Frederick Herman Martens

Norveç masalları


Скачать книгу

anlatıcının kimliği bilinmiyor) bir Norveçlinin fırtınalı bir denizde yaşadığı kaza sonucu, tehlikenin tam ortasında karşısına çıkan efsanevi bir yeryüzü cennetidir. Gürültülü dalgaların yakınında verimli olmalarına rağmen çok az getirisi olan tarlalara sahip Norveçli, bu yerin kelimelere sığmaz bereketi ve daimi huzuru karşısında küçük dilini yutar. Udröst, hayatları tehlike ve arayış içinde geçen balıkçı halk için neredeyse bir Kutsal Ada’dır, bir Avalon’dur.

      Üç Limon

      Bir zamanlar anne ve babasını kaybetmiş üç erkek kardeş yaşardı. Aileleri tarafından barınabilecekleri bir ev bırakılmadığından dünyada dolanıp kendi talihlerini aramaktan başka çareleri yoktu. En büyük ve ortanca kardeş yolculuk için hazırlanabildikleri kadar iyi hazırlanmışlar, ancak her zaman ocağın arkasında oturup çakısını yonttuğu için “Ocak Mike” adını taktıkları küçük kardeşlerini yanlarına almak istememişlerdi. Dolayısıyla sabahın ilk ışıklarıyla yola çıkmışlar ancak ne kadar acele etmişlerse de Kral’ın sarayına vardıklarında Ocak Mike da onlarla aynı zamanda saraya varmıştı. Saraya vardıklarında Kral’dan onları hizmetine kabul etmesini istediler. “Öyle mi?” dedi Kral ve düşündü, ancak onlara vermek için uygun bir işi yoktu. Yine de fakir olduklarını bildiğinden bu kocaman sarayda onları meşgul edecek bir şeylerin bulunabileceğini düşündü, duvarlara çivi çakabilir, sonrasında da çivileri yerinden çıkartabilirlerdi. Bunu yaptıktan sonra mutfağa odun ve su taşıyabilirlerdi. Ocak Mike duvara çivi çakma ve çivileri yerlerinden çıkarma konusunda içlerinde en hızlı olanıydı, ayrıca mutfağa su ve odun taşımada da diğerlerinden hızlı çıkmıştı. Bu nedenle erkek kardeşleri onu kıskanmaya başlayıp küçük kardeşlerinin on iki krallık içindeki en güzel prensesle, kral olmak için evlenmek istediğini duyurdular; çünkü kralın eşi ölmüştü ve dul kalmıştı. Bunu duyan Kral, Ocak Mike’a dediği şeyi yapmasını, eğer ki başaramazsa onu kütüğe yollayacağını ve başını kaybedeceğini söyledi.

      Ocak Mike böyle bir şeyi ne düşündüğü ne de söylediği karşılığını verdi ama Kral'ın ne kadar ciddi olduğunu görünce denemeye karar verdi. Böylelikle yiyecekle dolu bir sırt çantası alarak yola çıktı. Ormanda ilerlemeye başlayalı yalnızca kısa bir süre olmuştu ki Mike’ın karnı acıktı, Kral’ın sarayında ona temin edilen erzaklarına bakmaya karar verdi. Büyük bir rahatlıkla bir çam ağacının altına serildiğinde aksayarak yürüyen bir kadının ona doğru gelmekte olduğunu gördü. Kadın, sırt çantasında ne olduğunu sordu. “Et ve domuz pastırması, nineciğim,” dedi genç adam. “Eğer açsanız, lütfen gelin birlikte yiyelim!” Kadın, açlığını bastırdıktan sonra genç adama teşekkür etti ve bu iyiliğinin karşılığı olarak ona bir iyilikte bulunacağını söyleyip ormana doğru aksayarak ilerledi. Ocak Mike kendine ayırdığı payı yedikten sonra bir kez daha çantasını sırtlanarak yoluna devam etti. Yola çıkalı çok olmamıştı ki bir düdük buldu. Bir düdüğü olmasının iyi olacağını, kendi kendine bir ezgi tutturabileceğini düşündü. Sahiden de çok geçmeden düdükten ses çıkarmayı başardı. İşte tam o anda ormanın her tarafını cüceler doldurdu ve hepsi bir ağızdan, “Lordumuz ne emreder? Lordumuz ne emreder?” diye sordu. Ocak Mike, onların lordu olup olmadığını bilmediğini söyledi ama eğer bir emir verecek olsaydı bu, onlardan on iki krallıktaki en güzel prensesi getirmelerini istemek olurdu. "Bu gerçekten çok kolay," dedi cüceler. Bu prensesin kim olduğunu biliyorlardı ve ona yolu gösterebilirlerdi. Böylelikle kendisi gidip prensesi bulabilirdi, çünkü cücelerin prensese dokunabilme güçleri yoktu. Cüceler, Ocak Mike’a yolu gösterdiler; kimse ona müdahale etmediğinden kolaylıkla amacına ulaştı. Bir trol kalesine ulaşmıştı ve orada üç güzel prenses vardı. Ne var ki Ocak Mike içeri ayak basar basmaz üçü de sanki akıllarını kaybetmiş birer kuzu gibi oradan oraya koşturmaya başladılar. Bir süre sonra üçü de pencere pervazında duran birer limona dönüştü. Ocak Mike çaresiz kalmıştı ve bu durum karşısında mutsuzdu, çünkü ne yapması gerektiğini bilemez haldeydi. Bir süre düşünüp taşındı ve ardından üç limonu da alıp çantasının içine koydu. Seyahati süresince olur da susarsa bunu yaptığı için ileride memnuniyet duyabilirdi; limonların ekşi olduğunu duymuştu.

      Epey bir yol aldıktan sonra çok terledi ve susadı. Ne etrafta su ne de susuzluğunu nasıl giderebileceğine dair fikri vardı. Bunun üzerine çantasına koyduğu limonları hatırladı, bir tanesini çıkarıp ısırdı. Bir de ne görsün! Prenses limonun içindeydi, baştan aşağıya gerçekten de oradaydı, “Su, su!” diye haykırdı. “Eğer birazcık su bulamazsam,” dedi Prenses, “öleceğim.” Genç adam su bulabilmek için koşturup durdu ancak çevrede su bulmak imkansızdı. Geri döndüğünde Prenses çoktan ölmüştü.

      Ocak Mike bir süre daha yoluna devam etti ama susadıkça susuyordu. Susuzluğunu giderecek herhangi bir şey bulamadığı için çantasından bir limon daha alıp ısırdı. Bir de ne görsün! Bir diğer Prenses limonun içinden ona bakıyordu, ilkinden çok daha güzeldi. “Su,” diye haykırıp eğer biraz su içmezse öleceğini söyledi Prenses. Ocak Mike taşların, yosunların altlarına bakındı durdu ancak ortada su falan yoktu. Böylece bu Prenses de öldü.

      Ocak Mike işlerin kötüden daha da kötüye gittiğini hissediyordu. Bu gerçekten de doğruydu, çünkü yoluna devam ettikçe sıcak daha da bastırıyordu. Seyahat ettiği bölgede hava öyle kuruydu ki tek bir damla dahi su bulabilene aşk olsun. Susuzluk yüzünden yarı ölü gibiydi. Uzun bir süre boyunca kalan son limonu ısırıp ısırmamak konusunda kararsız kaldı ama sonunda yapılacak başka bir şey olmadığına karar verdi. Limonu ısırdığında, içindeki prensesin ona doğru baktığını gördü. Bu, on iki krallıktaki en güzel prensesti ve biraz su içemezse oracıkta öleceğini söyledi. Ocak Mike bir oraya bir buraya koşturup su aradı. Bu sefer şansına kralın değirmencisiyle karşılaştı. Değirmenci ona değirmen havuzunun nerede olduğunu tarif etti. Ocak Mike, içinde prensesin olduğu limonu da alıp değirmen havuzuna giderek ona havuzdan su verdiğinde Prenses limonun içinden dışarı çıkıverdi. Gel gör ki kızın üzerinde giyecek hiçbir şeyi yoktu. Bu yüzden Ocak Mike ona gömleğini verdi. Prenses gömleği giydikten hemen sonra bir ağaca tırmandı. Ocak Mike Kral'a yaşanan her şeyi anlatıp Prenses'i bulduğunu söyleyene ve kaleden giyecek bir şeyler getirene kadar onu burada bekleyecekti.

      Bu esnada kralın aşçısı havuza su almaya gelmişti. Aşçı kız, havuza yansıyan şirin yüzü görünce kendi yüzü sandı ve o kadar mutlu oldu ki zıplayıp dans etmeye başladı. Ne kadar da güzel bir yüze kavuşmuştu böyle!

      “Şeytan alsın suyu umurumda değil, bunu umursamak için fazla güzelim!” dedi aşçı kız ve su kovasını fırlatıp attı ama sonra fark etti ki sudaki yansıma ağaçta oturan Prenses'in yüzüne aitti. Bu onu o kadar kızdırdı ki Prenses'i ağaçtan indirip havuza itti. Sonra da Ocak Mike’ın gömleğini giyip ağaca kendisi tırmandı. Kral gelip de yanık tenli, gösterişsiz mutfak hizmetçisini görünce kızarıp bozardı ancak insanların onun hakkında on iki krallıktaki en güzel kız dediklerini öğrenince, gönülsüz de olsa buna inanmak durumunda kaldı. Kızı bulmak için bunca çaba sarf eden Ocak Mike’a haksızlık etmek de istemiyordu. “Belki mücevherler takındığı ve iyi giysiler giydiği zaman güzelleşir,” diye düşündü Kral. Böylece kızı evine kabul etti. Bunun üzerine perukacılar7 ve terzi kadınlar getirilmesi emredildi. Kıza takılar takıldı ve tıpkı bir prenses gibi giydirildi, ancak tüm bu süsleyip püslemelerden sonra dahi hâlâ yanık tenli ve gösterişsizdi. Bundan bir süre sonra aşçı kız, su almak için havuza gittiğinde kovasında çok güzel gümüş bir balık gördü. Kovasını saraya taşıdı ve balığı Kral'a gösterdi. Kral balığın muhteşem bir güzelliğe sahip olduğunu düşündü,