Mikâil Bayram

Tarihin Kuyumcusu - Cüceler Nasıl Dev Olur, Devler Nasıl Cüce?


Скачать книгу

Şiileştirmeye çalışırlarmış.

      Bizim yörede Kotur Vadisi var. Vadi boyunca köyler var. O köylerin halkı Moğol imişler. Ben sonradan Moğolları tanıdıktan sonra onların Moğol kökenli olduklarını keşfettim.

      O köylerin adı Moğolcadır. Mesela “Kotur” sarp, dik demek. Bizim Gazan Mahmut Han’ın vezirinin adı Kotur’dur. Kotur Kalesini de o yapmış. Kotur’un hemen yanı başında Eretil diye bir köy var. Bu da Moğolca. Eretil, erler yeri demektir. Oralı olan insanların adları da Moğolca’dır.

      Moğollar bir yere hâkim oldukları zaman geçit yerlerini kapatıyormuş. Nitekim Anadolu’da da bunu görüyoruz. Çukurova’dan Gülek Boğazına açılan Moğol yerleşim yerleri var. Ulukışla onlardan birisidir. Ulukışla Moğolcadır. Ulu da, kışla da Moğolcadan Türkçeye girmiş.

      Ondan sonra Göksu Vadisi var; o da bir geçittir. Göksu Vadisinde Sertavul Geçidi var; Moğolca. Hiç değişmemiş kelime. Mut kelimesi de Moğolca’dır. Mû bir kabiledir. Sondaki “t “ çoğul demektir, Mûlar demektir. Bunun gibi daha birçok kelime oralarda yerleşmiş.

      İşte bizim orada da Kotur Deresi var. Kotur Deresi’nin köyleri Türkiye’ye geçiş yeridir. O köylere de Moğollar yerleştirilmiş. İsimleri, töreleri ile Moğol kültürü hâlen yaşıyor orada.

      Küresinlilerde kadınlar ile erkekler arasında dindarlık ölçüsü farklı mı? Mesela kadınlar erkeklerden daha fazla dindar olabilirler mi?

      Yok! Öyle bir ayrımı hiç görmedim. Yani erkekler de kadınlar da aynı derecede. Dine karşı biraz lakaytlik var. Yalnız, yaşlı nineler Müslüman görünümünde olurlardı.

      Bir anneannem vardı (Allah rahmet eylesin). Biraz dindarlık taslardı. Yaşlandığında namaz kılışını görürdük. Kendine mahsus bir namaz kılış şekli vardı, hoşumuza giderdi.

      Bir de benden bir-iki yaş büyük ağabeyim vardı, ben delikanlıyken öldü. Ağabeyimle birlikte anneannemizi zevkle seyrederdik. Fakat dayılarımda hiç dindarlık yoktu. Hatta son dönemler hep Halk Partili olurlardı ve hatta dayım tarafından bazı kişilerin MİT’e çok hizmet ettiklerini müşahede ettim. MİT’çiydiler. Mesela Bekir dayım ve diğer dayım MİT’çiydi. Polislerle içli dışlıydılar.

      Küresinli Aşiretinde kadın daha özgür gibi. Oysa İran ve Türkiye’de kadın biraz daha geridedir. Ama sizin anlattığınız bu tabloda sanki kadın hayatın merkezinde gibi.

      Evet, hayatla iç içe. Aralarında kaç-göç yoktur. Sonra kadınlar at biniciliği de yaparlardı. Hiç unutmuyorum, annem beni terkisine alırdı. Atıyla bir köyden başka köye giderdik. Atı da çok hızlı sürmekten hoşlanırdı.

      Ailenin kaçıncı çocuğusunuz? Kaç kardeşsiniz?

      Babamın ilk çocuğu olan abim 1937 doğumluydu, 19 yaşındayken romatizmadan öldü. Ben ailenin ikinci çocuğuyum.

      Annem bir gece rahatsızlandı. Doktora yetiştirilemedi.

      Annem iki gün kıvrandı. Meğer mide kanaması geçiriyormuş vefat etti. Sonradan mide kanaması geçirdiğini öğrendik.

      Fevzi Çakmak Köye Neden Okul Yaptırdı?

      Köyünüzde ilkokul var mıydı?

      Halkı Türk olduğu için Saray’da ilkokul vardı. O dönemde Fevzi Çakmak’ın bir genelgesi “Sekenesi Kürt olan köylere okul yapılmaması” şeklindeydi. Dolayısıyla bizim Saray bundan muaf idi. Çünkü hem ilçe idi hem de halkı bir ölçüde Türk idi.

      Küçükken köyümüzde bir “Kur’ân Kursu” vardı. Benden dört-beş yaş büyük olan dayım da o kursa gidiyordu. Annem beni de dayımın yanına koştu, hatta bir tane de defter verdi. Ben de dayımla birlikte kursa gittim. Öyle hatırlıyorum ki bir hafta, on gün kursa devam ettim. Fakat bir gün kurstayken birdenbire orayı polisler bastı. Kurs dediğim yer böyle bodrum gibi bir yerdi. Tabanına ot serilmişti. Otların üstünde oturarak okurduk. Kursu basan polisler tahminen 18-20 kişi vardı. Hepimizi hükûmet binası diye bir yere getirip babalarımızı çağırdılar. Bizleri babalarımıza teslim ettiler. “Bunları kursa değil okula kaydedeceksiniz.” diye tembihlediler. İşte o sene ben de okula kaydoldum. Okula kaydoluşum o baskından sonraki günlere denk geliyor.

      İlkokul birinci sınıfı okumadan ikinci sınıfa geçtim. Birinci sınıfı hiç okumadım. Beni kuzu gütmeye gönderirlerdi. Fakat bir sene sonra babama, “Senin oğlun var, sen niye oğlunu okula göndermedin?” diye kızmışlar.

      Babam da “Artık oğlum büyüdü, ikinci sınıfta okuyacak değil. Onu biraz yüksek sınıflara kaydedin ve okusun.” demiş. O zaman öğretmen de beni üçüncü sınıfa kaydetmiş. İkinci sınıf okumadan üçüncü sınıfta tekrar tahsile başladım. Yöremizde başka okul yoktu. Sadece Van’da vardı. Van da bize çok uzak, gidip okuyabilecek imkânımız da yoktu. Üç sene açıkta kaldım, hiç okumadım.

      Bu arada aileye tarla işlerinde yardım ediyordunuz.

      Köy işlerinde çalışıyordum. O işleri yapmayı çok severdim. Ot biçerdim, buğday biçerdim, arpa biçerdim. Onları harman edip kaldırmak hepsi benim işlerimdi.

      Edebiyatla Nasıl Tanıştı?

      Siz o yaşlardayken Küresinliler dışında Saray’da mukim olan insanlardan, arkadaşlarınızdan bu arkadaşın babası dindar, camiye gidiyor, bizim aile gibi değil dediğiniz; etkilendiğiniz; özü sözü bir, Allah’ı, kitabı biliyor dediğiniz arkadaşlar, aileler var mıydı?

      Bizim Saray’da lakabı Yekkoş olan Abdülkadir Efendi adında bir müftü vardı. Yekkoş, tek kulaklı demektir. Adamın anadan doğma bir kulağı yoktu. Onun için birisi ile konuştuğu zaman kulağı olan tarafı çevirirdi ve iyi dinlerdi. İyi bir âlim ve şairdi. Farsça, Kürtçe, Türkçe şiirler yazabilen bir adamdı. Şimdi onun şiirleri oğlunun elindedir; hâlâ yayımlamadı.

      O zatın Saray’da manevi bir otoritesi vardı. Böyle ailelerde dinî meseleleri soruşturdukları zaman gider ona danışırlardı. Aynı zamanda camilerde vaaz ederdi.

      Ben küçükken ilkokul 4. ya da 5. sınıfta cuma namazlarına gitmeye başladım. Bir grup arkadaşımızla birlikte cuma namazlarına giderdik. Küresinli ailesinden olan İsmail Emmi diye birisi vardı. O aile kızını bir mollaya vermiş, o molla da gelir sürekli onların evinde kalırdı ve o ailenin fertlerine din öğretirdi. O molla dediğim adam Fakı Tahir diye bilinirdi. Fakı Tahir tahsilini Tebriz’de yapmış, Tebriz Sanat Meslek Lisesinden mezundu. Çok güzel yazı yazar ve güzel Farsça bilirdi. İşte o ailenin fertlerine, yani kayınbiraderlerine dersler verirdi. Fakı Tahir’in kayınbiraderlerinden biri de benim sınıf arkadaşımdı. Ben de bu vesileyle o hoca efendiyi tanıdım ve derslerine devam ettim. En azından kayınbiraderine öğrettiğini o da bana öğretirdi, bu şekilde ondan yararlandım.

      Bunun dışında böyle dinî bir hava mevcut değildi. Fakat şunu biliyorum, o Yekkoş hayatta olduğu sürece çok uzak yerlerden birileri Yekkoş’tan ders almak için Saray’a gelirlerdi. Mesela Başkale müftüsü geldi, bir ay Saray’da kalıp Yekkoş’tan ders aldı. Yekkoş derslerinde sırf şiir ve şiir usulü öğretir, aruz ilmi okuturdu.

      Dinî bir ders değil yani?

      Edebiyat öğretirdi, edebiyatı çok iyi bilirdi. Şiir yazma, şiirleri tahlil etme, şiirleri şerh etme gibi bir birikimi vardı. Bu Yekkoş denilen zatın Küfrevi şeyhleriyle teması vardı. Küfreviler bizim Doğu Anadolu’da bir ailedir. Bitlis’te Şeyh Muhammed Nesimuddin Efendi’nin dergâhı vardı. Bu Yekkoş dediğim kişi o dergâha bağlıydı.

      Senenin belli zamanlarında Bitlis’e gider, Şeyh Nesimuddin Efendi’den ders alırdı. Bu Şeyh