen bir kişi, bunun niçin böyle olması gerektiğini anlayacaktır. Fakat çok yakın bir zamanda bu sessizliğin bozulmasını olanaklı kılacak olaylar meydana gelebilir. Teozofi hareketinde gizlenen bilginin ne kadarının kademe kademe aktarılabileceği, tamamen kendi çağdaşlarımızın tutumuna bağlıdır.
1
Atlantisli Atalarımız
Bizim Atlantisli atalarımız, bilgisi tamamen duyular dünyası ile sınırlı olan günümüz insanının hayal edebileceğinden çok daha farklıydı. Bu fark sadece dış görünümü değil, spiritüel yetenekleri de kapsıyordu. Bunların bilgisi, teknik becerileri ve gerçekten de tüm uygarlığı, bugün gözlemlenebilenden farklıydı. Atlantis insanlarının ilk dönemlerine geri gittiğimizde, kendimizinkinden oldukça farklı zihinsel bir kapasite buluruz. Mantıksal akıl, matematiksel işlem gücü -ki bugün üretilen her şey buna dayanır- ilk Atlantis insanları arasında kesinlikle mevcut değildi. Öte yandan, onlar oldukça gelişmiş bir hafızaya sahiptiler. Bu hafıza onların en önemli zihinsel yeteneklerinden biriydi. Örneğin Atlantisliler, bizim gibi bazı kuralları öğrenip de bunları uygulamak suretiyle hesap yapmıyorlardı. Atlantis dönemlerinde “çarpım tablosu” hiç bilinmeyen bir şeydi. Hiç kimse, üç kere dördün on iki ettiğini zihninde tutmuyordu. Bu tür bir hesaplamayı yapmaları gerektiğinde bunun üstesinden gelebiliyorlardı, çünkü aynı ya da benzer durumları hatırlıyorlardı. Bunun daha önceki olaylarda nasıl olduğunu anımsıyorlardı. İnsan sadece bir organizmada yeni bir yetenek geliştiğinde, eski bir yeteneğin gücünü ve keskinliğini yitirdiğini anlamalıdır. Günümüz insanı Atlantis insanından mantıksal akıl yürütme, sentez yapma konusunda üstündür. Öte yandan hafızası gerilemiştir. Günümüzde insan telakkilerle düşünür; Atlantisliler imgelerle düşünüyorlardı. Bir imge, vizyon halinde belirdiğinde, daha önce zaten deneyimlemiş oldukları benzer imgeleri anımsıyorlardı. Değerlendirmelerini buna göre yönlendiriyorlardı. Bu nedenle o dönemdeki tüm öğretiler, daha sonra olagelenden farklıydı. Çocuğun aklını keskinleştirmek için onun kurallarla donatılması öngörülmüyordu. Bunun yerine yaşam kendisine, daha sonra özel koşullar altında hareket etmesi gerektiğinde olabildiğince anımsayabilmesi için, canlı imgelerle sunulmuştu. Çocuk büyüdüğünde ve hayata atıldığında, yapması gereken her şey için, eğitimi süresince kendisine sunulan benzer bir şeyi anımsayabiliyordu. Karşılaştığı yeni durum daha önce gördüğüne benzer olduğunda, en iyi biçimde bunu çözebiliyordu. Tamamen yeni koşullar söz konusu olduğunda ise Atlantisliler deneyime dayanmak zorundaydı, ki bu açıdan modern insan kurallarla donanmış olduğu için, çok daha korunaklı bir konuma sahiptir. Kendisi için yeni olan bu tür durumlarda bunları kolaylıkla uygulayabilir. Atlantislilerin eğitim sistemi, tüm yaşama tekbiçimlilik kazandırıyordu. Uzun dönemler boyunca olaylar tekrar ve tekrar aynı biçimde yürütülüyordu. Sadık hafıza, günümüz hızlı gelişimine uzaktan bile benzeyen herhangi bir şeyin gelişimine izin vermiyordu. İnsan her zaman daha önce “gördüğünü” yapıyordu. İnsan yaratmıyordu; insan anımsıyordu. Çok şey öğrenmiş olan değil de, daha çok şey deneyimlemiş ve dolayısıyla çok fazla anımsayabilen kişiler yetki sahibi oluyordu. Atlantis döneminde, birisinin önemli bir konuda belirli bir yaşa ulaşmadan önce karar vermesi mümkün değildi. İnsanlar sadece uzun süreli deneyimleri anımsayabilenlere güven duyarlardı.
Burada söylenenler, inisiyeler ve onların mister okulları için geçerli değildi. Çünkü inisiyeler kendi dönemlerinin gelişim düzeylerinin ilerisindedirler. Bu tür mister okullarına kabul edilmek için en önemli unsur, kişinin yaşı değil, daha önceki “enkarnasyon”larında yüksek bilgeliği almak için gerekli yetileri kazanıp kazanmadığıdır. Atlantis döneminde inisiyeler ve bunların temsilcilerine duyulan güven, bunların kişisel deneyimlerinin zenginliğine değil, kendi bilgeliklerinin ne kadar eski olduğuna dayanıyordu. İnisiye söz konusu olduğunda, kişilik önemli olmaktan çıkar. Kendisi tamamen ebedi bilgeliğin hizmetindedir. Dolayısıyla belirli bir döneme özgü nitelikler kendisine uygulanmaz.
Atlantisliler arasında (özellikle de ilk dönemlerde), mantıksal düşünme gücü mevcut değilken, oldukça gelişmiş hafızalarında, yaptıkları her şeye özel bir nitelik kazandıran bir şeye sahiptiler. Fakat bir insan gücünün doğasıyla diğerleri her zaman bağlantılıdır. Hafıza, mantığa kıyasla insanın derindeki doğal özüne daha yakındır ve bununla bağlantılı olarak başka güçler gelişmişti ki, bunlar çağdaş insanın güçlerine kıyasla insandan daha alt düzeydeki doğa varlıklarına daha yakındı. Böylece Atlantisliler yaşam gücü olarak adlandırılan şeyi kontrol edebiliyorlardı. Tıpkı günümüzde insanların kömürden ısı enerjisi elde edip bunu bizim taşıma araçlarımız için itme gücüne dönüştürmesi gibi, Atlantisliler de organizmaların öz enerjisini kendi teknolojilerinin yararına nasıl kullanacaklarını biliyorlardı.
Aşağıda sunulandan hareketle bu konuda bir fikir oluşturulabilir: Bir tohum tanesinin çekirdeğinin içini düşünün. Bunun içinde, uyuyan bir enerji yatar. Bu enerji, sapın, çekirdeğin içinden fışkırmasına neden olur. Doğa tohumun içinde yatan bu enerjiyi uyandırabilir. Modern insan bunu kendi iradesiyle yapamaz. Tohumu toprağa ekmeli ve uyanmayı doğanın güçlerine bırakmalıdır.
Atlantisliler bir başka şeyi daha yapıyorlardı. Bir tohum yığınında -ki enerjinin teknik güce nasıl dönüştürüleceğini biliyorlardı- tıpkı modern insanın bir kömür yığınındaki ısı enerjisini bu tür bir güce dönüştürebilmesinde olduğu gibi. Atlantis döneminde bitkiler, sadece besin maddesi olarak yararlanılmak üzere değil, bunların içinde yatan enerjinin ticaret ve sanayinin hizmetine sunulması için de yetiştiriliyordu. Tıpkı bizim kömürde saklı olan enerjiyi lokomotiflerdeki hareket enerjisine dönüştürmek için mekanizmalara sahip olmamız gibi, Atlantisliler de içinde bitki tohumlarını yaktıkları ve içinde yaşam gücünün teknik olarak kullanılabilir güce dönüştüğü mekanizmalara sahiptiler. Atlantislilerin yerden kısa bir yükseklikte