-line/>
GIRIS
I. Yunan ve Roma Mitolojisinin Konuları
Mitler doğumun, hayatın ve eski çoktanrılı inanışlardaki tanrıların, kahramanların ya da yarı tanrıların eylemlerinin şiirsel anlatıları olarak tanımlanabilir. Hem mit hem de efsane1, Mährchen ya da başka bir deyişle popüler hikâyeden ayrılır. Bunun tek nedeni ikincisinin bütünüyle hayal ürünü olması değildir. İster doğanın sık sık görülen bir iyileşme aşaması, ister açık seçik ve gerçek bir doğa olayı olsun daima önceden var olan bir gerçekliğe dayanır. Genellikle ozanlar tarafından gerçekleştirilen değişiklikler ve eklemeler sayesinde bir mitin gerçek kaynağını kesin olarak bilmek en zahmetli şeydir. Bu nedenle belirli bir geleneğin mit olup olmadığına karar vermek oldukça zordur. Bir yandan tanrıda ya da yarı tanrıda bir kabilenin kahramanının belirli bir kuşağın takdiriyle süper insan boyutlarına büyütülmesini görme arzusundayızdır. Diğer yandan ise farklı uluslardan ailelerin efsanelerinin kıyaslanması sadece yarı tanrıda ya da kahramanda değil, fabllardaki hayvanlar ve çocuk hikâyelerinin geleneklerinde ortaya çıkan doğanın işleyişine işaret eder.
Bu mitlerin büyük bir kısmı, insanların doğaya dair gözlemleri ve canlı güney hayallerine yegâne doğaüstü varlıkların dışavurumu olarak görünen doğanın çeşitli aktif ve yaratıcı güçlerinden kaynaklanır. Bu güçler insanlara artık dostça ya da düşmanca görünüyordu. İnsanlar bu yüzden öfkelerini dindirmek için olduğu kadar fayda sağlamak için de hevesle uğraşmışlardır. Kendilerini doğanın işleyişinde bu şekilde dışavuran ilahların ortaya çıkışıyla insanlar, önceleri ister istemez çok ilkel ve mantıksız düşünceler kurdular. Ancak daha sonra başlardaki ataerkil dönemin basit koşullarından kurtulup düzenli siyasi topluluklarda yaşamaya başladıklarında, tanrıları doğa güçlerinin salt kişileşmesi olarak görmeye yavaş yavaş son verdiler. Aksine tanrıları değişmez ahlaki kanunlara göre hareket eden ve kendilerine insanlarınkine benzer vücutlar bahşedilmiş yaratıklar gibi görmeye başladılar (antropomorfizm2). Büyük ölçüde yapay olan soyağaçları sayesinde kendilerini tanrılarla ilişkilendirip merkezinde “tanrıların ve insanların” babası olan Zeus’un bulunduğu çok büyük bir siyasi sistem kurdular.
Ancak işin ilginç yanı bu gelişim sisteminin hüküm sürmesi sadece Yunanlar arasında gerçekleşmiştir. İtalya halkları kendilerine soğuk, tuhaf bir biçimde tepeden bakan tanrılarını, yaşama biçim ve yöntemleri hakkında hiçbir açık fikirleri olmayan salt doğa güçleri olarak görmeye devam etmişlerdir. Romalıların tanrılar hakkındaki popüler Yunan kavramlarını benimsemeleri, ancak Yunan komşularıyla entelektüel anlamda temasa geçip onların dil ve edebiyatlarını incelemeye başladıktan sonra gerçekleşmiştir. Hemen var olan mitleri kendilerine aktarmışlar ve Yunan ilahlarına en yakın benzerliği olan kendi tanrı ve tanrıçalarını yaratıp kendi doğal yorumlamalarına layıkıyla uydurmuşlardır. Dolayısıyla Romalıların Jüpiter’i Yunanların Zeus’uyla, Juno Yunanların Hera’sıyla ve Minerva da Athena ile özdeşleştirilmiştir. Ancak Janus gibi sıradışı tanrılar için hiçbir Yunan ilah modeli bulamamışlardır.
II. Tanrılarla İlgili Popüler Düşünceler
Eski uygarlıkların kendi tanrıları hakkında oluşturdukları kavramlara dair en kapsamlı bilgiyi, eserleri bizlere kadar ulaşan ve mitlerin tertip edilmesinde büyük katkısı olan sayısız Yunan ve Romalı ozandan öğreniyoruz. Bunlar arasında en eski ve en önemli olanların başında Homeros gelir. Eserlerinde halihazırda kurulmuş olan ve başında Zeus’un bulunduğu Olimpos’un siyasi sistemini sunar.
Bundan böyle, en azından dış görünüşü bakımından, tanrılara tamamen insani biçimler bahşedilmeye başlanmıştır. Daha görkemli ve güzel, ayrıca daha heybetlidirler. Ancak hâlâ çok korkunç ya da olağanüstü değillerdir.
Artık tanrılar insanları sadece güzellik ya da görkemde değil, güç ve kuvvette de geride bırakmaktadır. Hele Zeus mükemmel lülelerini bir savurdu mu koca Olimpos zangırdardı. Diğer ilahlara da azımsanmayacak kuvvetler bahşedilmişti. Aslında fiziksel olarak uzamsal anlamda sınırlılardır ve aynı anda her yerde var olmaları mümkün değildir. Ancak en uzak mesafelere yıldırım hızında ulaşabildiklerinden ölümlülerle kıyaslandığında bu kısıtlama onları pek etkilemez. Mesela Athena bir anda Olimpos’un tepelerinden Ithaca’ya (İthaka) iniverir. Okyanus Tanrısı Poseidon üç ya da dört adımda Samothrace’ten (Sema-direk) Euboia’daki (Eğriboz) Ægæ’ye (Aigai) geçerdi. Dahası, tanrıların insanlara göre çok daha uzak mesafelerden duyabilme ve görebilme yetenekleri vardı. Özellikle işitme hususunda sınırsız güçlere sahip gibi görünüyorlardı. Şahsen dua edilen yerde bulunmasalar da dualar her yerden onların katına yükselip kulaklarına çalınırdı. Benzer biçimde, Olimpos’un yükseklerindeki tahtından Zeus, insanlar arasında geçen her şeyi görebiliyor ve İda Dağı’nın zirvesinde otururken Truva önlerindeki kıyasıya savaşta olup bitenleri izleyebiliyordu.
Diğer yandan tanrılar da insanlarla aynı cismani ihtiyaçlara bağımlıydılar. Tıpkı insanlar gibi onlar da uykuyla kendilerini dinlendirmek ve bedenlerini yiyecek ve içecekle desteklemek zorundadırlar. Yine de bu ihtiyaçlarını gidermeden çok daha uzun süre dayanabildiklerinden ölümlülere kıyasla çok daha az bağımlı sayılırlardı. Ayrıca yemekleri insanların yemeği kadar bayağı değildi. Tanrı yemeği (ambrosia) ve içkisi (nectar) ile beslenirlerdi. Bir başka gereksinim ise tanrıçaların seçerken sıradışı bir özen gösterdikleri giyim kuşamdı. Bunda da diğer birçok bakımdan olduğu gibi büyük ölçüde Havva’nın kızlarına benziyorlardı. Her ne kadar sanat eserleri daha sonraları ilahların bazılarını kısmen giyinik ya da oldukça çıplak biçimde temsil etmekten zevk alsa da bu, eski uygarlıkların tanrılarını bu şekilde tasavvur ettiklerine dair popüler düşünceyi kanıtlamaz.
Kendilerine ölümlüler gibi bir beden bahşedilen tanrıların insanlara benzer biçimde doğmaları ve hem beden hem de zihin bakımından günbegün gelişmeleri gerekir. Ancak bu konuda da her şey en yüksek hızda ilerler. Örneğin yeni doğan Hermes, Apollon’un öküzünü çalmak için beşiğinden kalkıp gider. Sabahleyin dünyaya varır, öğleden sonra kendi icat ettiği lirini çalar vaziyette bulunur. Ölümlülere üstün geldikleri en önemli noktaysa şudur: Fiziksel ve entelektüel güçlerine tam olarak sahip oldukları zaman asla yaşlanmazlar. Aksine daima genç ve güzel kalıp hastalık ve ölümden uzak olurlar. Gereksinimlere bağımlı olup eziyete maruz kalan insan ırkı ile kıyaslandığında “mutlu” ve “kutlu” tanrılardır. Her tür arzuyu hemen giderebilen, “huzurlu bir biçimde yaşayan” tanrılardır. Ancak bu durum her ne şekilde olursa olsun arada sırada tasa ve keder sancıları çekmelerine mâni olamaz. Kanlı canlı insanlar gibi her türden ıstıraba maruz kalır ve kolayca incinirler. Bu sebeple Yunanlar ve Romalılar, tanrılarını insani tutkulara maruz bırakmıştır.
Ruhsal niteliklere gelince, doğal olarak insanlardan çok daha üstünlerdir. Her şeyden önce ahlaki olarak daha yüksek mertebede bulunurlar. Şer, ahlaksız ve adaletsiz olandan sakınırlar ve insanoğlunun haksızlığını ve kutsal olana karşı saygısızlığını cezalandırmaktan bahsederler. Fakat bu durum bile hile, yalan, nefret, zulüm, kıskançlık vb. gibi her türden ahlak bozukluğu ve ahmaklığa kendilerini kaptırmalarına engel olamaz. Bu yüzden “kutsal varlık”tan bahsettiğimiz anlamda bir kutsallıktan çok uzaktırlar. Kaldı ki her şeyi bilen ve her şeye kadir olarak tasavvur edilirler. Aslında tabii ki güçleri de, bilgileri de muazzamdır. Doğanın gidişatına engel olabilirler; ansızın fırtınalar, veba salgınları ve diğer musibetleri yaratabilirler. Kendilerini ve diğerlerini diledikleri biçime sokabilir, ancak peri masallarında okuyabileceğimiz birçok şeyi yapabilirler. Fakat aldatılması ve kandırılması katiyen ihtimal dahilinde olmayan, diğer tanrılardan çok daha muazzam bir mertebede güç tahsis edilen ve tüm evrenin işleyişinin iradesine dayandığı Zeus bile kaderin kesin iradesine tabidir.
Tanrıların uğraşlarına bakacak olursak bunların keyif ve tembellikten ibaret olduğunu anlarız. Zengin insanlar gibi çok sevdikleri meşgalelerle keyiflerine bakarak zamanlarını hızla geçirmeye çalışırlar. Yemeklerini birlikte yerler ve bunun için Olimpos’un rüzgârlı semalarında, Zeus’un sarayında toplanırlar. Hebe isteklerine hizmet ederken, Apollon’un udunun tellerinden nağmeleri ve hoş sesli ilham perilerini (Musalar)