Sabri Kaliç

Tarihimizdeki garip olaylar 2


Скачать книгу

eder şaman. Hemen hemen kendini yitirir (cezbeye girer), ayin bittikten sonra ne okuduğu sorulsa, o da hatırlayamaz. Genellikle belli kurallar içinde davransa bile, bu böyle olur.

      Falcılık ve Bakıcılık (Kahinlik)

      Farsça ‘efsun’, Türkçe afsun, büyü anlamındadır. Şamanlıkta olduğu kadar Hıristiyanlıkta, Müslümanlıkta da büyüye inanılır.

      Falcılar, fal açmak için kullandıkları nesneye göre çeşitli ad alırlar. Hayvanların kürek kemiklerine bakıp geleceği bilenlere ‘yağrıncı’, koyun tezekleriyle fal açanlara ‘kumalakçı’, çeşitli şeylerden anlam çıkaranlara ‘ırımçı’ derler.

      Şaman Türklerde Kırgız-Kazaklarda, Nogaylarda en ünlü, geçerli fal ‘kürek kemiği’ falıdır. Kürek kemiğinden fal bakmak, eski Yunanlılarda, Araplarda, Japonlarda da yaygındı.

      Moğol saraylarında kürek kemiği falı önemliydi. Mengü Han, bir işe girişmek isterse, özel küçük iki evde yakılmış kürek kemiğine bakardı. Kürek kemikleri üzerindeki çizgi doğru ve düz ise yol açık, eğri ya da kemikte delikler meydana gelmişse, yol kapalıydı.

      Bir Altaylı Kam’ın kürek kemiği falı ile, günümüzde salon hanımlarının, madamlarının iskambil ya da kahve telvesi falı arasında en küçük bir ayrılık yoktur.

      İnsanoğlu, kendi geleceğini merak etmiş durmuş, çağına göre, ya kemikten, ya oyun kâğıdından, ya telveden, ya yıldızlardan ‘medet’ ummuştur.

      Kız Kaçırma

      Yakut boylarında kız kaçırmaya gidecek gençler şaman tarafından bir ayin yapıldıktan sonra yola çıkarlar. Şaman, direklere bağlı atların yanına kımız dolu bir tulumla gelir ve bundan bir avuç kımız alıp atların çevresine serper.

      Yakutların bu âdetleri, çok eski çağlarda savaş ve baskınla kız kaçırma döneminin kalıntısıdır.

      Birçok Türk boylarında gerçek anlamıyla baskın verilerek ‘kız kaçırma” seyrek olaylardandır. Eski çağların bu âdeti ancak düğünlerde görülen kimi âdetlerde izini bırakmıştır. Altaylılarda ‘kız kaçırma’da, kızın önceden bu işten haberi vardır. Üstelik, anası, babası da onaylamışlardır. Kız, kaçırılmaya razı olduğunun belirtisi olarak delikanlıya bir yüzük, ya da mendil gibi şeyler verir ki, ‘nişan yüzüğü’ yerini tutar. Kız kaçırıldıktan sonra delikanlının arkadaşları çalı çırpıdan bir otağ yaparlar. Kapısı yoktur bu otağın. Güvey ile gelin bu otağda üç gün kalırlar. Bunlar ateşlerini çakmak taşıyla, kendileri yakarlar. Dışardan ateş ve kibrit verilmez.

      İlk Doğum

      Yakutlarda ilk doğum çok önemsenir. Bunun törenleri yapılır. Doğum günü yaklaşınca erkek ormana gidip, bir kayın ağacı keser. Bu ağaçtan bir buçuk arşın uzunluğunda üç kazık hazırlar. Bunlar tek bir kayın ağacından alınmalıdır. Ev, kiler, sandık, hep açık bırakılır. Ateşe yağ atıp, ‘Ey doğum tanrısı Ayısıt Hatun, yel Yolun açık olsun!’ derler. Çocuk doğunca yağlı bir yemek yerler, bir hayvan kurban keserler. Hayvanı, kafasını kırmadan pişirirler. Kemiklerini bir kaba doldurur, ormana götürür, bir ağaca asarlar. Doğumun üçüncü günü Ayısıt Hatun’u evden çıkarma ayini yapılır.

      Albastı (Alkarası) Efsanesi

      Altaylı boylarda ve Kırgızlarda, doğum saati yaklaştı mı, oba ya da oymak kadınları loğusanın evinde toplanırlar. Görmüş geçirmiş bir kadın ebe (ineci) olur. Çadırın ateş yakılan tam orta yerine bir direk yerleştirerek ona bir urgan bağlarlar. Bu urganın bir ucu duvara bağlanıp loğusanın koltukları altından geçirilir. Kadın çok acı çekmeye başlarsa ‘Albastı’ ya da ‘Alkarası’ denilen kötü ruhun loğusaya tebelleş olduğuna hükmederler. Bu kötü ruhu korkutmak, kovmak niyetiyle erkekler de toplanır, ‘hay, huy!’ diye bağırmaya başlarlar. Tüfekle havaya ateş ederler. Bu gürültü, kadın doğuruncaya ve baygınlığı geçinceye kadar sürer.

      Loğusaların başlarına gelen bu kötü ruh, Çin Seddi’nden Akdeniz kıyılarına, buz denizinden Hint’e kadar yayılmış Türk folklorunda Al karası, albastı, ahbîs, ahnîs adlarıyla yer almıştır.

      Kırgız-Kazak Türklerinin hurafelerine göre albastı, kara ve sarı olmak üzere, iki çeşittir. Sarı albastı, hoppa şarlatan, aldatıcı, dokunmayacağına söz vermişken bir punduna getirip insana zararı dokunan bir kötü ruhtur. Sarışın bir kadın görünümündedir. Kiminde keçi ya da tilki kılığına girer. Loğusanın ciğerini kapar, götürür suya atar.

      Albastı’yı yakalayan bakşı, eline kopuzunu alarak şu afsunu söyler:

      “Ey, albastı zalim,

      Koy ciğerini yerine,

      Zavallının canını geri ver,

      Sözümü tutmazsan

      Bana saygı göstermezsen,

      Gözlerini çıkarırım.”

      Alkarası Efsanesi

      Ölüm Meleğini Kandırma

      Yakutlar, aileye dadanan ölüm ruhunu aldatmak için çocuğu komşulardan birine satarlar. Urenha (Tifba)’lar doğan çocuğu bir kazan altına saklarlar. Kazanın içine, arpa unundan yapılmış bir bebek şekli bırakırlar. Kam,ayini bu yalancı bebek üzerinde yapar. Kam’ın duasıyle hamur canlanır ve ağlarmış. (Aslında, canlanma ve ağlamayı şamanın kendisi temsil ediyor.) Şaman, hamur bebeğin kamını yarar, parçalar, sonra bu bebeği uzak bir yere götürüp gömer, ölüm ruhu bumu görür; çocuğun öldüğüne inanır ve aileyi rahat bırakır.

      Moğollar ise bebeği kazan altında üç gün saklarlar. Ana, hep hamur bebekle uğraşır. Sonra bu hamur bebek ölür. Ana ve baba: ‘Çocuğumuz öldü!’ diye ağlaşırlar. Hamur bebeği bir çukura gömerler. Kötü ruh böylece aldanır ve çocuğu rahat bırakıp yoluna gider.

      Başkutlar Müslüman olmalarına rağmen, onlar da bu konuda ölüm meleğini aldatmaya çalışırlar. Çocuk doğar doğmaz ebe eline alıp dışarı çıkar. Bebeği birkaç evde dolaştırır. Son- ra, bebeğin doğduğu evin önüne gelip içeri seslenir: “Yabancı ülkeden bir çocuk getirdim. Satın alan var mı?”

      Pazarlık başlar. Çocuğu, kendi ağırlığında bir demir verip satın alırlar. Çocuğa ‘Demir’ ya da ‘Satıpaldı’, ‘Satılmış’ gibi adlar verilir.

      Çocuğun yaşamasını sağlamak için Yaşar, Dursun, Ölmez-bay, Taştan, Kurç (çelik) gibi adlar verildiği gibi, bunun tersini uygulayıp, çocuğa kötü adlar takmak âdeti de vardır. Nedeni şu; kötü adı olanlardan ölüm meleği nefret eder, onun yanına gelmez. Kırgızlarda İtalmas (yani melek değil, köpek bile almaz!), Çoçkabay (Domuzbay), Kalbanbay (yabanıl domuz) gibi adlar hep bu inanca göre verilmiş adlardır. Troytsk yakınlarındaki Kıpçaklarda, Rus bilgininin biri, Rusça Andrey adını taşıyan bir çocuk görmüş. Kazakların anlattıklarına göre, çocuğu yaşamayan Cetpisbay Ağa, oğluna, Azrail gelmesin diye, bu Rus adını bile bile vermiş.

      Çocuğa ad veren yaşlı kişi, gerek şamanlarda, gerekse Müslümanlarda, şu alkışı (duayı) söyler:

      “Adın Yaşar olsun. Beşik bağın berk olsun!

      Arkanda küçük, önünde büyük kardeşlerin olsun!

      Beşik bağın kopmasın! arka eteklerini davar, at sürüleri bassın! ön eteklerini çocuklar