Frederick Herman Martens

Norveç masalları


Скачать книгу

      Önsöz

      Yayımlayacağımız kitapları seçerken göz önüne aldığımız pek çok ölçüt var: Söz konusu kitabın yayın ilkelerimize ve çizgimize uygunluğu, daha önce dilimize çevrilmemiş olması, yayın dünyasında bir boşluğu dolduracak olması ve elbette ki bizi heyecanlandırması.

      2018 yılı için yayın programımızı şekillendirirken bir Japon masalları seçkisiyle karşılaştığımızda ölçütlerimizin hepsine ziyadesiyle uyduğunu fark ettik ve hemen bir masal dizisi çalışmalarına başladık.

      Dizi için öncelikle Japonya, Hindistan ve Rusya’yı seçmiştik. Sonrasında diziye nasıl yön vereceğimiz ve hangi kültürlerle devam edeceğimizi uzun uzun tartıştık ve kendi ülkemizle devam etmeye karar verdik. Türk Masalları’nın ardından Kızılderili Masalları, Amerikan Masalları ve Çin Masalları’nı okurlarımızla buluşturduk. Sırada huzurun ülkesi Norveç’ten masallar var.

      Yayımlayacağımız versiyonu bulmaya çalışırken pek çok masal seçkisini inceledik ve en sonunda içimize en çok sinen, okurken en çok keyif aldığımız ve okuyuculara ulaştırmayı en çok istediklerimizi belirledik. Bolca araştırma içeren çeviri ve düzelti sürecinin ardından bu kez “Bu masalları en iyi yansıtan kapak nasıl olmalı?” sorusunun peşine düştük. Bu kültürlerin en önemli figürlerinin kapakta bulunmasını istedik. Uzun bir hazırlık süreci ve pek çok denemenin ardından hayalimizdeki kapaklara ulaştık.

      Masal, sözlü anonim halk edebiyatıdır. Anlatı yoluyla nesilden nesle ulaşmış, nihayetinde de bir yazar tarafından yazıya dökülerek kalıcı hâle gelmiştir. Her ne kadar masal kahramanları ve yaratıkları doğaüstü, masallardaki olaylar ise gerçekdışı olsa da, masalların o toplumun bir yansıması olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki her ülkenin masalları tıpkı kültürleri gibi diğerlerinden tamamen farklıdır. Bizim seçkimizdeki ülkelerde olduğu gibi. Kimisinin ana teması dostlukken diğerininki korku ve ölüm olabiliyor. Fakat bir zamanlar hiçbir teknolojik ürünün olmadığını düşünürsek, masalların toplumların sosyal hayatlarında ne kadar önemli bir boşluğu doldurduğunu tahmin etmek zor değil.

      Giris

      Çiftçiler, avcılar, oduncular, balıkçılar gibi yabanıl bir çevrenin ortasında, zorlu ve yalnız bir hayat yaşayan insanlar tarafından nesilden nesile aktarılan; dağın, ormanın ve denizin ruhunu yansıtan bu Norveç masalları, belki de İskandinav ülkelerinin bizlere sunabileceği en etkileyici ürünler arasında yer almaktadır. Çocukları eğlendirmeyi her zaman başaran bu masallar, hiç kuşkusuz ki yalnızca küçüklere eğlence vaat etmekle kalmaz. İyi anlatılmış bir hikâyeden hoşlanan “yetişkinler” de “Per Gynt” efsanesinin Ibsen tarafından sembolik anlamlar yüklenmeden önceki aslını okumaktan ve “Udröst Adası” hikâyesinde gösterilen kuzey denizlerinin kor gibi parlayan, güzel mi güzel Avalon'unu görmekten keyif alacaklardır. Bir trajedi olan “Yahudi Harpı Çalgıcısı”ndan daha insansı ve daha dokunaklı veya “Kral’ın Yabantavşanları”ndan daha eğlenceli bir şey olabilir mi? Heyecan verici ve büyüleyici kara büyüler ve gizemlerle sarmalanan "Gizemli Kilise" ve "Bahtı Açık Andrew" gibi hikâyeler… “Dört Şilinlik Parça” hikâyesinde İskandinav Dick Whittington'ın maceralarına ortak oluyoruz. “Fırtına Büyüsü” ise gelmiş geçmiş en heyecan verici deniz efsanelerinden biri. Bu derlemede yer alan, istisnasız her bir hikâyede İskandinav dağlarındaki rüzgârın veya kuzey denizlerindeki dalgaların esintisi hissedilir. Hikâyelerin bu kadar cezbedici olmalarının en büyük sebebi anlatımlarındaki açıklık ve sadeliktir. Tabii ki mizacını bozmadan, hikâyelerin doğruluğunu korumaya çabalayarak size aktaranların da hikâyelerin cezbediciliğine büyük bir katkısı olmuştur.

      Norveç Masalları, insanların arzularını, tutkularını, sevgilerini, hırslarını ve hayal kırıklıklarını her ne kadar hayal gücüyle daha çekici hale getirse de çarpıtılmamış bir biçimde yansıtan masallardan oluşan bir kitap olduğundan herkesin ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Tek umudum, kitapla şu veya bu şekilde karşılaşan kişilerin kitabı okurken en az benim hazırlarken aldığım kadar keyif almaları.

Frederick H. Martens

      PerGynt

      Bir zamanlar Kvam1 bölgesinde Per Gynt isimli bir keskin nişancı yaşardı. Per Gynt sık sık dağlara gider, ayı ve geyik vururdu. O zamanlar fjälllerin2 eteklerinde daha sık ormanlar vardı ve türlü türlü hayvan bu ormanlarda barınırdı. Sonbaharın bitimine yakın sığırlar, geçici otlak yerleri olan dağlardan ineli çok olmuş, Per Gynt de bir kez daha fjälle gitmeye karar vermişti. Üç mandıra işçisi kız dışında sürüleriyle ilgilenen bütün herkes dağları çoktan terk etmişti. Per Gynt, Hövringalm’e ulaştığında geceyi bir çoban kulübesinde geçirmeyi düşünmüştü. Ancak hava o kadar kararmıştı ki gözünün önündeki ellerini bile göremez olmuştu. Çok geçmeden köpekleri de havlamaya başlayınca Per Gynt’in içi huzursuzlukla doldu. Birdenbire ayağının bir şeye çarptığını hissetti ve eğilip çarptığı şeyi eliyle yokladığında cismin soğuk, büyük ve kaygan olduğunu fark etti. İzlediği patikanın dışına çıkmadığından emindi ve bu yüzden ellediği cismin ne olabileceğine dair bir fikri de yoktu. Fakat bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordu.

      “Peki ya sen kimsin?” diye sordu Per Gynt, ellediği cismin hareket ettiğini fark ettiğinde.

      “Ben eciş bücüş olanım,” yanıtını aldı. Bu cevap pek de açıklayıcı olmamıştı. Per Gynt öylece yoluna devam etti. “Eninde sonunda ne olduğunu öğrenirim,” diye düşündü.

      Yoluna devam ederken ayağı yine birdenbire bir şeye çarptı. Bu cisim de bir önceki gibi soğuk, büyük ve kaygandı.

      “Peki ya sen kimsin?” diye sordu Per Gynt.

      “Ben eciş bücüş olanım,” cevabını aldı yeniden.

      “Eciş bücüş veya muntazam olman umurumda bile değil; öyle ya da böyle geçmeme izin vermen gerekecek,” dedi Per Gynt, çünkü bir daire çizerek ilerlediğini ve eciş bücüş olan cismin çoban kulübesinin önüne serilmiş olduğunu fark etmişti. Bu sözlerinin üzerine eciş bücüş olan cisim biraz kenara çekildi ve böylece Per Gynt kulübeye girebildi. İçeriye girdiğinde kulübenin içinin de en az dışarısı kadar karanlık olduğunu gördü. Eliyle duvarlara dokunarak tökezleye tökezleye ilerlemeye çalıştı, çünkü tüfeğini ve av çantasını bir kenara bırakmak istiyordu. Doğru yönü bulmaya çalışırken bir kez daha büyük, soğuk ve kaygan bir şeye ilişti gözü.

      “Sen de kimsin yahu?” diye haykırdı Per Gynt.

      “Ben eciş bücüş olanım,” yanıtını aldı.

      Elini nereye atsa, ayağını nereye koysa eciş bücüş olanın kıvrımlarını çevresinde hissedebiliyordu.

      “Burası konaklamak için çok garip bir yer,” diye düşündü Per Gynt, çünkü eciş bücüş cisim hem dışarıda hem de içerideydi; ancak Per Gynt her şeyi yoluna koyacaktı. Tüfeğini alarak dışarı çıktı ve eciş bücüş nesnenin kafasını bulana kadar elleriyle vücudunu yokladı.

      “Peki sen gerçekten ama gerçekten kimsin?” diye sordu.

      “Ben Etnedal’ın büyük eciş bücüş olanıyım,” dedi dev trol. Bunun üzerine Per Gynt hiç zaman kaybetmedi ve tam alnının ortasına üç kez ateş etti.

      “Bir daha ateş et!” diye feryat etti eciş bücüş olan ancak Per Gynt tuzağa düşmeyecekti, çünkü eğer bir kez daha ateş ederse kurşunun sekeceğini ve kendisine isabet edeceğini biliyordu. Bu iş tamamlandıktan sonra Per Gynt ve köpekleri, cüsseli trolün vücudunu sürükleyerek kulübenin dışına çıkardılar. Böylece içeride rahat rahat oturabileceklerdi. Bu sırada tepelerden kahkahalar ve onlarla alay eden sesler duyuldu. “Per Gynt çekebildiği kadar güçlü çekti, ancak köpekler ondan daha da güçlü çektiler!” sesleri kulaklarında çınladı.

      Sabah olduğunda Per Gynt avlanmaya gitti. Fjällin içlerine doğru ilerlediğinde bir kızın, kuzu ve keçilerden oluşan sürüsünü dağın yamacından öbür yanına doğru sürdüğünü gördü; ancak dağın zirvesine ulaştığında ne kız oradaydı ne de sürüsü. Görebildiği tek şey kocaman bir ayı sürüsüydü.

      “Ömrüm