="#b00000015.jpg"/>
Sir Matthew James Barrie, (Doğumu: 9 Mayıs 1860, Kirriemuir, Angus, İskoçya. Ölümü: 19 Haziran 1937, Londra, İngiltere.) İskoç romancı ve oyun yazarıdır. Barrie’nin en çok bilinen yapıtı Peter Pan, pek çok kez sinemaya ve tiyatroya uyarlanmış ve birçok dile çevrilmiştir. Barrie, 1913’te V. George tarafından “baronet” unvanıyla onurlandırılmış, 1922’de ise liyakat nişanına layık bulunmuştur.
J.M. Barrie
6 yaşındayken kardeşinin ölümüyle sarsılan Barrie, annesinin bu olay üzerine bunalıma girmesinden de çok etkilenmiş ve bu dönemin izlerinden hayatı boyunca kurtulamamıştır. Edinburgh Üniversitesi’ndeki öğreniminin ardından bir süre gazetecilik yapmıştır. İlk kitaplarında doğduğu ve büyüdüğü yerde geçen hikâyeler anlatmış; yine bu yıllarda ilk oyunlarını kaleme almaya başlamıştır.
1894’te aktris Mary Ansell’le evlenmiş; 1897’de en sevdiği yazarlardan George du Maurier’nin kızı Sylvia Llewelyn Davies’le tanışmıştır. Hem Sylvia’yla hem de Sylvia’nın çocuklarıyla özel bir bağ kuran Barrie, aileyi sık sık ziyaret etmeye başlamıştır.
Sylvia Llewelyn Davies
Aileye maddi açıdan da destek olan yazar, tüm özel günleri çocuklarla oyunlar oynayarak geçirmiş ve adeta yaşayamadığı çocukluk günlerini telafi etmeye çalışmıştır. Başyapıtı Peter Pan yazarın bu çocuklardan aldığı ilhamla ortaya çıkmış ve aynı zamanda bu çocuklar Peter Pan’in maceralarını ilk dinleyenler olmuştur. Sylvia’nın 1907 yılında ölmesinin ardından Barrie, çocukların bakımını üstlenmiştir.
Peter Pan karakteri ilk kez 1902 tarihli The Little White Bird adlı kitapta okurlarla buluşmuştur. 2 yıl sonra ise Peter Pan adını taşıyan oyun Londra’da ilk kez sahnelenmiş ve büyük bir başarı kazanmıştır. Bu tarihten sonra Barrie yetişkinlere yönelik oyunlar yazmaya devam etmiştir. Yapıtlarının hiçbiri Peter Pan’in önüne geçememişse de her biri son derece başarılı olmuştur. 1917 tarihli Sevgili Brütüs ve 1920 tarihli Mary Rose adlı oyunlar tıpkı Peter Pan gibi başka bir boyuta geçmeyi konu alır.
Llewelyn Davies ailesinin çocukları Nico, Jack, Peter, George ve Michael babaları Arthur’la birlikte.
Robert Louis Stevenson’la mektup arkadaşı, Bernard Shaw’la komşu, H.G. Wells’le çok yakın dost olan Barrie; Rudyard Kipling, Arthur Conan Doyle, Jerome K. Jerome, G.K. Chesterton, A.A. Milne gibi pek çok edebiyatçıyı bir araya getiren amatör bir kriket takımının kurucusudur.
Ölümünden önce Peter Pan’in tüm haklarını Great Ormond Çocuk Hastanesi’ne devreden Barrie, 1937’de zatürre sebebiyle hayatını kaybetmiş ve Kirriemuir’de ailesinin yanına gömülmüştür.
Peter Pan kılığına girmiş Michael ve J.M. Barrie (1906)
J.M. Barrie’nin Llewelyn Davies ailesiyle geçirdiği günleri anlatan Düşler Ülkesi (Finding Neverland) filminden bir görüntü.
Yayıncının Notu
J.M. Barrie’nin dünya çapındaki ününü Peter Pan’e borçlu olması sebebiyle diğer yapıtları zaman zaman göz ardı edilmektedir. Oysa kaleme aldığı diğer oyunlar yıllar boyunca pek çok ülkede sahneye konmuş ve izleyiciler tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanmıştır.
Bir yaz gündönümü arifesinde karakterlerin sihirli bir ormana girmeleri ve kendilerini hayal ettikleri her şeye sahip oldukları bir hayatta bulmalarını konu edinen Sevgili Brütüs’te Barrie, sıradan insanlara hayatlarını yeniden kurma şansı verir; bu şansı onlardan geri aldığındaysa onları hayatlarına dair düşüncelerle baş başa bırakır.
Barrie’nin eğlenceli ve aynı zamanda düşündürücü oyununu Türkçeye kazandırıyor olmaktan mutluluk duyuyoruz.
I. PERDE
Karanlık bir oda. Bir fareyi dahi ürkütmeyecek kadar usulca açılan perde odayı ortaya çıkarır. Amacımız, iki başkahramanımızı yani Karanlık ve Aydınlık’ı gafil avlamaktır.
Oda, neredeyse görünmeyecek kadar loştur; ancak arka tarafta Fransız usulü pencere kanatları göze çarpmaktadır. Lob’un üzerine ay ışığı vurmuş bahçesi pencerelerden görülmektedir. Bu oda ve bahçenin temsil ettiği Karanlık ve Aydınlık son derece sessizdir. Fakat bu sessizliğin, eski düşmanların karşılaşmadan evvel birbirlerini süzdükleri o kısacık zaman olduğunu hissederiz. Onlara son talimatlarını vermek üzere çiçeklerin arasından süzülen ay ışığı, yüzlerinde bir tebessüm bırakır; fakat bu, karanlıkta yaşayanlar için kötülük barındıran bir tebessümdür. Ardından, ay ışığının pencereleri yavaşça açtığını görürüz. Zira ev ahalisinden bir suç ortağı vardır: Lob. Onunla konuşacak sanırız ama böyle olmaz. Karanlıkta yaşayanlar arasındaki kargaşa buna engel olur.
Bu masumlar yemek odasındadır ve ara kapı sayesinde seslerini duyarız. Aydınlık koridorda koyu gölgeler belirir ve ışıksız odaya giden iki basamakta tereddüt içinde beklerler. Hayalci olanlarımız, çiçekler arasında bir hışırtı işitebilir. Karşılaşma, bizim tasarladığımız şekilde olmasa da başlamıştır.
SESLER
“Haydi, Coady. Bize yolu göster.” “Ah Tanrım! Neden önden ben gidecekmişim, hiç anlamıyorum.” “En iyiler daima önden gider de ondan.” “Eğer aranızda en iyi bensem burası epey tuhaf bir ev demektir.” “Hakikaten tuhaf bir ev.” “Kapıyı kapamayın, elektrik düğmesini göremiyorum.” “İşte burada.” El yordamıyla ilerlemeye çalışmaktadırlar ve bu tecrübeyi gece sona ermeden bir kez daha, hem de daha berbat bir şekilde yaşayacaklarından habersizdirler. Biri, elektrik düğmesini bulur ve oda aydınlanır. Bahçe, sanki ilk karşılaşmada hezimete uğramış gibi bir adım geriye çekilmiş gözükmektedir. Aslında sadece beklemededir.
Bir anda beliriveren masum görünümlü bu oda, bir bekâr evinde olmasına karşın güzel bir sayfiye evinin oturma odası gibidir ve aslında erkek elinden çıkamayacak kadar ince kadınsı dokunuşlarla doludur. Odada bir kadına kötü görünecek hiçbir şey yoktur, muhtemelen bahçeden koparıldığı halde onunla uyumsuzluk gösteren çiçekler hariç. Şömine şüphe uyandırıcıdır. Muhtemelen diğer duvarlar yokken orada bulunan kalın bir duvara oyulmuştur ve Lob’un yalnız başına oturup mavi dumanlar arasında kendi kendine konuştuğu bir oyuk olabilir burası. Bu şöminenin karşısındayken, gölgeler arasına saklanmış bir cüce kadar evinde hissediyordur kendini; fakat odanın geri kalanına pek aşina değildir. Mesela, yalnız başına yatağına giderken odanın diğer taraflarını gördüğünde uzun uzun ve dikkatle bakar, sonra da pek rahatsız olarak kıkırdar.
Yalnızca biri yaşlıca olmak üzere beş kadın vardır. Karanlıktaki seslerden birinin çoktan “en iyi” ilan ettiği Bayan Coade adlı kadındır yaşlı olan. En iyileri odur; gerçi onu böyle tanımlayan ses de pek usta bir hakem sayılmaz. Yakınları tarafından Coady diye çağrılır; yıllardır birlikte olduğu kocasının soyadıdır bu. Coady, balıketli bir kadındır ve çocukluğundan beri yüzünden eksik olmayan neşeli bir gülümsemesi vardır. Yüzyıl yaşayacak olursa, nüfus sayımı yapan görevliye doksan dokuz yaşında olduğunu söyleyecektir. Sakin hayatının yok etmediği hiçbir kötü alışkanlığı yoktur. Kocası Bay Coady’den yana tek bir şikâyeti vardır; ilk karısını çoktan unutmuş olduğundan yakınmaktadır. Tuhaf bir şikâyet doğrusu. Bizim Bayan Coady, kocasının ilk eşini hiç tanımamıştır ama bazen kadının portresine bakar ve kahverengi bir saç buklesi gibi birtakım hatıraları saklar. Gerçi aynı derecede nazik Bay Coady, bir zamanlar bu hatıraların üzerine titremiştir fakat artık unutmuştur. İlk karısı biraz topaldır ve kısa süren evlilikleri süresince onun için yanında ayak desteği taşımayı hiç ihmal etmemiştir. Hatta bu duruma öyle alışmıştır ki bizim Bayan Coady’yle çeyrek yüzyıl geçirdikten sonra dahi sanki o da topalmış gibi gittikleri her yerde tabure bulup getirir. Bayan Coady bu durum nedeniyle yüz