Natsume Soseki

Sanşiro


Скачать книгу

Bir tek geniş şilte getirmişti; Sanşiro “Yere iki şilte sermelisiniz,” deyince hizmetçi kadın, “Odanız çok ufak, cibinlik de çok dar,” gibi bahaneler öne sürmeye başladı. Üşendiği açıkça belliydi. “Şimdi şef otelde değil, gelince ona sorup öyle getireyim şiltenizi,” dedi, inat edip o tek şilteyle tek cibinliği serdi ve gitti.

      Bir müddet sonra kadın odaya döndü. “Kusura bakmayın, geciktim,” dedi. Sanşiro, kadının ne yaptığını cibinliğin ardından net göremiyordu ama çıngır çıngır birtakım sesler duyuyordu. Bu sesler, kadının çocuğuna hediye diye aldığı oyuncaktan geliyordu herhalde. Kadın, oyuncağı paketine geri sarıp bağladı. Cibinliğin içinden, “Hayırlı geceler,” diye seslendi kadın. Sanşiro, “Hı hı,” diye cevap verirken eşikte oturup yelpazeyi kullanmayı sürdürdü. “En iyisi bu şekilde sabahlamak,” diye düşündü. Ama sivrisinekler vızır vızır saldırıyordu. Cibinlik dışında kalırsa onlardan kaçıp kurtulamazdı. Sanşiro çantasından eprimiş bir gömlek ve bir paçalı don çıkardı, bunları giyerek üstüne çivit mavisi kuşağını bağladı. Bundan sonra iki tane Batı tarzı havlu13 alıp cibinliğin içine girdi. Kadın, şiltenin diğer tarafında yelpazeleniyordu.

      “Kusura bakmayın, ben biraz pimpirikli adamımdır, başkasının kullandığı şiltede uyuyamam… Kafama bit filan bulaşır diye korkarım. Kendimce bir çözüm buldum, müsaadenizle.”

      Sanşiro böyle dedikten sonra, çarşafın şiltenin kıyısından sarkan kenarını kadının uyuyacağı yana doğru katlamaya başladı. Çarşafla, şiltenin tam ortasını boydan boya kateden beyaz bir sınır çizgisi çekti. Kadın, yattığı yerde yuvarlanarak kenara çekildi. Sanşiro, Batı tarzı havlularını açıp bunları kendi bölgesine yan yana yaydı, yan gelip havluların üstüne uzandı. O gece Sanşiro, elini ayağını bu eni dar Batı havlularından bir santim bile çıkarmadan yattı. Kadının ağzından tek söz bile çıkmadı. O da duvara dönmüş halde yattı ve yerinden kımıldamadı.

      Gün ağardı. Yüzlerini yıkayıp kahvaltıya oturduklarında, kadın neşeyle gülümseyerek “Gece size bit gelmemiştir umarım,” dedi. Sanşiro da ciddi bir tavırla, “Evet, gelmedi. Sağ olasınız, sayenizde,” gibisinden bir şeyler söyledi ve başını öne eğip yemek çubuklarını çanağındaki üzüm bezelyelerine14 daldırdı.

      Hesabı ödeyip handan çıktılar, istasyona vardıkları zaman kadın, ilk kez, Yokkai şehrine gideceğini söyledi Sanşiro’ya. Sanşiro’nun treni kısa bir süre sonra geldi. Kadınsa, kendi treni henüz gelmediğinden biraz beklemek zorunda kalacaktı. Sanşiro’ya biletlerin kontrol edildiği yere kadar eşlik eden kadın, “Size türlü sıkıntı çıkardım… Sağlıcakla kalın,” diyerek kibarca eğildi. Sanşiro, tek eli çantası ve şemsiyesiyle dolu vaziyette, serbest eliyle o eski şapkasını çıkartıp tek kelimeyle “Elveda,” dedi. Kadın, onun yüzünü uzun uzun süzdü; ama sonra, sakin bir ses tonuyla “Siz cesaretten oldukça yoksun bir insansınız, değil mi?” diyerek sırıttı. Sanşiro, kendini platformun üstüne fırlatılıp atılmış gibi hissetti.

      Vagona bindikten sonra iki kulağı birden yanmaya başladı. Bir süre, koltuğunda büzülerek oturdu. Nihayet kondüktörün düdüğü, uzun trenin her yanından işitildi. Tren hareket etti. Sanşiro, başını usulca pencereden dışarı çıkardı. Kadın çoktan bir yerlere gitmişti bile. Gözüne sadece istasyonun büyük saati çarptı. Sanşiro, yine usulca kendi koltuğuna döndü. Vagonda pek çok yol arkadaşı vardı. Ama Sanşiro’nun haline, tavrına bakan bir tek kişi bile yoktu. Sadece çaprazında oturan adam, koltuğuna otururken Sanşiro’ya şöyle bir baktı.

      Adamın bakışı, Sanşiro’yu nedense huzursuz etmişti. “Kitap filan okuyup kafa dağıtayım,” diye düşünüp çantasını açtığında, dün geceki Batı tarzı havlusu sıkıca rulo edilmiş halde karşısına çıktı. Onu yana ittirip altına elini uzattı, neye rastlarsam bahtıma deyip tuttuğu şeyi çektiğinde, çantadan çıka çıka okusa da anlamayacağı bir Bacon derlemesi çıktı. Bacon’a hürmetsizlik denecek kadar ucuz, iple tutturulmuş bir ciltti bu. Aslında trende kitap okumaya niyeti yoktu ama bavulunda kitapları koyacak yer bulamayınca bunu, başka iki üç ciltle beraber çantasına koymuştu ve ne şans ki şimdi eline bu kitap gelmişti. Sanşiro, Bacon’ın kitabının yirmi üçüncü sayfasını açtı. Aslında başka bir kitap da olsa, kendini okuyabilecek gibi hissetmiyordu. Hele Bacon okumak, içinden hiç gelmiyordu tabii ki. Yine de Sanşiro, istemeye istemeye yirmi üçüncü sayfayı açtı, sayfanın her yerine göz gezdirdi. Sanşiro, yirmi üçüncü sayfanın huzurunda, geçen gecenin muhasebesini yapmak niyetindeydi.

      O kadın neyin nesiydi öyle? Dünyada öyle kadınlar da var mıydı yani? Kadın dediğin, öylesine sakin, öyle kayıtsız olabilen bir şey miydi? Cehalet miydi bunun adı, yoksa cüret miydi? Yoksa “saflık” sözcüğü mü daha uygundu? Yani, işi sonuna kadar götürmediği için şimdi hiçbir şey anlayamıyordu. Keşke cesaret edip kadınla biraz daha konuşmuş olsaydı. Ama korkunçtu. Ayrıldıkları an suratına, “Siz cesaretten yoksun birisiniz,“ denince irkilmişti. Yaşadığı yirmi üç yıldaki zaafların bir seferde gözler önüne serildiğini hissetmişti. Ana babası bile, ona bu kadar ustaca laf dokunduramazdı.

      Sanşiro’nun morali şimdi iyice bozulmuştu. Adeta hiç tanımadığı birisi, onu yüzünü yere eğdirecek kadar azarlamıştı. Bacon’un yirmi üçüncü sayfası karşısında dahi, kendini çok mahcup hissediyordu. Paniklemeden, sakince düşünmesi lazımdı. Mesele ne aldığı tahsildi ne üniversite öğrencisi olması. Karakteriyle ilgili bir konuydu bu. Başka şekilde davransa daha iyi olurdu herhalde. Ama belki de, bir kadından gelen öyle bir çıkışa, eğitimli birisi olarak kendisinin başkaca tepki vermesi olanaksızdı. O halde, kendisinin kadınlara temkinsizce yaklaşmaması gerekiyordu. Bir tür özgüvensizlikti bu. Resmiyete hapsolmaktı. Adeta bir sakatlıkla doğmuş olmak gibiydi. Lakin…

      Sanşiro, aklındaki konuyu değiştirip başka bir dünyayı düşünmeye koyuldu. Şimdi Tokyo yolundaydı. Üniversiteye girecekti. Ünlü âlimlerle dirsek teması kuracaktı. Klas sahibi öğrencilerle ahbaplık edecekti. Kütüphanede araştırma yapacaktı. Yazarlıkla uğraşacaktı. Toplumdan itibar görecekti. Annesi mutlu olacaktı. Böyle bir geleceği tembelce düşünüp keyfini geri getirdi, artık yüzünü yirmi üçüncü sayfaya gömme ihtiyacı duymuyordu. Pat diye başını kitaptan kaldırdı. Kaldırınca, çaprazındaki o adamın yine kendisine doğru baktığını gördü. Bu sefer, Sanşiro da adamın bakışlarına karşılık verdi.

      Adam, kalın bir bıyık bırakmıştı. Yüz hatları narindi, göze biraz Şinto rahibi gibi gelen bir adamdı. Yalnız dümdüz ve uzun burnu, ona Avrupai bir hava veriyordu. Öğrencilik hayatı henüz devam eden Sanşiro, ne zaman böyle bir tip görse onun bir öğretmen olduğunu varsayardı. Adam sade desenli bir kimononun altına, mütevazı beyaz bir gömlek giymişti; çorapları çivit mavisiydi. Bu kıyafetten yola çıkarak, Sanşiro karşısındakinin ortaokul öğretmeni olduğuna hükmetti. Görkemli bir gelecek hayali kuran Sanşiro’nun gözüne gayet sıkıcı görünen biriydi. Adam kırkında vardı. Bu saatten sonra kendini geliştiremezdi herhalde.

      Adam sigarasından derin nefesler çekiyordu. Burnundan uzun duman sütunları çıkıyordu; kollarını kavuşturarak oturuşuna bakınca, ne kadar rahat bir adam diye düşünüyordunuz. Ve siz tam öyle düşününce, adam ansızın, belki tuvalete gitmek için, ayağa kalkıyordu. Kalkınca hımlayarak gerindiği de oluyordu. Galiba canı sıkılıyordu. Yanındaki yolcu, okuduğu gazeteyi bitirip yanına koyduğunda adam, gazeteyi ödünç almak için teşebbüste bulunmadı. Sanşiro durumu yadırgamıştı, Bacon derlemesini bir