Sabri Kaliç

Tarihimizdeki garip olaylar 2


Скачать книгу

buyruğu gereğince Musevilik inancında karar kılmışlardır.

      At Kuyruğunu Bağlamak

      Hun Kurganları’nın mezarlarından çıkartılan at cesetlerinin kuyruklarının kesik ya da düğümlü oldukları görülmüştür. Bu, eski çağlardan beri Türkler arasında yaygınlaşan yas geleneğinin bir belirtisidir. Bu geleneğin sürekliliğini İç Asya’da Türk topluluklarının Göktürk çağında kaya üzerlerine yaptıkları sayısız resimlerden izlemek mümkündür. İslam kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Malazgirt savaşı başlamadan önce, Alp Arslan duasını yapmış, sonra kendi eliyle atının kuyruğunu bağlamıştır. Askerleri de onun gibi yapmışlar, atlarının kuyruklarını düğümlemişlerdir.

      Kazaklarda at kuyruğunu kesmek atı tullamak, yani dul yapmaktır. Sahibi ölmüş olan bu ata artık hiç kimse binemez. Kırgızcada ise tuldamak, yas tutmak anlamına gelir.

      Kurbanın Cinsiyeti

      Türklerde kanlı kurban törenlerinin çoğunda hayvanların erkek cinsi kullanılırdı. Dede Korkut kitabında da belirtildiği gibi, kesilecekse koç, erkek deve, boğa, aygır kesilirdi.

      At, değerli kurbandı, o ancak Gök-Tanrı’ya ve az sayıda kurban edilirdi. Oysa, aşağıdaki dünyanın ruhlarına karşı insan sürekli olarak kendini koruyup kollamak zorunda olduğundan, bol sayıda koç ve dağ koyunu kurban etmek gerekirdi.

      Çerh-i Felek (Çarkı Felek)

      Felek, durmadan üzerimizde dönen gök kubbeden başka şey değildir. Bu astronomik inanış, aslında Ptolame, yani Batlamyus’un inanç ve kuralına dayanıyordu. Arap ve Acemler, gök kubbenin durmadan döndüğüne inandıklarından, bu dönüş haline ‘Çerh-i Felek’ demişler. Türkler bu deyimi Türkçeleştirerek ‘Çarkı Felek’ yapmışlardır.

      Eski Türkçede ‘çığrı’, değirmen, su dolabı gibi aletlerin çarkları için kullanılan bir sözdü ve Türkler, durmadan dönen bu gök kubbesine ‘Gök Çığrısı’ diyorlardı. Gök çıkrığının durmadan dönmesi, insanlara iyi ya da kötü baht getiriyordu.

      Bütün kötü alın yazıları ‘Kahpe Feleğin’ bir oyunuydu.

      Sonradan, Karahanlı Devleti zamanında, gök çıkrığı ile Felek’e ‘Evren’ denildi. ‘Evren evrilûr’, yani ‘döner’ di. Ayrıca, Türkler ‘Gök Çıkrığı’nı bir ‘yay’ biçiminde tasarlıyorlardı.

      Güneş ile Ay

      Altay Türklerinde gündüzleri ışıtan Güneş, ‘sıcaklığın’; geceleri görünüp de hiçbir ısı vermeyen Ay ise ‘soğukluğun’ simgesidir. Kimi geceler tepsi gibi yuvarlak ve parlak, kimi geceler kavun-karpuz kabuğu dilimi gibi ince ve sönük olan ayı, belli zamanlarda her halde yukardaki kutsal kurtlar yiyip bitirmekteydi. Ay böyle ince bir dilim halini aldığında, kurtlar ve ayılar, onu yemeği bırakırlar, ay da inine gider yatar dinlenir, yarasını sarar, sonra yine ortaya çıkıp parlamaya başlardı.

      Gök ve Yer Kaç Kattır?

      İslam tasavvufunda gök dokuz kattır. İlk yedi kat, görüp bildiğimiz gök katlarıdır. Sekizinci kat, yıldızların ve burçların bulunduğu, döndükleri kattır. Dokuzuncu kat “arş”tır, dokuzuncu katın yukarısı “Atlas”tır.

      Gök tepemizde durmadan döner ve bu dönüşten şunlar çıkar: 1. Sıcak, 2. Soğuk, 3. Kuruluk, 4. Yaşlık.

      Tanrı, göğün mavilikleri içinde yok olmuş sonsuz bir bölgede, ‘uzay’da oturur.

      Göğün kat sayısı Batı Türklerine göre ‘yedi’, Doğu Türklerine göre ‘dokuz’du. Gök gibi, yer de yedi kattır. Hepsi 14 kat eder. Bir Şaman’ın beşinci kattan yukarıya gitmemesi gerekirdi. Beşinci katta kutup yıldızı ve göğün kapısı bulunuyordu. Bundan sonra da ruhlar ve Tanrılar âlemi başlamaktaydı. Bu âlemde insanların yeri yoktu. Şaman bu kapıda ancak Tanrının gönderdiği elçilerle konuşabilirdi.

      Osmanlı

      Bulgaristan’a Satılan Osmanlı Arşivi

      Tam olarak anlaşılayaman bir sebepden ötürü 1931’de, değerine paha biçilemez milyonlarca Osmanlı belgesi kamyonlara doldurulmuş, hurda kağıt fiyatına Bulgaristan’a satılmıştır.

      Bir toplumun tarihine sahip çıkmayıp, sadece kahramanlık masallarıyla yetinmesi, kendi aydınlanma sürecine, tarihsel gelişimine ve kültürüne vurduğu en büyük darbedir.

      Osman Bey’in Soyağacı

      Osmanlı devletinin kurucusu olan Osman Bey’in kökeni tam olarak ortaya çıkmış sayılamaz. Sonraki tarihçiler ona şan vermek için, başlangıcı Oğuz Han’a, yani Büyük Türk Hakanlığı’nın Teoman’dan sonraki ikinci imparatoru Mete’ye (İ.Ö. 209-174) dayanan şecereler ortaya atmışlardır.

      Osmanoğulları’nın Mete’ye kadar olan şeceresini, Fatih’in küçük oğlu Cem Sultan’ın emriyle düzenleyen Bayati’ye göre; Osman Gazi, Mete’nin kırk altıncı kuşaktan torunudur. İkisi arasında 1500 yıl kadar zaman ayrımı vardır. Her bir kuşağa 32,5 yıl düşmektedir.

      Daha önce bildirildiği gibi, Attilâ da Mete’nin on sekizinci kuşaktan torunu sayılmıştı.

      Osmanlı Devletinin Kuruluş Yılı

      Tarihçiler, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yılı üzerinde anlaşamazlar.

      Kimine göre, bu tarih 27 ocak 1300’dür. (II. Abdülhamit zamanında bu gün milli gün olarak kutlanmıştır.) Kimine göre, Osman Gazi’nin tahta çıktığı 1281 yılıdır. Kimine göre, 1291 ‘de Karacabey (Karacahisar) kasabasının alındığı yıldır. Kimine göre, son Selçuklu sultanının düşme tarihi ve İlhanlı boyunduruğundan kurtuluş tarihidir.

      Çift Başkent

      İstanbul’un fethine kadar padişahlar, Bursa yerine bazen Edirne’de oturmayı seçmişlerdir. Anadolu için Bursa, Rumeli için Edirne, taht şehri sayılmıştır.

      Sultan I. Murat’ın Ölümü

      Harp sırasında öldürülen tek Osmanlı Sultan olan I. Murad’ın ölümü 8 saat süren Kosova Meydan Muharebesi sırasında gerçekleşmişti.

      I. Murat

      Sultan Murad’ın şok edici ölümüyle ilgili de farklı iddialar mevcuttur. Osmanlı kaynaklarına baktığımızda Sultan Murad’ın ölümü ‘korkakça’ ve ‘namert’ bir saldırı ile gerçekleştirildiği vurgulanır. Buna göre, Sultan Murad’ın ölümünün, savaş kazanıldıktan sonra savaş alanını dolaşırken ölülerin arasına saklanan yaralı bir Sırp askerinin bir anda üzerine atılıp kalbine hançer saplamasıyla gerçekleşmiştir. Yine buna benzer bir hikaye de şudur: Zaferin iyice belli olduğu bir sırada, Sultan Murat savaş alanını dolaşıyor, son buyruklarını veriyordu. Bir şey söylemek isteğiyle yanına sokulan Sırp soylu kişisi, Lazar’ın damadı Miloş, Sultan’ın sesini duymak için eğilmesinden yararlandı, birden hançerini çekip, kalbinden vurarak onu şehit etti. Türkler orada Miloş’u hemen parçaladılarsa da, iş işten geçmişti. Vuruluşundan sonra bir, iki saat yaşayan Sultan Murat, ağlaşan komutanlarına, oğlu Yıldırım Beyazıt’ı gösterdi ve kendisine gösterilen bağlılığın ona da gösterilmesini vasiyet ederek gözlerini kapadı.

      Padişahın iç organları Kosova alanına gömüldü,