Sabri Kaliç

Tarihimizdeki garip olaylar 2


Скачать книгу

olur. Ağaçlar kökünden kopar, Baba çocuğundan ayrılır. Bitkiler mahvolur. Nesil kurur. Analar sevgililerinden ayrılır, dul kalır. Yerde «köngül» denilen zehirli ot biter. Kökünden sarı çekirge çıkar. Hayvanlara çarparsa hayvanların, insanlara çarparsa insanların kanlarını sömürür. İşte o zaman Şal-yime Tanrı haykırır:

      – Bu yana bak Mangdaşire, yardım et, «köngül» otunu mahvedemedim. Köngül otunun kökünde konur yılan var.

      Mangdaşire’den ün çıkmaz. Ondan yardım olmadıktan sonra Şal-yime yine haykırır:

      – Büyük Hakan halkını bıraktı, cins aygır sürüsünü bıraktı, yer altüst oldu, sular kurudu, yakalı giyimlerin yakası parçalandı, yönetilen yurt başsız kaldı, kuşlar yuvalarını, geyikler duraklarını (barınaklarını), kadınlar yuvalarını bıraktı.

      Maytere’den ses çıkmaz.

      Bundan sonra Erlik’e bağlı kahramanlardan Karaş ile Ke-rey yeryüzüne çıkarlar, onlar çıkınca Ülgen’in kahramanları Mangdaşire ile Maytere, bunlarla savaşmak üzere, gökten yere inerler. Maytere’nin kanı ateş olarak yeryüzünü kaplar, işte o zaman Kalgançi Çak olur.

      At, Avrat, Toprak…

      Milattan Önce 209 yılında liderliği kendisine değil de öteki kardeşine bırakmak isteyen babası Teoman’ı, üvey annesi ve öteki kardeşlerini öldüren Mete, Hun Kağanı oldu. Hedef gözetmeden rastgele ok atanı öldürecek kadar acımasızdı, sert bir kişiliği vardı. Bu onun genç yaşlarda başına gelen kötü olayların etkisine bağlanabilir. Ancak, büyük göçebe gruplarını disiplinli bir ordu durumuna getirebilmenin başka yolları da var mıdır, bilinmez. Mete Han, düzensiz savaş tekniğine, gelişmiş bir taktik katmıştı. Çavuş oku adı verilen taktik sayesinde, attığı oklar ıslık çalarak gider, bu oku takip eden yanındaki savaşçılar da oklarını tek bir hedefe doğru yöneltip düşmana ağır kayıplar verdirirlerdi. Komşu Tunguzlar, Mete tahta çıktıktan sonra, ünlü binek atını istemek üzere ona haberci yolladılar. Amaçları savaşmaktı, atın verilmediğini bilmekteydiler. Danışmanlar da, genç Hakan’a, atını vermemesini öğütlediler. Gelgelim Mete dinlemedi: “Bir at yüzünden iyi komşuluk ilişkileri bozulur mu?” deyip, habercilere atını verdiğini söyledi.

      Tunguzlar yüz buldular. Biraz vakit geçince yeniden haberci gönderip, bu sefer de ondan eşlerinden birini istediler. Danışmanlar iyice ayaklanmışlardı. “Attan sonra avrat da verilecek mi?” diye sorarlardı.

      Mete:

      “Ya ne olacak? Bir kadın yüzünden iyi komşuluk yıkılır mı?” deyip kadınını da verdi.

      Bir süre sonra ise, Tunguzlar iki ülke arasındaki verimsiz bir toprağın kendilerine verilmesini istemişlerdi. Mete:

      “At benimdi, verdim.” dedi. “Kadın benimdi, verdim. Toprak ulusumundur, veremem!”

      Ve kalktı, ordusuyla Tunguzların üstüne yürüdü. Ezdi, geçti. Mete, Türk destanlarında “Oğuz Kağan” adıyla anılır.

      Türklerde Kartal

      Belirtildiği üzere, kartal kutsal hayvandır. Yeryüzünden gökyüzüne, insanlardan Tanrı’ya haber ulaştırır.

      Yakutlar inanmışlardır ki, karların ve buzların erimesi, ilkbaharın gelmesi, kartalın kanatlarını sallamasına bağlıdır. Kartal adını anarak yalan yere ant içenlerin ocağı söner, tohumu kesilir. Herhangi bir Yakut, evinin yanında bir kartal görürse ona et şöleni çekmeyi kendine borç sayar. Hazır eti yoksa bir hayvan kesmekten da çekinmez. Şamanlık geleneklerine karşı kayıtsız ve yeni düşünceleri benimsemiş olan bir Yakut’un buzağı keserek şölen çektiğini, V. M. Lonov adlı bilgin, 1913 yılında yayınladığı kitabında, şaşkınlığını bildirerek yazmıştır.

      Türklerde At

      Başlangıcından bugüne, Türk topluluklarında at, insanın en yakın yardımcısı, dostu olagelmiştir. Hun toplumunda at kullanımı oldukça yaygındır. Ayakta yeni durabilen, yürümeye çalışan çocuğun yanı başında eğerlenmiş bir atın durduğu söylenir. Bir Batılı tarihçi der ki: “Hunlar atlarının üzerinde iken, bir kentor (Mitolojide yarı at,yarı insan yaratık) bile, kendi gövdesiyle bu kadar sıkı bir bağlantı kuramaz.” Gerçekten, bu bağ o kadar sıkıydı ki, Hunlar, alışverişlerini at sırtında yapar, at sırtında uyurlar, at sırtında yerler ve içerler, türlü eğlencelerini (cirit) yine at sırtında yerine getirir, evlilik törenleri sırasında at sırtında eş alıp eş verirlerdi. Çok değer verdikleri bu hayvanı, yerin ve göğün hakimi Tengri’ye kurban olarak sunarlardı. Hatta yapılan arkeolojik kazılar sayesinde öğrendiğimize göre, mezarlarına bile atlarıyla gömülmek isteyen ve zaman zaman bunu başaran asker ve devlet büyüğü sayısı hiç de az değildir.

      Yamalı Cübbe

      Din adamlarının özel kılık taşımaları çok eski zamanlardan, ilkel çağlardan kalma bir gelenektir. Şamanlar 60 yamalı cübbe (cübbeleri meral ya da ak koyun derisinden yapılırdı), üç karış uzunluğunda kırmızı kumaştan külâh (külahlarda resimler ve boncuklar bulunur) giyerler, davul, dümbelek, tef, üç telli saz, çıngırak taşır ve çalarlar.

      Dinsel törenlerde kurban edilen hayvanların kemikleri kırılmaz, köpeklere verilmez; ateşte yakılır, ya da yere gömülür.

      Ayısıt

      Ayısıt, yaratıcı, bereket ve bolluk sağlayıcı dişi ruhlar kümesine denir. Bunlardan kimi bebekleri ve kadınları, kimi de hayvan yavrularını ve dişi hayvanları korur. Ayısıtlar, dağınık durumda bulunan hayat öğelerini toplayıp birleştirerek ‘kut’ yaparlar. Bu ‘kut’ denilen nesneyi ana karnındaki çocuğa üflerler. Böylece çocuğa can verirler. Gebe kadınlar her zaman bu ruhların koruyuculuğu altındadırlar. Kuğu kuşları ‘ayısıt’ların temsilcisidir, onlara dokunulamaz. Yakutların inançlarına göre ‘ayısıt’lar gökten, gümüş tüylü beyaz kısrak biçiminde inerler. Yele ve kuyruklarını kanat gibi kullanırlar. İnsanları koruyan ayısıtlar yaz günlerinde güneşin doğduğu yerde, hayvanları koruyan ayısıtlar ise kış günlerinde güneşin doğduğu yerde bulunurlar.

      Yakut kızları ayısıt adına ‘tangara’ (put) yapıp karyolalarının altına saklarlar.

      Yakışıklılığın Anlatımı

      Mete ya da Oğuz Kağan ilk Türk destanlarının başlıca kahramanıdır. Destan türünün yapısı gereği, bu anlatılarda, kahramanlar övülmektedir. Biz burada, “Oğuzname” adlı eserde, Oğuz Kağan’ın nasıl bir övgüyle anlatıldığına bakalım:

      “Oğuz doğduğu zaman yüzü mavi, ağzı ateş gibi kırmızı, gözü, saçı ve kaşları kara bir dünya güzeliydi. Anasının memesinden ilk sütü emdikten sonra bir daha emmedi. Yiyecek istedi, konuşmaya başladı. Kırk gündü büyüdü. Oğuz’un ayaklan öküze, vücudu kurda, göğsü ayıya benzerdi. Böğrü kıllıydı.”

      Şaman (Kam)

      Kamlık (şamanlık) sanatı öğrenmekle elde edilemez. Kam olmak için belli başlı bir kamın soyundan olmak gerektir. Hiç kimse kam olmak istemez. Ama, geçmiş kam-ata’ların ruhundan biri kam olacak torununa tebelleş olur; onu kam olmaya zorlar. Bu hale Altaylılar ‘töz basıp yat’ (ruh basıyor) derler. Ata ruhu tebelleş olmuş adam bundan kurtulmaya çalışır. Şamanlığı kabul etmemekte direnirse deli olur. Şamanların hepsi sinirli, hırçın adamlardır. Bir ailede çocuklardan biri şamanlık belirtileri