Andrew Lang

Truva


Скачать книгу

çağırıyordu hepsi. Truvalıların aksine Yunan ordusu sessizce ilerliyordu. Çok geçmeden iki taraf karşı karşıya geldi, kalkanlar çarpışıyordu. Çıkan ses tepelerden gürül gürül akan taşkın suların uğultusuna benziyordu sanki. Askerler öldürdükleri kişinin zırhını çıkarıyor ve onun bedenini kalkan olarak kullanarak dövüşmeye çalışıyordu. Ölen askerin arkadaşları da ölüye karşı yapılan bu onursuz davranışa son vermek adına ölü bedenin üzerinden diğerini yenmeye çalışıyordu.

      Ulysses yaralanan arkadaşının üzerine çıkmış savaşıyordu ve mızrağını Truvalı bir prensin kafasını hedef alıp onun miğferine sapladı. Etraftaki askerler savaşçıların fırlattığı mızraklar, oklar ve ağır kayalar altında yere yığılıyorlardı. Bu sırada Menelaus, Paris’in Yunanistan’a gittiği gemi de dahil olmak üzere tüm gemileri inşa eden adamı mızrakla vurdu. Yerdeki toz, sanki bir bulut gibi havalandı, bir sis bulutu dövüşen askerlerin üzerine çıktı. Diomede taşan bir nehir misali hızla ovanın karşı tarafına geçiyor, akan nehrin yatağı üzerinde ağaç dallarını ve ot parçalarını bırakması gibi o da ölü bedenler bırakıyordu arkasında. Pandarus, Diomede’yi okuyla yaralasa da Diomede onu öldürdü. Sapedon ve Hektor kendilerini Yunanların üzerine atınca Truvalılar savaşta geri çekilmeye başladılar. Hatta Diomede Hektor’u görünce ürperdi ve onu Truvalı askerleri öldüren Ulysses’e bıraktı. Savaş bu şekilde sürüp gitti, oklar yağmur gibi döküldü.

      Kadınların tanrıça Athena’ya dua etmesini sağlamak için Hektor şehre gönderildi. Paris’in evine de uğradı. “Beni buraya kadar sürükleyenler, rüzgâr ve insanı sularında boğan dalgalardı. Elbet bir gün geçeceğini biliyordum işte!” dedi Hektor.

      Sonra da sevgili eşi Andromakhe’yi görmeye gitti. Eşinin babası kuşatmanın ilk günlerinde Akhilleus tarafından öldürülmüştü. Oğlunu taşıyan bakıcıyı ve eşini buldu, kadının koynunda çocuğun güzel ve parlak başı bir yıldız gibi parlıyordu sanki. Helen, Paris’in dövüşe geri dönmesi konusunda ısrarcıydı. Andomakhe ise Hektor’un şehirde kalması ve artık savaşmaması için dua ediyordu. Eşi ölürse kendisi dul, çocuğu ise yetim kalacaktı. Kendilerini koruyacak kimsenin kalmayacağından korkuyordu. Söylediğine göre uzun bir süre duvarların arasında güvendeydiler ve ordu açık arazide değil duvarların ardında dövüşmeyi beklemeliydi. Fakat Hektor hiçbir koşulda savaşmaktan korkup kaçmayacağını söyledi ona ve ekledi: “Tüm kalbimle biliyorum ki kutsal Truva şehrini indireceğimiz gün gelecektir ve tabii Priam ve halkını da. Ama senin düşündüğün gibi ölecek olmam beni hiç endişelendirmiyor. Beni örten lahdimin başı gökyüzüne dönük olsun ki yaşayacağın tutsaklığın haykırışlarını ve hikâyesini daha iyi duyayım.”

      Bunları söyledikten sonra Hektor iki elini küçük oğluna doğru uzattı ama çocuk babasının ışıldayan miğferi ve miğferinin tepesinde sallanan at kılından korkmuştu. Bu yüzden Hektor miğferini çıkarıp yere koydu ve çocuğu kollarının arasına alıp sevdi, eşini de sakinleştirmeye çalıştı. Son kez hoşça kal dedi onlara çünkü Truva’ya yeniden sağ salim ulaşamayacağının farkındaydı. Geldiği yoldan savaş alanına geri döndü, yanında görkemli zırhını giyen Paris de vardı. Savaş meydanına varır varmaz Yunan prensleri düşmanı öldürmeye başlamışlardı bile.

      Hava kararana dek savaş sürüp gitti. Gece Yunanlar ve Truvalılar ölülerini yaktı. Truvalıların şehirden gelip açık arazide dövüşmeye başlaması karşısında bir güvenlik önlemi olarak Yunanlar ordugâhlarının etrafına bir hendek kazıp duvar inşa etti.

      Ertesi gün Truvalılar o kadar büyük bir başarı elde ettiler ki geceleyin duvarların arkasına çekilmediler. Ovada binlerce ateş yaktılar ve her bir ateşin etrafında flüt müziği eşliğinde yaklaşık elli asker yemek yiyor, şaraplarını yudumluyorlardı. Ateşlerin sayısı bini bulmuştu. Yunanların gözü korkmuştu. Agamemnon tüm orduyu bir araya getirdi ve gece gemileri suya indirip eve dönmeyi önerdi. Bunun üzerine Diomede ayağa fırladı ve “Bana korkak demiştin ama asıl korkak sensin! Korkuyorsan gidebilirsin ama biz Truva şehrini alana dek burada kalıp savaşacağız,” dedi.

      Bunu duyan herkes bağırmaya ve Diomede’yi öven sözler söylemeye başladı. Nestor gece vakti Truvalıların saldırıya geçmesi durumunda düşman askerleri izleyip yeni inşa edilen duvarı ve hendeği gözetleyecek beş bin askerin, oğlu Thrasymeds’in idaresine gönderilmesi gerektiğini söyledi. Ardından Ulysses ile Aias’ın Akhilleus’un yanına gönderilmesini, Briseis’i geri vermesi için onu yapılan saygısızlığın karşılığı olarak pahalı altın hediyeler verilip af dileneceğinin söylenmesini önerdi. Akhilleus Agamemnon ile yeniden arkadaş olursa ve eskisi gibi savaşırsa Truvalılar da kısa sürede evlerine geri gönderilecekti.

      Tüm ordunun mağlup edilip gemilerin yok edileceğinden ve askerlerin öldürüleceği veya köle olarak ele geçirileceğinden ödü kopan Agamemnon af dilemeye çoktan hazırdı. Bu nedenle Ulysses, Aias ve Akhilleus’un yaşlı hocası Phoenix, Akhilleus’un yanına gidince pahalı hediyeleri kabul edip Yunan halkına yardımcı olması için onu ikna etmeye çalıştılar. Ancak Akhilleus Agamemnon’un verdiği tek bir söze bile inanmadığını söyledi; Agamemnon ondan ölesiye nefret ederdi, hep etmişti. Öfkesi dinmeyen Akhilleus sonraki gün tüm adamlarıyla denize açılacaktı, diğerlerinin de onunla gelmesini istemişti. Nadiren konuşan uzun boylu Aias ona sordu: “Neden bu kadar öfkelisin? Bir kadın için bu kadar zahmete değer mi? Sana bir sürü hediyenin yanında yedi kız da vereceğiz.”

      Truvalıların kendi gemilerini yakması şartıyla Akhilleus, ertesi gün denize açılmayacağını söyledi ve Hektor’un yapacak bir sürü işi olduğunu düşündü. Ulysses, Akhilleus’un mesajını ilettiğinde Yunanlar suskundu. Diodeme ayağa kalktı ve Akhilleus olsun ya da olmasın yüreklerini ortaya koyarak savaşmaları gerektiğini söyledi ve barakalara veya barakaların önlerinde açık havada uyumaya gittiler.

      Agamemnon uyuyamayacak kadar huzursuzdu. Karanlıkta parlayan binlerce Truva ateşini izliyor, neşeli flüt melodilerini duyuyordu. Acıyla inledi ve uzun saçlarını eliyle kavrayıp çekiştirdi. Ağlamaktan, sızlanmaktan ve saçlarını çekiştirip durmaktan yorulunca yaşlı Nector’un tavsiyesini dinlemeye karar verdi. Aslan derisi yatak örtüsünü alıp omuzlarını örttü, mızrağını aldı ve dışarı çıkıp soğuk havadan dolayı uyuyamayan Menelaus’un yanına gitti. Menelaus Truvalıların arasına bir casus gönderilmesini önerdi, tabii bunu yapacak kadar cesur biri varsa. Çünkü Truva kampı yanan ateşler nedeniyle aydınlıktı ve bu iş tehlikeliydi. Bu nedenle ikisi gidip Nestor ile onun yanındaki diğer komutanları uyandırdılar. Hepsi yatak örtülerine sarınmıştı ve zırhlarını çıkarmışlardı. İlk olarak duvarı gözetlemekle görevli beş bin askerin yanına gittiler, sonra da hendeği geçip dışarıda oturdular ve ne yapılabileceğini düşündüler. “Biriniz casus olarak Truvalıların arasına gidecek misiniz?” diye sordu Nestor. Hiçbir askerin kabul etmeyeceği belliydi. Diodeme eğer birkaç kişi de onunla gelirse bu riski göze alabileceğini ve eğer yanına bir arkadaş seçecekse de bu kişinin Ulysses olacağını söyledi.

      “Hadi o zaman, yola koyulalım,” dedi Ulysses, “Gece sona ermek üzere, neredeyse şafak sökecek.” Bu iki komutan üzerlerine zırh giymedi, alevler arasındayken bronz kadar parlamayacağını düşünerek muhafız askerlerden deri kasket ödünç aldılar. Ulysses’in ödünç aldığı kasketin dışı domuz dişleriyle sağlamlaştırılmıştı. Agamemnon’un şehrinde bulunan Miken’in mezarında kılıçlar ve zırhlarla birlikte bu amaçla yapılan pek çok kasket bulunmuştur. Ulysses’in ödünç aldığı kasketi ise biri Hırsızların Ustası olarak tanınan büyükbabası Autolykus’tan çalmış, hediye olarak arkadaşına vermişti. Birkaç kez el değiştiren kasket en sonunda Giritli genç asker Meriones’in eline geçmişti ve şimdi Ulysses’e ödünç verilmişti.