burada. Bunun için de birkaç ruble gördüler mi her önüne gelene satıyorlardı kızları. Sözün kısası parayı veren düdüğü çalıyordu. Bunu da iyi biliyordu Pavka.
Hayatın bütün pisliğini tanıyıp öğrenmişti. Bu bataklıktan bir an önce sıyrılıp çıkmak istiyordu, atölyenin dumanlı, muazzam yapısı çekiyordu onu. Ama Artem, kanunen yaşı tutmadığı için kardeşinin çırak olarak depoya girmesini sağlayamamıştı. Pavka fırsat buldukça ağabeyi ile birlikte dolaşır, vagonları gözden geçirirdi. Frosya gittikten sonra büfedeki hayatı daha da kararmış, daha da çekilmez bir hâle gelmişti. Daima neşeli ve güler yüzlü olmasını bilen genç kızın yokluğu, çöktükçe çöküyordu üstüne. Yeni işe alınmış göçmenlerin bitmek tükenmek bilmez yakınmalarıyla uğuldayan ofiste kızın eksikliği daha da belli ediyordu kendini ve Pavka yalnızlığını hissediyordu derinden derine.
Vakit gece yarısıydı, belki daha da geç. İşin hafiflediği saatler… Ocağa son kütükleri de yığmış olan Pavka, yarı aralık duran parmaklığın önüne çökmüş ve gözleri hafifçe kapalı, ıssız ofisin sessizliği içinde, çıtırdayan ateşin tatlı ılıklığına bırakmıştı kendini. Ama çok geçmeden o acı hatıra gelip çöktü yüreğine. Geçen cumartesi günkü sahne, olanca tazeliği ve keskinliğiyle canlandı yeniden.
Yine geceleyin işin hafiflediği saatlerdi. Bir odun yığınının üzerine tırmanmış, kumarcıların her zamanki toplantı yeri olan mutfağı, bitişik küçük bölmelerden birini gözetliyordu. İyice alevlenmişti oyun. Merdivenin tepesinden gelen ayak sesleri işitti birden. Prokor, hani o şaşı garson, ofisten inmekteydi. Pavka karanlığın içine kayacak zamanı güçlükle bulabildi. Gizlendiği yerden şefinin (ve düşmanının) geniş sırtıyla kocaman kafasını henüz görmüştü ki daha hafif, daha aceleci bir ayak sesiyle ürperip kaldı. Alışık olduğu bir ses duydu yukarıdan: “Prokoşka, bekle biraz.”
Garson istemeyerek durup homurdandı:
“Ne istiyorsun yine?”
Frosya’ydı bu ve Pavka açık seçik görüyordu şimdi onu, garsonu kolundan yakaladı. Boğuk bir sesle ve kesik kesik konuşuyordu: “Teğmenin sana verdiği parayı ne yaptın Prokoşka?”
Prokor, hırçın bir hareketle kolunu çekerek terslendi: “Sen paranı aldın ya…”
“Tabii aldım… Ama çok bir şey değildi ki aldığım. Oysa teğmen cimrilik etmedi. Üç yüz ruble aldığını biliyorum Prokoşka.”
Garson sırıtmıştı. “Üç yüz mü dedin? Ne olmuş yani? Yoksa hepsini sana mı vermemi isterdin küçük hanım? Basit bir bulaşıkçı için biraz mübalağalı olmaz mı bu? Aldığın elli rubleye fit ol kızım! Sana yeter o, hadi! Bir teğmen için bulaşıkçı kızla yatmak şeref midir sanıyorsun yoksa? Senden bin kat daha temiz, üstelik görgülü olan koskoca bayanlar bile o kadar para almıyor. Üç yüz ruble ne demek? Bana teşekkür etmen gerekir senin. Adamın biriyle küçücük bir gece geçireceksin ve elli ruble alacaksın, kimden kötü be kızım… Yirmi ruble daha vereyim, kapatalım hesabı. Ama tutup da beni aptal yerine koyma sakın! Aklını başına toplarsan seni himaye ederim, pişman olmazsın…”
Prokor mutfağa girip kaybolurken, “Yılan, alçak yılan!..” diye haykırdı arkasından Frosya. Sonra da biraz önce Pavka’nın tünediği odun yığınına yaslanıp çökerek sızlanmaya koyuldu.
İçinde tarife sığmaz bir uğultu koptu Pavka’nın. Kızın hıçkırıkları, sığındığı köşenin karanlığı içinde yankılanıyordu şimdi. Orada bulunduğunu belli etmeyecek kadar zekâ gösterdi. Merdivenin altında hareketsiz bir şekilde donup kalmıştı, demir direkleri koparmak istercesine sıkmıştı yumruklarını. Bulanık ve ağır bir şeylerin yükseldiğini duydu içinden. Umutsuz kelimeler çakılıyordu sanki bir çekiçle beynine, bütün zalimliklerini hakiki oluşlarından alan kelimelerdi bunlar: Onu sattı namussuzlar, sattılar onu da işte! Frosya, ah Frosya!.. O günden beri hiçbir şeyle ölçülemeyecek hâle gelmişti kini. Ayrıca bir ukde vardı içinde: O namussuzu iyice dövecek kadar güçlü olsaydım, ah! Artem gibi olsaydım ben de! Ocakta kıvılcımlar, mavimtırak ve uzun şeritler hâlinde durmadan fışkırıyor, birbirini kovalıyor ve kucaklaşıp sönüyordu. Birisi, ateşten dilini küstahça çıkarıp sallayarak onunla alay ediyormuş gibi geldi Pavka’ya. Sessizlik, tutuşan odunların çatırtısıyla ve yalağa damlayan damlaların tekdüze düşüşüyle bölünmekteydi.
Ofis gibi mutfak da ıssızdı. Vestiyerde uyuyordu şefle yardımcıları. Bu sükûn en az üç saat sürerdi ve aşçı yamağı Klimka bu üç saati yukarı çıkıp Pavka ile birlikte geçirmeye alışıktı. Nitekim pırıl pırıl temizlediği son tencereyi de asıp ellerini kuruladıktan sonra ofise tırmandı. Duvarda beliren eğri büğrü gölgesinden tanıdı Pavka onu. Bağdaş kurduğu yerde, başını çevirmeksizin oturmaya davet etti arkadaşını. “Hayrola Pavka, şimdi de ateşin önüne çöküp büyücülük mü yapmaya başladın?” diye şaka yaptı yamak.
Ama yüzündeki dostça gülümseyiş, daha sözlerini bitirmeden donup kalmıştı. Pavka’nın alevlere dikili gözleri kendisine çevrildiğinde, o güne kadar rastlamadığı acayip bir hüzün görmüştü Klimka. Bir an duraladı ama şaşkınlığını yenemeyerek sordu: “Tuhaf bir hâlin var bu akşam senin. Ne oluyor kuzum, Tanrı aşkına?”
“Bir şey olduğu yok Klimka, bıktım usandım bu hayattan, o kadar işte…” Pavka’nın dizlerinin üzerinde hareketsiz duran yumrukları birden sıkılıvermişti.
“Boş versene yahu, bal gibi bir tuhaflık var sende bugün!..”
“Bugün mü dedin? Hadi canım, buraya adımımı attığım ilk günden beri böyleyim ben aslında. Şu olup bitene bak bir kere. Sabahtan akşama kadar hayvanlar gibi çalışıyoruz da bütün mükâfatımız kötek üstüne kötek yemek oluyor. Bizim işimiz nedir, anlayamadım gitti. Patronlara hizmet etmek mi yoksa dayak yiyip azar işitmek mi? Herkes gelip sana emir yağdırır, herkes seni hırpalar, eğer canı çekiyorsa… Çırpın, geber, fiyatı aynı! Onları memnun etmek için ne denli çırpınırsan çırpın, gene de memnun olmayan birisi çıkıyor. Memnun olmayınca da Tanrı yarattı demiyor tokadı indirirken!.. İşte o zaman da ben…”
Dehşete uğrayan Klimka sözünü kesmişti: “O kadar bağırma, bir bakarsın işitiverirler.”
“Ne çıkar yani? İşitirlerse işitsinler. Nasıl olsa çekip gideceğim buradan! Bu namussuz alayının ortasında, bu mağarada kakılıp kalmaktansa gider yollarda kar temizlerim daha iyi. Hepsinin cebi parayla dolu bak. Bizi yük hayvanı yerine koyup kızları satıyorlar. Tesadüfen namuslu, direnen bir kıza çattılar mı kapı dışarı ediyorlar gözlerini kırpmadan. Ne yapabilir sonra o kız? Nereye gider? Bütün bunları bir güzel hesap etmiş aşağılık köpekler! İşe aldıkları kadınlar daima mülteci veya evsiz, öksüz takımından. Aç kalmadıkça kim satar kendini bir lokma ekmek için? Açlığa ve yoksulluğa güveniyor bu alçaklar!”
Doğrulup yumruklarını sallamaya koyulmuştu, sesi öfkeden titriyordu. Klimka fırlayıp kapıyı kapatırken Pavka devam ediyordu: “Sen mesela Klimka, dayağı yiyince susup hazmedersin hep. Gık demeye bile cesaretin yoktur, düşündün mü hiç neden?”
Sessizlik oldu. Pavka bitkin bir hâlde bir taburenin üzerine çökmüş, başını ellerinin arasına almıştı. Aşçı yamağı, ateşi karıştırdıktan sonra geçip Pavka’nın karşısına yerleşti.
“Bu akşam ne okuyoruz bakalım?”
“Bayi kapalıydı, kitap alamadım.”
“Bayram değil, seyran değil, neden kapalıymış?”
“Jandarmalar