en yücesi Zeus’a yalvaracağını söyledi. Hal böyle olunca Agamemnon onun desteğine ihtiyaç duyacak, yaptığı yanlışı düzeltip Akhilleus’u onurlandıracaktı.
Thetis sözünü tuttu ve Truvalıların Yunanları yenmesi için Zeus’la konuştu. O gece Zeus, bir rüyayla Agamemnon’u kandırdı. Agamemnon, rüyasında yaşlı Nestor’u gördü, Nestor Zeus’un ona zaferi vereceğini söylüyordu. Agamemnon Truva’yı tek seferde ele geçireceği umuduna kapıldı ama uyandığında kendinden o kadar da emin değildi. Zırhını giymek ve askerlerine silahlanmalarını söylemek yerine üstüne sadece cüppesini ve beyaz örtüsünü kuşanarak asasını aldı ve gidip komutanlara rüyasını anlattı. Onlar rüyadan pek de etkilenmemişti, bu yüzden Kral bir de orduyla konuşacağını söyledi. Askerleri bir araya getirdi ve Yunanistan’a geri dönmelerini emretti. Fakat askerler onun emrine uymazsa diğer komutanlar onları zorlayacaktı. Aptalca bir plandı bu. Askerler zaten güzel ülkeleri Yunanistan’ı, evlerini, eşlerini ve çocuklarını özlüyordu. Bu yüzden, Agamemnon bunları söylediği anda bütün ordu sanki batı rüzgârının etkisindeki deniz gibi harekete geçti, bağrışmalar içinde ayaklarının tozu bulutlara yükselirken gemilere doğru koşturdular. Gemiyi denize indirmeye başladılar ve prensler de bu koşuşturma içerisine sürüklenmişti, diğerleri gibi onlar da evlerine dönmek istiyordu.
Sadece Ulysses üzülüyordu, gemisinin yanında öfkeyle bekliyordu. Bunun bir parçası olmayacaktı. Kaçıp gitmenin ne kadar onursuz bir davranış olduğunu düşünüyordu. En sonunda üstünden örtüyü attı, yuvarlak omuzlu, koyu tenli ve kıvırcık saçlı olan İthakalı elçi Eurybates örtüyü yerden aldı. Akhilleus Agamemnon’u aramaya gitti ve bir general edasıyla altınla süslenmiş asasını kaldırdı. Karşılaştığı komutanlara yaptıklarının utanç verici olduğunu söyledi fakat rütbesiz askerleri asasıyla yönlendirerek buluşma yerine getirdi. Hepsi geri dönmüştü, şaşkınlık içerisindeydi. Aralarında konuşuyorlardı. İçlerinden biri öne çıktı: Topal Thersites. Çarpık bacaklı, kel, yuvarlak omuzlu biriydi, hem de saygısızın tekiydi. Prensleri aşağılayan küstahça bir konuşma yaptı ve ordunun kaçmasını nasihat etti. Bunun üzerine Ulysses onu öldüresiye dövdü ve Thersites oturup gözyaşlarını silerken o kadar aptal görünüyordu ki tüm ordu ona güldü. Thersites ve Nestor, askeri silahlanmaya ve savaşa davet ederken Ulysses’e tezahürat ediyorlardı. Agamemnon yine de rüyasındaki anlaşmanın gerçek olduğuna inanıyor, çok yakında Truva’yı alıp Hektor’u öldürmek için dua ediyordu. Bu nedenle Ulysses korkakça geri çekilen orduyu tek başına kurtardı ancak gemiler bir saat içinde hedefe ulaşacaktı. Akhilleus, onun arkadaşı Patroklus ve yanındaki iki veya üç bin kadar asker dışında Yunanlar silahlanmış, gerekli hazırlığı yapmıştı. Truvalılar da cesaretlerini toplamıştı, Akhilleus’un savaşmayacağını biliyorlardı. İki ordu karşı karşıya gelince yanında iki mızrak ve bir yay taşıyan ve zırh giymeyen Paris iki taraf arasındaki alana ilerledi ve Yunan prenslerini düelloya davet etti. Eşi Paris tarafından götürülen Menelaus bu teklif gelince, geyik veya keçiyle karşılaşan aç bir aslan misali memnun oldu ve orduyu arkasında bırakıp at arabasıyla öne atıldı. Paris ise arkasını dönüp tepedeki dar yolda büyük bir yılan görmüş gibi sinsi sinsi geri çekildi. Sonrasında Hektor Paris’i korkak olmakla suçladı. Utanç duyan Paris Menelaus’la dövüşerek bu savaşa son vermeyi teklif etti. Eğer kendisi yenilirse Truvalılar Helen’den ve onun mücevherlerinden vazgeçecek; Menelaus yenilirse de Yunanlar güzel Helen’i onlara teslim edecekti. Yunanlar anlaşmayı kabul etti ve iki taraf da ikili arasındaki dövüşü rahat rahat izlemek için silahlarını bıraktı. Dövüş sona erene ve kavga yatışana dek huzursuzluk çıkarmayacaklarına onurları üzerine yemin ettiler. Hektor askerler yemin ederken kurban edilecek kuzuları Truva’ya gönderdi.
Bütün bunlar olurken Helen evinde, üzerine Yunan ve Truva savaşlarını nakışla işlediği büyük bir mor duvar kilimi üstünde çalışıyordu. İşlediği nakış, Normanlar İngiltere’yi fethederken çıkan savaşların işlendiği Bayeux nakışına benziyordu. Loch Leven kalesinde tutsak olduğu zamanlarda nakış işlemeyi seven İskoç Kraliçesi zavallı Mary gibi Helen de nakışa bayılırdı. Belki de bu uğraş, geçmiş yaşamlarını ve üzüntülerini düşünmelerine imkân vermiyordu.
Kocasının Paris’le savaşacağını duyan Helen gözyaşı döktü ve başına parlak renkli bir duvak geçirdi. Yanındaki iki genç kızla birlikte Kral Priam’ın Truvalı yaşlı komutanlarla oturduğu kulenin çatısına çıktı. Diğerleri onu görünce bu kadar güzel bir kadın için savaşmanın hiç de boşa olmadığını söylediler. Priam “Güzel çocuğum,” diyerek kızı yanına çağırdı ve “savaş yüzünden seni değil, tanrıları suçluyorum,” dedi ama Helen küçük kızını, eşini ve evini terk etmeden önce ölmüş olmayı diledi: “Ah! Yazıklar olsun bana!” Sonrasında önemli Yunan savaşçıların isimlerini verdi. Agamemnon’dan bir baş daha kısa olsa da göğsü ve omuzları geniş olan Ulysses de vardı bu isimlerin arasında. Helen kendi erkek kardeşleri, Kastor ile Polluks’un neden orada olmadığını merak etti ve kendi işlediği suçun bedeli olarak ikisinin utanç içerisinde tenha bir yerde durduğunu düşündü. Aslına bakılırsa ikisi de kendi ülkelerinde, Sparta’nın uzağında bir savaşta ölmüştü.
Çok geçmeden kuzular kurban edildi, yeminler edildi ve Paris kardeşinin zırhını giydi: Miğfer, göğüs zırhı, bacak zırhı ve kalkan. Birçok kişi, ilk önce hangi tarafın mızrağını fırlatacağı konusunda karar vermeye çalıştı. Paris önce davranıp mızrağını fırlattı ama mızrağın ucu Menelaus’un kalkanına çarpıp büküldü. Fakat Menelaus mızrağını fırlatınca mızrak Paris’in kalkanından geçip göğüs zırhının yanına ulaştı ama sadece üzerindeki cüppeyi sıyırıp geçti. Menelaus kılıcını çekip öne atıldı ve Paris’in miğferinin tepesine vurdu ama bronz kılıcı dört parçaya ayrıldı. Menelaus Paris’i miğferinin tepesindeki at kılından yakaladı ve Yunanlara doğru sürükledi ancak miğferin kayışı koptu ve Menelaus etrafında dönerken kopan miğferi Yunan askerlerine doğru fırlattı. Arkasını döndüğünde elindeki yay ve okla kalakalmıştı. Paris orada değildi. Yunanlara göre Romalıların Venüs olarak adlandırdığı güzel tanrıça Afrodit onu karanlık bulutların ardına saklamış ve kendi evine götürmüştü. Burada onu gören Helen “Şimdi ortalıktan kaybolursan eğer bir zamanlar lordum olan yüce savaşçı seni alt edecektir! Şimdi harekete geç ve onun karşısına geç,” dedi ona. Fakat Paris’in savaşmaya niyeti yoktu artık. Tanrıça, Helen’i, artık bir korkak olduğu kanıtlanan Paris’le Truva’da kalmaya mecbur bıraktı. İlerleyen günlerde Paris daha istekli savaşıyordu; belli ki içten içe kendisinden utandığından Menelaus’tan korkuyordu.
Bu sırada Menelaus her yerde Paris’i arıyordu. Paris’ten nefret eden Truvalılar onun nerede saklandığını gösterebilirdi ama nerede olduğunu hiç kimse bilmiyordu. Sonunda Yunanlar zafer kazandıklarını iddia edip Paris’in kötü bir savaşçı olduğunu ve Helen’in kendilerine geri verilmesi gerektiğini düşündüler. Böylece hepsi eve geri dönecekti.
V
Truva Zaferleri
Savaş sona ermişti ama Truvalılar için savaşan İda Prensi Pandarus’un aklından şeytani ve aptalca bir düşünce geçti. Yeminini hiçe sayarak Menelaus’u vurmayı seçti. Fırlattığı ok Menelaus’un göğsünü sıkıca saran zırhını delince kan döküldü yere. Bunun ardından erkek kardeşini çok seven Agamemnon ağlayıp sızladı ve ölmesi durumunda tüm ordunun eve döneceğini ve Truvalıların Menelaus’un mezarı üzerinde dans edeceğini söyledi. “Ordunun harekete geçmesine gerek yok,” dedi Menelaus, “Atılan ok bana hiç zarar vermedi.” Doktor oku yaradan kolayca çıkardığında söylediğinin