Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

konuların doğru bir şekilde değerlendirilmesi ve ders çıkartılması için tarih çalışmalarına önem verilmeli, özen gösterilmeli, bu konuda hassas olunmalıdır. Bu çalışma benim açımdan “yetersiz” bir çalışmadır. Bu yetersizliğin Hoca ile bir ilgisi bulunmamaktadır.

      Hoca ile yapılan kayıt çözümleri yaklaşık 600 sayfa kadardı. Kayıtların çok büyük bir bölümü bu kitaba alınmadı. Alınmayan kayıtlardan müstakil 3 ayrı kitap çıkar. Bu tür söyleşilerin kayıtlarının nasıl yapıldığına dair bilgisizliğimiz ve acemiliğimiz yetersizliğin ana nedenidir. Öz eleştirimin bir amacı var: Hoca hayattayken bu konuları konuşmak isteyenlere bir çağrıda bulunmak. Hoca’nın iddialarını bir magazin tarihçiliğine dönüştürmeden onunla konuşmak ve konuştuklarını kayıt altına almak genç tarihçilerin görevi olsun. Bu çalışma böyle bir çabaya vesile olursa iyi ve gerekli bir çalışmanın ilk adımı olmuş olacaktır.

      Schlegel, “Tarihçi, geçmişe bakan bir peygamberdir.” diyor. Hepimiz biliyoruz ki peygamberler yalan söylemezler. Tarihçi de söylememeli…

Halil Karadeniz

      Hoy’dan Konya’ya Uzanan Bir Hayat

      Son dönemlerde hatıralar bir hayli yaygınlaştı. Akademisyen, sanatçı, iş adamı, siyasetçi ve devlet adamlarından çok sayıda kişi ölmeden önce hatıralarını yayımlıyorlar.

      Biz de sizin yaşadığınız dönemin, doğduğunuz coğrafyanın, başınızdan geçen olayların kalıcı olmasını, bilinmesini; gelecek nesillerin bunlardan haberdar olmasını istiyoruz. Bir anlamda hatıralarınızın tarihe geçmesini önemsiyoruz.

      Hatıralar nesillere aktarıldığında tarih olur. Siyasette, sanatta, edebiyatta, iş hayatında, bilim dünyasında iz bırakan, eser meydana getiren kişilerin hayatlarını ve hatıralarını kayıt altına almak gerekiyor. Bu anlamda hatıralar edebiyatımızda önemli bir yer tutmaktadır.

      Hatıra şöyle tarif edilir; bir kişinin yaşadığı veya şahit olduğu önemli ve başkalarınca bilinmesi gerekli olayların zihinde bıraktığı izler. Biz de sizinle uzun bir söyleşi yapmak, böylece anılarınızı okunur hale getirmek istiyoruz. Klasik yöntemi takip ederek biz de söyleşimize ailenizin geldiği yer olan İran’ın Hoy şehrinden başlayalım.

      Hoy, ailemin bulunduğu şehir. Türkiye haritasına baktığımız zaman Van ile aşağı yukarı aynı paralele denk gelen ve sınıra çok yakın bir yerleşim yeri olduğu görülür.

      Aileniz 1927 yılında Hoy’dan Türkiye’ye göç etmiş. Oldukça ilginç olduğunu düşündüğümüz hikâyenizi sizden dinleyelim.

      Ben, 1940 yılında Van’ın Saray ilçesinde doğmuşum. Annemin anlatımına göre Atatürk’ün ölümünden bir yıl sonra yani 10 Kasım 1939’da dünyaya gelmişim. Annem bunu defalarca söylerdi. Yalnız nüfusa kayıtta bir gecikme olmuş. Nüfusa 14 Mart 1940 olarak geçmiş. Yani altı aylık gecikme var. Sülalemde benden büyük olan amcazadelerim İran doğumludur.

      Şimdi sülalemin İran’dan geliş maceralarını anlatayım; İran’da, Van sınırından 50-60 km. mesafede Küresinli adıyla bir oymak yaşar. O oymak Sünnidir. Küresinliler genellikle ikiye ayrılırlar. Bir kısmı hiç Kürtçe bilmezler. Tek dillidirler. Azeri Türkçesi ile konuşurlar. Bir kısmı hem Türkçe hem de Kürtçe bilir. Biz ikinci gruptanız. Yani hem Türkçe hem de Kürtçe biliriz. Azeri Türkçesini ana dilimiz olarak kullanırız.

      Bu oymaklar 1920’li yıllarda o bölgede yaşarlarken orada Simko Ağa denilen İsmail Ağa Şikaki adında bir Kürt ağası vardı; Kürt devleti kurmak istiyordu. İngilizler bu ağaya yardım ediyorlardı. Türkiye’den ve İran’dan, Van ve Hakkâri bölgelerini içine alacak şekilde toprak koparıp bir Kürt devleti kurmak istiyordu. Fakat Simko Ağa bu işleri yaparken bir taraftan da Süryaniler ile iş birliği hâlindeydi.

      Süryaniler daha güneydedir. Aynı zamanda Mardin’de, Midyat’ta, Nusaybin’de bulunan Nasturiler ile iş birliği yapıyor. Biliyorsunuz, bunlar mezhep itibarıyla Nasturi Hristiyanlardır. Amaçları da Osmanlı’dan sonra Türkiye devleti üzerinde bir hizip yaratıp, Kürt devleti kurmaktı.

      Simko Ağa bir defasında İngilizler marifetiyle Süryani lideri Marşimon ile görüşme yapıyor. Bunlar görüşmelerinde ittifaklarını nasıl yürütecekleri yönünde konuşuyorlar. İlkeler üzerinde yaptıkları görüşmelerde fiilen hazır bulunmuş birçok adamla konuştum; çocukluğumda onlar hayattaydılar. Bu görüşmelerde Simko ile Marşimon liderliği paylaşamamışlar. İsmail Ağa Şikaki demiş ki “Senin bana tabi olman gerekir.” Marşimon da “Senin bana tabi olman gerekir, zira benim askerim daha çoktur.”

      O dönemde Marşimon’un bin süvarisi olduğu söyleniyor. İsmail Ağa’nın da müsellah bir askeri birliği yoktu. Ama Abdui Aşireti vardı.

      Bu görüşme sırasında İsmail Ağa, “Ben Müslüman’ım. Bir Müslüman’ın gayrimüslime tabi olması caiz değildir. Senin bana tabi olman gerekir.” diyor. Aralarında tartışma çıkıyor. İsmail Ağa’nın adamları orada bulunan Marşimon’u ve beraberindekileri öldürüyorlar. Müthiş bir katliam yapmışlar. Bu olay İsmail Ağa’nın İngilizlerin gözünden düşmesine sebep oluyor. Dolayısıyla İngilizlerin de önderliği ile Türkiye ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin babası birlikte İsmail Ağa’ya bir suikast düzenliyorlar. Onu Tebriz’e davet ediyorlar. İsmail Ağa süvarileri ile birlikte Tebriz’e doğru giderken yolda pusuya yatan İran askerleri İsmail Ağa ve askerlerini öldürüyorlar. İsmail Ağa, o bölge safi Kürt kalsın diye bölgedeki Türk olan Küresinlileri sürmeye çalışıyor. Küresinliler oymağı 1920’li yıllarda büyük gruplar hâlinde Türkiye’ye göçmek zorunda kalıyorlar.

      Neden Türkiye’ye göç ettiler?

      Çünkü Türkiye’yi biliyorlardı. Ticari ilişkiler sebebi ile Türkiye’ye gidip geliyor, biliyorlar, tanıyorlardı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulunca bu devletin daha adaletli olacağını düşünüyorlar. En azından İran’da Türk olmalarından dolayı tahkir ediliyor ve özellikle Sünni olmalarından dolayı hakarete uğruyorlardı. Küresinli Oymağının gelmesini Türk hükûmeti de istiyordu. Bunlar gruplar hâlinde hududun muhtelif bölgelerinden Türkiye’ye geldiklerinde, bunlara “Siz Türk müsünüz, Kürt müsünüz?” diye soruyorlar. Bakıyorlar dilleri adları Türk’tür, bunları Türkiye’ye alıyorlar.

      Sayılarını tam olarak bilmiyorum. Fakat Van’da şu anda Küresinli Oymağından 12 köy var. Hâlen bu on iki köyde Küresinli Oymağı yaşar. Bu köylerin dışında Van’ın merkezinde Acemler Mahallesi sakinlerinin hepsi Küresinlilerdir. Van’da da büyük bir çoğunlukları vardır.

      Türk hükûmeti bunları hüsn-ü kabul ile alıyor ve Ermenilerden boşalan köylere yerleştiriyor. Bizimkiler de İran’dan geldikleri zaman Saray’ı boş bulup yerleşmişler, yerleştirilmişler.

      Saray 20 km²’lik büyük bir düzlüktür. Denizden yüksekliği 2100 metredir. Bu kadar yüksek olmasına rağmen geniş bir düzlüktür. Ermeniler zamanında burada ziraat yapılırmış.

      Ermeniler vaktiyle Saray’da büyük su kanalları, kehrizler -meyilli arazide açılan su kuyusu- açıyorlar. O kuyuları dipten birbirlerine bağlıyorlar ve biriken suların hepsini artezyen yaparak toprağın yüzüne çıkartıp gölet yapıyorlar. Gölette biriken su ile tarlalarını suluyorlar.

      Bizim Saray’da aşağı yukarı yirmiye yakın böyle sulama şebekesi vardı. O günün şartlarında çok gelişmiş bir sulama sistemi, zirai bir uygulamadır.

      Saray’daki Ermenilere Ne Oldu?

      Ermeniler yaşadıkları yerleri neden boşalttılar?

      O