Николай Островский

Ve Çeliğe Su Verildi


Скачать книгу

demek sen!..”

      Ve Pavka kıpırdamaya bile vakit bulamadan papaz üzerine atılıp onu kulaklarından yakalamış ve kafasını duvara çarpmaya başlamıştı. Birkaç dakika sonra da kendisini dayaktan perişan bir hâlde koridorda buldu.

      Evde onu bir güzel pataklayan annesi, ertesi gün Peder Vasili’ye koşup oğlunu yeniden okula kabul etmesi için yalvarmış ve papazı güçlükle merhamete getirebilmişti. İşte o günden beri Pavka, bütün varlığıyla papazdan nefret ediyordu. Papaz da en küçük fırsatı bahane bilerek onu cezalandırmakta ve haftalar boyunca arkadaşlarına sırtı dönük olarak kapının yanında, ayakta bekletmekteydi. Hatta onu derse kaldırmayı da bırakmıştı artık. İşte bunun içindir ki paskalya arifesinde Pavka, bütün derslerden sınav olmak üzere sınıfın en kabiliyetsizleriyle birlikte papazın evine gitmek zorunda kalacaktı. Orada mutfaktan geçerken açıkta gördüğü hamurun içine bir iki tutam tütün serpme zevkinden alamamıştı kendini…

      Teneffüs olunca avluyu dolduran çocuklar birer birer yaklaştılar. Ama Pavka’nın bakışları karanlık ve kaşları çatıktı, hiç konuşmadan duruyordu. Serejka Bruzjak sınıftan çıkmamıştı. Olaydan biraz da kendini sorumlu tutuyor ama arkadaşına yardım için ne yapabileceğini kestiremiyordu. Başöğretmen Efrem Vasileç’in yüzü belirdi birden pencerede ve kalın sesi ürpertti Pavka’yı: “Derhâl bana gönderin Korçagin’i!”

      Pavka doğrulup öğretmenler odasına doğru ilerledi.

***

      Gar büfesi… Patronun renksiz ve sönük bakışları, saygılı bir tavırla biraz ileride bekleyen Pavka’ya doğru, âdeta “yerini bulsun” gibilerden şöyle bir uzandı.

      “Kaç yaşında bu?”

      “On iki…” diye cevap verdi annesi.

      “İyi ya, kalsın bakalım. Şartlar belli, ayda sekiz ruble alır, çalıştığı günler de bedava yemek yer. Sürekli, yirmi dört saat çalışacak, yirmi dört saat de dinlenir. Hırsızlık yapmaya kalkmazsa mesele yok…”

      “Ağzınızdan yel alsın!” dedi annesi korkulu bir sesle, “Benim oğlumun öyle huyları yoktur çok şükür.”

      “Hadi bakalım, hemen bugün başlasın. Bu delikanlıyı mutfağa götür, Zina. Frosenka’ya da söyle, Grişka’nın işini buna versin.”

      Pavka, satıcı kızı izlerken annesi seğirtip kulağına fısıldadı: “Ne olur gayret et Pavluşka, şerefini kirletme, iyi çalış.”

      Hüzünlü gözlerle mutfak bölümünün kapısında kaybolan oğluna baktı. İçeride hummalı bir faaliyet vardı. Kat kat tabaklar ve karmakarışık bir alay sofra eşyası yığılıydı masanın üzerinde. Bulaşıkla dolu koca bir lengerden kaynar sular taşıyor ve bölmeyi buhara boğuyordu. Omuzlarında bezleriyle telaş içinde çalışan, bulaşıkları yıkayan, kurulayan kadınların yüz hatlarını seçmek imkânsızdı ilk bakışta. Pavka’dan olsa olsa bir yaş büyük, kısa boylu, tombul yanaklı, kızıl saçlı bir oğlan, dev gibi iki semaverin yanında soluk soluğa iş görmekteydi.

      Pavka iyice şaşkınlaşmış, nerede duracağını, nasıl davranacağını kestiremez bir hâlde, olduğu yerde çivilenip kalmıştı. Neyse ki Zina, bulaşıkçı kızlardan birine seslenmişti bile: “Fronseka, işte yeni yardımcınız bu. Grişka’nın yerine… Ne yapacağını anlatıver de başlasın.” Sonra da Pavka’ya dönerek, “Burada şef budur.” dedi. “Ne derse yaparsın ve istediği şekilde yaparsın…”

      Kapıdan fırlamıştı bile. Pavka ona başıyla bir “olur” işareti yapacak zamanı ancak bulmuştu, sonra soran bakışlarını Frosya’ya çevirdi. Frosya alnını kuruladıktan sonra oğlanı, kabiliyetlerini ölçmek istercesine tepeden tırnağa şöyle bir süzdü, kolluğunu düzelttikten sonra şarkı söyler gibi bir sesle anlatmaya koyuldu: “Senin işin pek öyle karışık değil aslanım. Şu küçük kazanı görüyorsun ya, işte onu sabah erkenden ısıtırsın. Kaynar suyla ağzına kadar dolu olmalı hep. Odun kırmak da senin işin, bütün bu semaverleri ateşlemek de… Sonra da gerektiği zaman çatallarla bıçakları temizlersin, bir de kirli bulaşık suyunu döktün mü olur biter. Karışık iş yok ama çok iş var, epey terleyeceksin aslanım.”

      Bütün bunları, “a” seslerini köylüler gibi uzatıp telaffuz ederek söylemişti Frosya. Ve bu konuşma tarzı, küçük, kalkık burunlu bu kırmızıya çalan yüz, Pavka’nın yüreğini biraz ferahlattı.

      Niçevo!.. 4 diye düşündü. Bu iş yürüyecek gibi, hiç de kötü bir insana benzemiyor.

      Bu düşüncenin de verdiği cesaretle sordu: “Peki şimdi ne yapacağım tiyotya?”5

      Son sözleri, genel bir gülüşme tufanı içinde âdeta boğulmuştu: “Şuna bakın ayol! Frosenka kendine bir yeğen buldu, iyi mi?..”

      Frosya da gülüyordu şimdi, hem de ötekileri bastıracak şekilde…

      Buhar, kızın yüz hatlarını gizlemişti Pavka’dan. On sekiz yaşında ya var ya yoktu. Pavka utanç içinde küçük oğlana dönüp sorusunu tekrarladı ama o da cevap yerine dalga geçmekle yetindi: “Teyzene sor, o daha iyi anlatır sana. Benim dışarıda işim var.”

      Fırlamıştı bile. Yaşlıca bir bulaşıkçı kadın, gürültüyü bastıran bir sesle bağırdı tam bu sırada: “Gel de şu çatalları kurulamaya yardım et bakayım. Siz de bağrışıp durmayın artık, gülünecek bir şey söylemedi ki çocuk! Gel tut bakalım şu bezi, al bir ucunu dişlerinin arasına, iyice sık. Al şu çatalı sonra, geçir kenarından beze, boylu boyunca bir götür, bir getir kaydıraraktan. Tek bir kırıntı bile kalmayacak, anladın mı? Bu hususlar şakaya gelmez burada. Müşteri çatalın temizine düşkündür çünkü. En küçük bir pislik gördüler mi hâlin dumandır. Şef bağışlamaz, bir saniye sonra kapının önünde bulursun kendini…”

      Pavka şaşırmıştı. “Ama beni işe alan patrondu, şef değil… Gene o atmaz mı?” diye sordu.

      Yaşlı bulaşıkçı kadın da gülmeye koyulmuştu şimdi. Kirli tabaklarla dolu tepsilerin ağırlığı altında iki büklüm olmuş üç garson daldı bölmeye. İçlerinden geniş omuzlu, dört köşe suratlı ve şaşı olanı, haykırmaya başladı: “Oynatın biraz kıçınızı! Öğle treni gara girmek üzere, hiç kimsenin umurunda bile değil…”

      Birden Pavka’yı gördü. “Ya bu kim?”

      “Yenisi…” dedi Frosya.

      “Ha, demek bu! Dinle bakalım öyleyse…” Kocaman eliyle Pavka’yı omzundan yakalamış, semaverlere doğru itiyordu. “Bunlar hep alesta bekleyecek, tamam mı?.. Bak biri sönmüş bile, öbürü de can çekişiyor. Bugünlük bir şey demiyorum ama yarın da aynı şey tekrarlanacak olursa suratına yersin, o kadar! Anladın mı?”

      Anlamıştı Pavka. Hiç sesini çıkarmadan döndü semaverlere. Pavka’nın işçilik hayatı böyle başladı. Hiçbir zaman o ilk günkü kadar dikkatli ve titiz olmadı. Kaygısız günler geçmişti artık, kesinlikle geçmişti. Evde anasına kafa tutabilirdi insan, ama burada… Şaşı beyin sözleri şüphe bırakmıyordu: Terslendiğin takdirde kırarlardı kafanı!

      Semaverler gerçekten dev gibi şeylerdi. En azından dört kova su gerekliydi her birini doldurmak için. Bir de özellikle soğumamaları gerekliydi. Gücünün yettiğinden daha fazlasını yaptı Pav-ka. Her gün, bulaşık suyunu boşalttı, ateşi kızdırdı, ıslak bezleri kızgın semaverlerin üzerine yerleştirdi kurusunlar diye… Sözün kısası, herkesin hizmetindeydi. Bitkin bir hâlde mutfağa indiğinde (dinlemek için değil, ateşe bakmak