bunun yetersiz olduğunu keşfedene dek, bir şeye sıkıca sarılıyordu ve bu durumda bir isteğe çözüm getirme konumunda olan kişinin, bir yeniliği ortaya koyabilmesi oldukça doğaldı. Fakat düşünce yetisinin gelişmesi sonucunda, yenilik ve değişikliklere karşı bir eğilim gelişti. Herkes kendi zekâsının öngördüğü şeyi eyleme geçirmeyi istiyordu. Böylece beşinci alt-soy döneminde karmaşık koşullar egemen olmaya başladı ve altıncısında bunlar bireyin dik başlı düşüncesinin genel yasalar çerçevesine alınmasının gerekli olduğu duygusuna yol açtı. Üçüncü alt-soyun topluluklarındaki ihtişam, ortak anıların düzen ve uyum getirdiği olgusuna dayanıyordu. Altıncısında ise bu düzen, düşünceden kaynaklanan yasalarla getirilecekti. Dolayısıyla, adalet ve hukuk düzenlemelerinin başlangıcı bu altıncı alt-soyda aranmalıdır.
Üçüncü alt-soy döneminde, bir grup insanın ayrılması, ancak bunlar kendi topluluklarının dışına itildiğinde ortaya çıkıyordu; çünkü hafızadan ötürü egemen koşullar altında kendilerini rahat hissediyorlardı. Altıncısında bu önemli ölçü de farklı hale geldi. Düşüncenin hesap kitap yapma yetisi, yeni olanı bu şekilde aradı; insanları teşebbüslere ve yeni kuruluşlara yöneltti. Akatlar, dolayısıyla, kolonileşmeye yatkın olan, müteşebbis bir halktı. Giderek gelişen düşünce ve yargılama yetisini besleyen de özellikle ticaret oldu.
Yedinci alt-soy olan Moğollarda da düşünce yetisinin geliştiğini görürüz. Fakat bundan önceki alt-soyların, özellikle dördüncüsünün nitelikleri, beşinci ve altıncısında olduğundan çok daha yüksek derecelerde Moğollarda varlıklarını sürdürdü. Hafızaya yönelik duyguya sadık kaldılar. Böylece, en yaşlı olanın aynı zamanda en duyarlı olduğu ve düşünce yetisine karşı kendisini en iyi savunabileceği inancına ulaştılar. Aynı zamanda, yaşam güçleri üzerindeki egemenliklerini kaybettikleri de doğrudur. Fakat kendi içlerinde düşünce yetisi bağlamında gelişmiş olan şey, ayrıca bu yaşam gücünün doğal kuvvetinden bir şeylere de sahipti. Gerçekten de, yaşama egemen olma gücünü kaybetmişlerdi, fakat buna olan kendi dolaysız, saf inançlarını hiçbir zaman kaybetmemişlerdi. Bu güç onların tanrısı olmuştu ki bunun adına doğru olarak gördükleri her şeyi yaptılar. Bu nedenle, komşu halklarda sanki bu gizli güç tarafından etki altına alındıkları görünümünü uyandırdılar ve gözleri bağlı bir güven içinde kendilerini buna teslim ettiler. Asya’da ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde bunların soyundan gelenler, bu niteliği ortaya koydular ve hâlâ bunu büyük ölçüde de ortaya koymaktadırlar.
İnsanlardaki düşünce yetisi kendi değerine tamamıyla ancak, beşinci kök-soyda, yeni bir dürtü kazanan insan gelişimine bağlantılı olarak ulaşabildi. Dördüncü kök-soy, sonuçta, bu yetiyi ancak, hafıza yeteneği sayesinde eğitilmiş olduğu unsurun hizmetine sunabiliyordu. Sadece beşinci kök-soy, özgün aracın düşünme yeteneği olduğu yaşam koşullarına ulaştı.
2
Dördüncüden Beşinci
Kök-Soya Geçiş
Bu bölümde, dördüncü, yani Atlantis kök-soyundan, çağdaş uygar insanın ait olduğu beşincisine, yani Arilere geçişin nasıl olduğunu öğreneceğiz. Ancak bütün kapsamı ve anlamı ile gelişme fikrine kendini açabilen bir insan bunu tam olarak doğru anlayabilir. İnsanın kendi çevresinde algıladığı her şey gelişme süreci içindedir. Bu bağlamda, düşüncenin kullanılması, ki bizim beşinci kök-soyun insanlarımızın bir özelliğidir, önce gelişmek zorundaydı. Düşünce yetisini yavaş yavaş ve kademeli olarak olgunluğa ulaştıran, özellikle bu kök-soydur. İnsan, düşüncesinde bir şey hakkında karar verir ve sonra kendi düşüncesinin bir sonucu olarak bunu gerçekleştirir. Bu yetenek Atlantisliler arasında sadece hazırlık aşamasındaydı. Bunların iradesini etkileyen, kendi sahip oldukları düşünceler değil, daha yüksek düzeydeki Varlıklar’dan kendilerine akıp gelen düşüncelerdi. Dolayısıyla, bir şekilde ifade etmek gerekirse, bunların iradesi dışarıdan yönlendiriliyordu.
Kendini, insanın böyle bir gelişimi olduğu düşüncesine alıştıran ve insanın (dünya insanı bağlamında) tarihöncesinde oldukça farklı türden bir varlık olduğunu kabul etmeyi öğrenen kişi, aynı zamanda, burada sözü edilen, tamamen farklı Varlıklar’a dair bir telakkiye de ulaşabilecektir. Burada açıklanan gelişme için çok uzun zamanın geçmesi gerekti.
Bundan önce dördüncü kök-soy olan Atlantisliler hakkında söylenenler, büyük insan kitlelerine yöneliktir. Fakat bunlar, kendilerinden çok daha üstün yeteneklere sahip liderleri izlediler. Bu liderlerin sahip oldukları bilgeliğe ve hükmettikleri güce, herhangi dünyevi bir eğitimle ulaşmak mümkün değildi. Bunlar kendilerine, dünyaya doğrudan ait olmayan Yüce Varlıklar tarafından verilmişti. Bu nedenle, büyük insan kitlelerinin kendi liderlerinin yüce türden varlıklar olduğunu, tanrıların “Habercileri” olduklarını hissetmeleri sadece doğaldı. Çünkü bu liderlerin bildiklerine ve yapabildiklerine beşeri duyu organları ve beşer aklı ile ulaşmak olanaksızdı. Bunlar “İlahi Haberciler” olarak saygı görüyorlardı ve insanlar bunların emirlerini, buyruklarını ve aynı zamanda talimatlarını kabul ediyorlardı. Bu tür varlıklar sayesinde insanlık; bilimde, sanatta ve araç-gereç yapımında eğitilmişti. Bu tür “İlahi Haberciler” ya kendileri toplulukları yönetiyorlar ya da yönetme sanatında yeterince gelişmiş olan kişilere talimat veriyorlardı. Bu liderler hakkında, “tanrılar ile iletişim kurdukları” ve insanlığı geliştirecek olan yasalar konusunda bizzat tanrılar tarafından yetiştirildikleri söylenmiştir. Bu doğrudur. Sıradan insanın hakkında hiçbir şey bilmediği yerlerde bu inisiyasyon, tanrılarla iletişim, gerçekten meydana geliyordu. Bu insanlık inisiyasyon yerleri, mister tapınakları olarak anılıyordu. Bunlardan hareketle, insanlık ırkı yönetiliyordu.
Mister tapınaklarında meydana gelenler halk için anlaşılmaz olan şeylerdi. Aynı şekilde, halk kendi büyük liderlerinin niyetleri hakkında pek az bilgi sahibiydi. Sonuçta insanlar kendi duyularıyla, dünyanın iyiliği için yüce âlemlerden açıklanan şeyleri değil de sadece yeryüzünde dolaysız biçimde meydana gelen şeyleri kavrayabiliyorlardı. Böylece, liderlerin öğretileri, dünyevi olaylara ilişkin iletilere benzemeyen bir biçimde ifade edilmeliydi. Tanrıların misterlerde kendi habercileriyle konuştukları dil dr, tanrıların kendilerini ifade ettiği biçimler de dünyevi değildi. Yüce Varlıklar kendi Habercileri’ne, onlara insanları nasıl yöneteceklerini bildirmek amacıyla, “ateşten bulutlar” içinde görünüyordu. Sadece insan, insan formunda ortaya çıkabilir; yetenekleri insanınkinden çok üstün olan Varlıklar, dünyada olmayan biçimlerde kendilerini göstermelidir.4 Kendileri insan kardeşleri arasında en kemale ermiş kişiler oldukları için, ‘İlahi Haberciler” bu vahiyleri alabilirdi. Önceki aşamalarda, insanların çoğunun hâlâ yaşaması gereken deneyimlerden zaten geçmişlerdi. Diğer insanların oluşturduğu kitleye sadece belirli bir yönden aittiler. Bunlar insan formuna bürünebiliyorlardı. Fakat kendi manevi-zihinsel nitelikleri, insanüstü bir özelliğe sahipti. Böylece bunlar, melez türden İlahi-beşeri Varlıklar’dı. Bunlar aynı zamanda, insanlığın yeryüzündeki çizgilerinde ilerlemesine yardım etmek için insan bedenine bürünmüş Yüksek Ruhlar olarak da tanımlanabilir. Bu Varlıklar’ın gerçek yurdu yeryüzünde değildi.5
Bu İlahi-beşeri Varlıklar insanları yönettiler, fakat kendilerini yönettikleri ilkeler hakkında onları bilgilendirmediler. Çünkü Atlantislilerin beşinci alt-soyunu oluşturan İlksel Samiler’e kadar, insanlar bu ilkeleri anlayacak yeteneklere kesinlikle sahip değildi. Bu alt-soyda gelişen düşünce yetisi, bu tür bir yetenekti. Fakat bu yavaş yavaş ve kademeli olarak gelişti. Atlantislilerin son alt-soyları bile kendi İlahi Liderleri’nin ilkelerini