ve ev işleri mi? Ah ama siz de nereye götürdünüz işi! Yoksa geceleri bostanınızda durup serçeleri mi korkutacaklar?”
“Tanrı korusun! Ne korkunç şeyler söylüyorsun öyle!” dedi ihtiyar kadın, istavroz çıkararak.
“Başka nereye koyacaksınız ki? Hem kemikleri ve mezarı, hepsi size kalacak, bu alışveriş yalnızca kâğıt üstünde olacak. Ee, ne diyorsunuz? Bir cevap verin artık.”
İhtiyar kadın yine kara kara düşünmeye başladı.
“Ne düşünüyorsunuz, Nastasya Petrovna?”
“Doğrusu aklımı toparlayamıyorum, en iyisi size kenevir satayım.”
“Ne keneviri? Bağışlayın ama ben sizden tamamen başka bir şey istiyorum, siz kenevir kakalamaya çalışıyorsunuz! Kenevir de kenevir! Bir sonraki geldiğimde de kenevir alırım. Şimdi oldu mu Nastasya Petrovna?”
“Ah Tanrı’m, istediğiniz ürün öylesine garip ki görülmemiş şey!”
O anda Çiçikov’un sabrı artık tamamen sınırı geçmişti, öfkeye kapılarak sandalyesini devirdi ve ihtiyar kadına lanet okuyup şeytanın adını kullandı.
Şeytan lafı ev sahibesini olağanüstü korkuttu.
“Ay, hatırlatma şunu, Tanrı korusun!” diye bir çığlık koparttı. Bembeyaz kesilmişti. “Üç gündür bütün gece kâbuslarıma giriyor. Geceleyin dua ettikten sonra birdenbire canım kart falı açmak istedi, belli ki Tanrı bana ceza olsun diye onu gönderdi. Öyle iğrenç görünüyordu ki boynuzları öküzünkinden daha uzundu.”
“Kâbusunuzda bir değil, on tane şeytan görmediğinize şaşırırım. İyilik seven Hristiyan birisi olarak zavallı dula bir yardımım dokunsun, ihtiyaçları karşılansın istedim… Köyünüzle birlikte siz de mahvolun, geberin!”
İhtiyar kadın Çiçikov’a korkuyla bakarak:
“Ah, ne ağır sözler bunlar!” dedi.
“Size diyecek başka bir laf bulamıyorum! Kötü bir şey söylemek gibi olmasın ama kuru otun üstüne yatıp ne kendi yiyen ne de başkasına yediren sokak köpeği gibisiniz. Sizden farklı bir çiftlik ürünü satın almak istemiştim çünkü devlet ihaleleri de yönetiyorum…” diyerek Çiçikov burada yalan söylemişti, devamını düşünmeden öylesine söylese de beklenmedik bir şekilde işe yaramıştı. Devlet ihaleleri Nastasya Petrovna’yı oldukça etkilemişti, neredeyse yalvaran bir sesle:
“Ne diye celallendiniz? Bu kadar sinirli olduğunuzu daha önceden bilseydim, size hiç mi hiç itiraz etmezdim.”
“Sinirlenirim tabii ki! Fındık kabuğunu doldurmayacak bir şey için sinirleniyorum hem de!”
“Tamam, onları size on beş rubleden vermeye hazırım! Yalnız, bakın şu ihale konusunda eğer olur da çavdar ya da karabuğday unu, karabuğday kırığı, dana eti alacak olursanız lütfen beni kırmayın.”
Çiçikov üç farklı şerit hâlinde yüzüne akan terini silerken:
“Hayır anneciğim, kırmam.” dedi. Şehirde köylülerin satışı için yetkili kılabileceği bir yakını ya da vekili olup olmadığını sordu.
“Olmaz mı? Papaz var. Kiril’in babası, oğlu mecliste çalışır.” dedi Koroboçka.
Çiçikov onu vekil tayin eden bir mektup yazmasını istedi, sonra da Koroboçka’ya güçlük çıkmaması için bu mektubu kendisi yazmaya karar verdi.
Bu sırada Koroboçka kendi kendine şöyle düşündü:
“Devlet için un ve hayvanı benden satın alsa ne güzel olurdu. Bu adamın gözüne girmek gerek. Dün akşamdan biraz hamur artmıştı, gidip Fetinya’ya söyleyeyim de o hamurdan krep yapsın. Mayasız bir hamur yoğurup yumurtalı börek pişirsek de iyi olur, çok lezzetli olur, yapması çok zaman da almaz.”
Ev sahibesi, böreklerin pişirilmesi ve bir ihtimalle buna eklemek istediği başka ev işi yemekler ve hamur işlerini yaptırmak için odadan çıktı; Çiçikov ise sandığından gerekli belgeleri çıkarmak için geceyi geçirdiği misafir odasına gitti. Misafir odasında her taraf çoktan toparlanmış, kuş tüyü şilte kaldırılmıştı; divanın önünde üstü örtülü bir masa vardı. Sandığını çıkarıp masanın üstüne koydu, biraz dinlendi çünkü nehrin içine düşmüş gibi kan ter içinde kalmıştı. Çorabından gömleğine kadar üzerindeki her bir kıyafet sırılsıklamdı. Çiçikov biraz iç çekip sandığı açarken “Of, lanet ihtiyar beni mahvetti!” dedi. Yazar, bu sandığın içini ve tasarımını bile öğrenmek isteyecek meraklı okuyucular olduğundan emindir. Onları neden sevindirmeyelim ki? İşte bu sandığın içi şöyle: En ortada sabunluk, arkasında usturalar için altı-yedi tane dar bölme vardı. Sonra kumluk ve mürekkep hokkası için köşeli bir bölme, bunların arasında tüy kalemler ve mühür mumları ya da daha uzun şeyler için oyuklar; daha sonra hatıra kalsın diye ziyaret ettikleri yerlerin, tiyatro ve bunun gibi yerlerden aldığı biletlerin, ölüm ilanlarını koyduğu kapaklı ve kapaksız, daha kısa, birçok bölme vardı. Bu sandığın üst kısmı bütün bölmeleriyle tamamen çıkarılabilir ve altında bir yığın kâğıdın konduğu bir boşluk vardır, sonra para koymak için hiç çaktırmadan yana doğru açılıp kapanan başka bir bölme gelir. Sandığın sahibinin bu bölmeyi açıp kapaması bir saniyeden kısa sürdüğü için herhâlde orada ne kadar para bulunduğunu söylemenin imkânı yoktur. Çiçikov, tüy kalemin ucunu açıp mektubu yazmaya başladı. Tam o sırada ev sahibesi içeri girdi. Çiçikov’un yanına oturup:
“Ne güzelmiş sandığın.” dedi. “Herhâlde Moskova’dan aldın.”
Çiçikov yazmaya devam ederken:
“Evet, Moskova’dan.” diye cevap verdi.
“Biliyordum işte! Orada hep iyi mallar olur. Üç sene önce kız kardeşim oradan çocukları için kışlık çizmeler getirtmişti; öyle sağlam ki hâlâ giyiyorlar.” dedi ve sandığın içine şöyle bir göz atıp: “Ah, burada ne kadar çok mühürlü kâğıdın varmış senin!” diye devam etti. Gerçekten de sandığın içinde çok sayıda mühürlü kâğıt vardı. “Bir sayfasını da bana hediye etsen ya! Hiç kâğıt kalmadı elimde, mahkemeye bir dilekçe yazmak gerekiyor ama yok işte.”
Çiçikov, ihtiyar kadına bu kâğıtların dilekçe için kullanılacak türden olmadıklarını; yalnızca köylü alıp satma işlemleri için kullanıldığını açıkladı. Ne var ki kadını yatıştırmak için bir rublelik kâğıttan verdi. Mektubu yazdıktan sonra imzalaması için ona uzattı ve ölen köylülerin küçük bir listesini istedi. Ev sahibesi hiçbir liste tutmamış, neredeyse bütün köylüleri ezbere bilir gibi görünüyordu. Çiçikov bütün isimleri saymasını istedi. Bazı köylülerin soyadları, hatta lakapları onu biraz şaşırtmıştı; bu yüzden bu isimleri duyunca önce duraksıyor, sonra yazmaya başlıyordu. Özellikle Pyotr Savelyev Neuvajay Korıto isimli biri onu çok şaşırtmıştı. “Ne uzunmuş!” demeden edememişti. Diğerinin ismine Korovi Kirpiç sözleri iliştirilmişti, bir başkasının ismiyse oldukça kolaydı: Koleso İvan. Yazmayı bitirince burnundan derin bir soluk aldı ve baştan çıkaran bir kızartma kokusu duydu.
“Buyurun, yemek yiyelim.” dedi ev sahibesi.
Çiçikov masaya şöyle bir göz attı ve üstünde mantarlar, börekler, krepler, çörekler, gözlemeler ve içinde çeşit çeşit dolguları olan pideler: soğanlı, haşhaşlı, peynirli, kaymaklı ve daha aklına ne gelirse…
“Yumurtalı, mayasız börek!” dedi ev sahibesi.
Çiçikov yumurtalı mayasız böreğe uzandı ve yarısından fazlasını o anda