Frederick Herman Martens

Norveç masalları


Скачать книгу

şeyin büyücülükten ibaret olduğunu ifade ederek ıhlamur ağacının kesilmesi gerektiğini söyledi. Kral bunu yapmayı hiç istemiyordu ama Prenses, Kral'a o kadar çile çektirdi ki Kral buna da razı gelmek zorunda kaldı. Hizmetçiler ateş yakmak için ıhlamur ağacının odunlarını almaya dışarı çıktıklarında ne görsünler! Odunlar saf gümüştendi. “Ne Kral'a ne de Prenses'e hiçbir şey söylememeliyiz,” dedi içlerinden biri, “çünkü söylersek odunları öylece yakıp eritirler. Onun yerine odunları dolapta saklayalım. Olur da bir gün karşımıza biri çıkar da evlenmek istersek belki işimize yararlar.” Hepsi bu fikre sıcak baktı bakmasına ama odunları taşımaya başladıktan kısa bir süre sonra odunlar o kadar ağırlaştı ki taşıyamaz hale geldiler. Bunun sebebini anlamak için baktıklarında odunların önce bir çocuğa, çok geçmeden de akla hayale gelebilecek en güzel prensese dönüştüğünü gördüler. Hizmetçiler bu işte bir iş olduğunu düşündüler, Prenses'e giyecek bir şeyler verdikten sonra genç adamı bulmaya gittiler; sonuçta genç adam on iki krallıktaki en güzel prensesi bulmak için yollanmıştı. Böylelikle hikâyeyi genç adama anlattılar. Ocak Mike hikâyeyi duyup da geldiği zaman Prenses; aşçı kızın onu nasıl da havuza attığını, önce bir gümüş balığa sonraysa bir topak gümüşe dönüştüğünü, derken bir ıhlamur ağacı ve devamında odun parçaları haline geldiğini bir bir anlatıp kendisinin gerçek prenses olduğunu söyledi. Kral'a ulaşmak çok zordu, çünkü koyu tenli aşçı kız gece gündüz Kral'ın yanından ayrılmaz olmuştu. Bu nedenle Kral'a, komşu bir krallığın onlara savaş ilan ettiğini söyleyerek onu saraydan dışarı çıkardılar. Kral güzeller güzeli Prenses'i gördüğü zaman öyle bir âşık oldu ki onunla oracıkta evlenmek istedi. Koyu tenli, gösterişsiz aşçı kızın Prenses'e ne kadar gaddarca davrandığını öğrendiğinde de aşçı kızı aynı hızla cezalandırmak istedi. Sonrasında on iki krallıkta da duymayanın kalmadığı bir düğün düzenlendi.

*

      “Üç Limon” (Absjörness, Norske Folkeeventyr, Ny Sam-ling, Christiana, 1871, p. 22, No. 66) masalı, İskandinav bölgesine ait değil, başka ülkelerden bu kültüre giren bir masaldır. Ayrıca doğu ülkelerinde herkesçe bilinen bir masaldır. Gelgelelim Asbjörnsen bu masalı Christiana’daki bir kadının ağzından dinlemiştir, yani bu demek oluyor ki bu masal, kuzeyde kendine bir yer edinmiştir.

      Yeraltindaki Komsu

      Bir zamanlar Telemarken’de bir köylü yaşardı ve bu köylünün kocaman bir çiftliği vardı. Gelgelelim sürüsünden yana şansı yaver gitmiyordu, sonunda evini ve arazisini kaybetti. Neredeyse hiçbir şeyi kalmamıştı, ancak elinde kalan az buçuk parayla şehirden uzak ormanlık alanda, ıssız bir köşede, ufak bir arazi satın aldı. Bir gün çiftliğinin avlusunda yürürken bir adamla karşılaştı.

      “İyi günler komşu!” dedi adam.

      “İyi günler,” dedi köylü, “Burada yalnız olduğumu sanıyordum. Komşum musunuz?”

      “Şuranın ilerisinde çiftliğimi görebilirsiniz,” dedi adam. “Sizinkinden çok da uzakta değil.” Çiftçi daha önce böylesine güzel, böylesine verimli ve böylesine iyi durumda olan bir arazi daha görmemişti. Sonrasında bu komşusunun yeraltı ahalisinden biri olduğunu anladı, buna rağmen korku duymamıştı; komşusunu bir iki kadeh bir şeyler içmek için evine davet etti. Bu teklif komşusunu mutlu etmişe benziyordu.

      “Dinle beni, senden bir iyilik yapmanı isteyeceğim,” dedi komşusu.

      “Önce iyiliğin ne olduğunu bilmeliyim,” dedi köylü.

      “Ahırının yerini değiştirmelisin, bana engel oluyor,” cevabını verdi komşusu.

      “Hayır, bunu yapmayacağım,” dedi köylü. “Ahırı daha bu yaz yaptım ve kış geliyor. Onu kaldırırsam sürümü ne yapacağım?”

      “Peki, ne istersen öyle yap ancak ahırı kaldırmazsan sonuçlarına da katlanırsın,” dedi komşusu. Bunu söyledikten sonra da çekti gitti.

      Köylü bu durum karşısında şaşırıp kalmıştı, ne yapacağını bilemiyordu. Uzun kış geceleri yaklaşırken ahırını yerle bir etme fikri ona hiç cazip gelmiyordu, ayrıca başkalarına muhtaç olmak da istemiyordu.

      Bir gün ahırında dikilirken bir anda yeraltına çekiliverdi. Kendini aşağıda, yeraltında, tarif edilemez bir biçimde etkileyici bir yerde bulmuştu. Her şey ya gümüşten ya da altındandı. Çok geçmeden kendisini komşusu diye tanıtan adam geldi ve ona oturmasını söyledi. Bir süre sonra yemekler gümüş tabaklarda getirildi, bal likörü ise gümüş sürahilerde… Komşusu, köylüyü yemek için sofraya çağırdı. Köylü bu teklife karşı koyamayarak sofraya oturdu, ancak tam kaşığını tabağına daldıracakken yemeğine yukarıdan bir şey damladı. Böylelikle iştahını kaybetti. “Evet, evet,” dedi adam, “ahırını neden sevemediğimizi görebiliyorsun sanırım. Huzurla yemek yiyemiyoruz. Ne zaman sofraya otursak yukardan pislik ve saman dökülüyor, ne kadar aç olursak olalım iştahımızı kaybettiğimizden yiyemiyoruz. Ahırınızı başka yere kurma iyiliğini bana çok görmezseniz ne kadar yaşlanırsanız yaşlanın önünüzde meralar arkanızda ekinler olmasını sağlarım, ancak bu iyiliği yapmazsanız yokluk içerisinde yaşarsınız ömür boyu.”

      Köylü bunu duyar duymaz ahırını yerle bir etmek ve farklı bir yerde yeniden inşa etmek için işe koyuldu. Bir süre sonra yalnız çalışmadığını fark etti, çünkü gündüzleri ne kadar iş yapıyorsa geceleri o uyuyorken de bir o kadar iş yapılmış oluyordu. Anlaşılan komşusu da ona yardım ediyordu.

      Köylü verdiği karardan hiç pişman olmadı, çünkü her zaman için yeterli yemi ve mısırı oldu; böylelikle de sürüsündeki hayvanlar semirdi. Bir keresinde tam bir yıl süren kıtlık olmuştu; yeteri kadar yemi olmadığından sürüsünün yarısını ya satmayı ya da kesmeyi düşünüyordu. Fakat bir sabah sütçü kız ahıra gittiğinde bir de ne görsün! Köpek gitmişti. Onunla birlikte bütün inekler ve buzağılar da tabii. Ağlayarak olan biteni köylüye anlattı. Köylü bunun muhtemelen öküzü otlatmaya götüren komşusunun işi olduğunu düşündü. Gerçekten de öyleydi. İlkbahara doğru her taraf yeşerdiğinde köpeğinin geri geldiğini gördü. Köpek havlıyor, oradan oraya zıplayıp duruyordu. Onu, inekler ve buzağılar izliyordu, tüm sürü öyle semirmişti ki onları izlemek köylüye pek bir keyif vermişti.

*

      “Yeraltındaki Komşu” (Idem, s. 149, Halland, Asbjörnsen’e Björnsjo’da tanıştığı bir Halland yerlisi tarafından anlatıldı, balıkçı), “Trollerin Birası” adlı Danimarka hikâyesini bilen kişilere tanıdık gelecektir. Zaman zaman yeraltı ahalisi ve troller, istekleri yerine getirildiğinde değerbilir ve kibar karakterler olarak, istekleri yerine getirilmediğindeyse rahatsız edici tuhaf karakterler olarak karşımıza çıkarlar.

      Gizemli Kilise

      Günlerden bir gün Etnedal’dan bir öğretmen, balık tutmak için dağlarda konaklamaktaydı. Okumayı çok sevdiği için yanında daima bir iki kitap taşırdı. Uzanmak için vakti olduğunda, tatillerde veya kötü hava nedeniyle balıkçı barakasında kalmak zorunda olduğu zamanlarda kitaplarını okurdu. Bir pazar sabahı barakada uzanmış kitap okurken kilise çanına benzer bir ses duyar gibi oldu. Ses kimi zaman uzaklardan geliyor gibi belli belirsizdi, kimi zamansa öyle belirgindi ki sanki rüzgâr, sesi ona doğru taşıyordu. Hayret ederek uzunca bir süre sesi dinledi, ancak kulaklarına inanamıyordu, çünkü tepelerin ardındaki bölge kilisesi çanlarının sesini buradan duyabilmesi mümkün değildi. Oysa sesi bir an için o kadar net duymuştu ki… Bunun üzerine okuduğu kitabı bir kenara koydu, ayağa kalktı ve yola çıktı. Hava çok güzeldi, güneş tepede parlıyordu ve kiliseye giden gruplar yanından bir bir geçiyorlardı. Hepsi pazar gününe özel giysilerini giymişler,