Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

n>

      Ön Söz

      Elinizdeki çalışma, İmdat Duru, Doğan Özbabacan ve Zeki Büyüksoylu’nun, Mikail Bayram Hoca ile yaptıkları söyleşilerin bir bölümünden oluşmaktadır. Sohbetin büyük bir bölümü kitaba alınamadı. Özellikle Hoca’nın Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili hatıralarının bu kitapta yer almaması kitap ve okuyucu için büyük bir talihsizliktir. Çok önem atfettiğim ve belge niteliği taşıyan bu satırlar inşallah ileride okuyucu ile buluşur.

      İmdat Duru, Doğan Özbabacan ve Zeki Büyüksoylu, Hoca’nın sağlığını dikkate alarak Hoca ile bir dizi sohbeti kayıt altına aldılar. Onlar olmasaydı bu çalışma olmazdı. Benim için çok verimli sohbetlerdi. Hiçbir katkım olmadığını söyleyebilirim. Bu itiraf doğrudur. Dahası her sohbette bir sorun çıkarttığım bile söylenebilir. Hoca ve nitelikli okur vasfını taşıyan bu üç yetenekli insan her sohbette muhalif bir dil kullanan bana sabrettiler.

      Hoca çalıştığı konuları, incelediği metinleri, tarihî vesikaları hiç abartısız marifetli bir dedektif titizliği ile gözlem altında tutuyor. Tetkik ediyor. Yorumluyor. Bitip tükenmek bilmeyen araştırma arzusu bu yaşında da var. Yaşına rağmen hafızası sağlam. O kadar belirgin ki bu, yıllar önce okuduğu, tetkik ettiği bir kitabın, vesikanın dipnotlarını ve sayfa numaralarını hatırlıyor. İndeksine kadar kaynak gösterebiliyor. Zaten, iyi bir tarihçinin çok güçlü bir hafızası olmalıdır.

      İlahiyat ve tarih müktesebatı olan, Türkiye’de “Pehlevice” bilen ender insanlardan birisi olan Hoca’nın hayatından kesitler sunan bu çalışmaya dair okuyucunun zihninde bir olumsuzluk oluşursa, bu tamamıyla bizden kaynaklıdır.

      Yayınlanan bu tür çalışmalarda kısaltma metotları çoğu zaman bütünlüğü bozar. Bu çalışma, üzülerek belirtmeliyim -çözümü yapılan metnin tamamına her gün acıyla bakıyorum- çok kısaltıldı. Anlatılanlar bir kişinin hayatında iyi bir çalışmaya kapı aralar ve bundan dolayı hasene yazılırsa, bu hasene 600 sayfayı çözümleyip kâğıda döken Hatice Aksoy Hanım’a aittir.

      Hoca’nın hayatı, Türkiye’nin 70 yılından izler taşıyor. Bu satırlar hiç kuşkusuz okuyucuda da iz bırakacaktır.

Niçin Mikâil Bayram?

      Hoca ile 02.03.2013 tarihinde bir sahafta karşılaştık. Elini öptüm. Yanımda bir grup genç öğrenci vardı. Oturup konuştuk. Uzun bir konuşma oldu. Hoca’ya ve düşüncelerine yabancı değildim. “Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi” adını taşıyan çalışmasını titizlikle okumuştum. Kitabın birçok bölümü ezberimdeydi. Tarihten çok eminim çünkü ayrılırken Hoca, Hikmetevi’nden çıkan “Sadru’d-Din-i Konevi/Hayatı, Çevresi ve Eserleri” kitabını o günün tarihini atarak adıma imzaladı. Zor yazıyordu. Dahası yazamıyordu. Adımı, günün tarihini yazarken ve imza atarken çok zorlandı.

      Herkes tarafından kabul edilen yanlış bilgiye, tarihî kayıtlara itiraz etmek kolay değildir. Bu nedenle Hoca’ya Mevlana başta olmak üzere Şems, Şems-Alamut ilişkisi, Ahi Evren (Nasreddin Hoca), Baba İlyas-Baba İshak, Hasan Sabbah, İsmaililik, Zeyd kıyamı, İmamet, İbn-i Teymiyye, Ehl-i Beyt tanımı, Miraç, Fil Suresi, Abdülmelik B. Mervan ile Abdullah B. Zübeyr’in iktidar mücadelesinin boyutlarının Miraç olayını aktaran rivayetleri/yazılanları etkisi altına alıp almadığı ile İmam Hüseyin’in Şehr-ü Banu evliliği konularını sordum. Öğrenciler ilgiyle dinlediler. Hoca’ya itirazlarım oldu. Okuduğum bazı metinleri aktardım. Hoca bir akademik bilim adamına yakışır sağduyu ve sabırla itirazlarımı dinledi ve öğrencilere dönerek “Bu arkadaşımız okuduğu bir metni anlayacak, yorumlayacak kıratta ve fevkalade dikkatli bir okur ama dil bilmediği için kaynaklara ulaşması ve oralarda yazılanları kritik etmesi mümkün değildir.” dedi. Özellikle genç tarihçiler ve tarihî kayıtlara ilgi duyan okurlar Hoca’nın bu konudaki görüşlerini dikkate almalılar. Kayda geçmiş tarihî metinlerin dillerini öğrenmeliler. Genelleme yapmak, cahilliğin göstergesidir. Genelleme yapmıyor, yapan tarihçilere ilgi duymuyordum. Hoca, haklıydı; dil bilmiyordum ve kaynak metin okuyamıyordum. Tarihi değiştiremeyiz, neyse odur. Yanlış tarih aktarımı yön kaybına neden olur. Bir de elbette tarih en çok taze iken kayıt altına alınırken -tahrif ediliyor- edilmiştir… Bu bir gerçek. Öyle bir tahrifat yapılmamış olsa bu kadar farklı aktarım ve çıkarım nasıl yapılabilir? Tarihçi bu tahrifatı gözler önüne serme cüreti/cesareti gösterendir. Böyle olsa da bugün Avrupa merkezci tarih yazıcılığına ve Müslüman toplumlardaki kutsanmış tarihe tek itiraz cümlesi kuramamış tarihçiler çoğunluğu oluşturuyorlar. Tarihçi, çok riskli olan tarihî kayıtlara itiraz edebilmeli ve bu sorumluluğu almalı. Hoca, bu cesareti gösterebilmiş tarihçilerden birisidir. Gerçeklerle yüzleşme korkusunu aşmak gerekiyor. Hoca ile konuştuğumuz konuların neredeyse tamamında benim farklı kanaatim, yorumum, inancım var. Ama susulduğunda, konuşulmadığında, yazılmadığında rahatsızlık duyulacak insanlar olur. Benim için Hoca da böyle birisiydi. Bazı tarihçilerin ve yazdıklarının sorgulanmadığı/ sorgulanamadığı bir vakıadır.

      Hoca, kendisinden önce yazılanları sorgulamak konusunda büyük bir cesaret örneği sergilemiştir. Eserleri bunun ispatıdır.

      Tarihî kayıtlar/metinler çok önemlidir. Doğruyu bilmek ise önceliklidir. İnsan doğruyu bilirse yanlışı da bilir. “Neler oluyor?” diye sorar. Ve “Neden oluyor?” diye düşünür. Cevap arar. Geçmişi paylaşmak aynı zamanda geleceği paylaşmak demektir. Tarih aktarımı yapılırken tek bir doğrunun bile kayda geçmesini sağlamak büyük bir iştir. Ve tarihte var olanları gerçekçi bir şekilde aktarmak çok haysiyetli bir tavırdır. Çünkü en kesif bataklık yanlı/yanlış tarih aktarımıdır. Nuh, gemi için ne ifade ediyorsa düzgün ve hesaplaşmayı göze alan tarihçi de “Tarih Bilimi” için aynı şeyi ifade ediyordur. Bizler/hepimiz, insanlık tarihinde neler yaşandığını ve bunların neden yaşandığını konuşuyor, tartışıyor, yorumluyor ve yazıyor olmamızı tarih yazıcılarına borçluyuz. Korkmaya gerek yok. Yanlış kayıtlar gün gelir çürür. Bu yanlış kayıtların neden olduğu yanlış düşünceler de leş gibi kurtlanır. Yalanla kirlenmemiş bir yaşam dilimi, tarihî kayıt bulmak elbette zordur. Yoktur. İşte sorumlu tarihçi bundan dolayı çok önemlidir. Tarihî veriler, olaylar, kayıtlar toplumları bir kütüphane dolusu kitap okumaktan daha çok etkiler ve eğitir. Bazıları “Tarih ve Din -Dinî Metinler demek daha doğru olmalı- ‘Kamu Malı’dır.” diyorlar. Din ve Tarih konusunda herkes her şeyi söylüyor. İddia sahipleri iddialarını geçmiş metinlerden delillendirme konusunda çok pervasızlar. Hâlbuki bu konuda pervasız olmak değil hassas olmak gerekiyor. Herkesin her şeyi bildiği ve her şeye bir delil bulduğu yerde elbet konuşmak, yazmak zordur. Hoca, bu zorluğa boyun eğmeyen ve tarih okuyucusunun içindeki/zihnindeki şüphe ipini kopartmayan bir tarihçidir.

***

      O gün Hoca’ya bir soru sordum.

      “Bugüne kadar size, yazdığınız metinlere romantik ya da duygusal karşıtlıklardan öte bir itiraz, karşı çıkış, reddediş oldu mu?”

      Sorduğum soruyu biraz daha açtım: “Mevlana ve Mesnevi yorumları özelinde ilmî bir cevap, iddialarınıza bir itiraz aldınız mı?”

      Hoca’nın cevabını bu konuda okuyan, araştıran, yazan herkes için buraya aktarıyorum: “Bugüne kadar Mevlana ve Mesnevi yorumlarım/yazdıklarım hakkında bu hususları belgeleriyle benimle konuşmak isteyen hiçbir kimse çıkmadı ve bana da ilmî bir cevap verilmedi. Böyle bir taleple hiç karşılaşmadım.”

      İnsan tarihe her istediğini söyletebilir. Niyetine, amacına göre bir tarih aktarımı yapabilir. Oysa ki tarih, kâinatın ve insanlığın vicdanıdır. Onu kanatmamak gerekir.

      Hoca’ya, yazamıyorsa konuşmasını ve bu konuşmaları kayıt altına almayı önerdim. Bu önerimi uygun buldu. Süleymaniye Vakfı’nın bazı sohbetlerini, konuşmalarını kayıt ettiğini söyledi. Bu görüşmemizden 3 ay kadar sonraydı. Doğan Özbabacan ve bir misafiri ile birlikte Hoca’yla yine aynı sahafta karşılaştık. Misafirimiz Hoca’yı selamladı, kitaplarını okuduğundan söz etti ve “Miraç” bahsi konuşuldu. Misafirimiz, Hoca’ya bu konudaki iddialarının genel kabulün dışında iddialar olduğunu söylediğinde Hoca özetle genel kabulün ve bu kabulün insanlar üzerindeki tesirinin ilgisini çekmediğini, kendisinin gerçeği -kabul görmemiş olsa bile- dile getirmek istediğini ve bu tutumunu değiştirmeyeceğini, eleştiri ya da reddedişlerin olacağını bildiğini, beklediğini söyledi. Benim Hoca ile daha önce yapmış olduğum görüşmelerde ve bu görüşmede konuşulanlar hakkındaki kanaatlerim farklıydı.