Николай Островский

Ve Çeliğe Su Verildi


Скачать книгу

sokaklar. Hiçbir şey anlamadı Pavka. Yavaş yavaş kendine de bulaşan bu hareketliliğin sebeplerini düşünmeksizin hızlandı. Lehtinski’nin konağının orada bir gün önceki dostları, kızıl süvariler atlarına binmekteydiler.

      Rüzgâr gibi daldı eve, elindekileri bir köşeye fırlattıktan sonra fırlayıp Serejka Bruzjaklarda aldı soluğu. Serejka’nın babası çarkçı yardımcısıydı ve şehrin öteki ucunda, babadan kalma, küçük bir evde oturuyorlardı. Serejka evde yoktu. İri yarı, kumral bir kadın olan annesi karşıladı Pavka’yı ve hemen dert yanmaya koyuldu: “Tanrı bilir nereye gittiğini alçağın! Gün doğmadan sıvışmış. Sanki şeytan dürtüyor, tövbe!.. ‘Silah dağıtıyorlar.’ dedi. Nerede dağıtıyorlar bilmem ama bizimki muhakkak oralarda dolanmaktadır. Bir güzel sopa lazım size, cennetten çıkma bir güzel dayak… Ele avuca sığmaz oldunuz çünkü. Bir karış boyunuza bakmadan silahlı, kavgalı işlere sokmaya başladınız burnunuzu. Söyle ona, eve eğer bir tek fişek getirecek olursa kafasını koparırım alimallah! Her türlü pisliği toplayıp getirecek başıma, sonra da hesabını benden soracaklar. Dur, sen bari koşturma, silah milah almaya kalkma sakın! Dur alçak, lafımı dinle!”

      Çoktan uzaklaşmıştı Pavka. İki omzunda birer tüfekle ilerleyen bir adam gördü yolda ve hemen yaklaştı, “Nereden aldın bunları diyadya?”9

      “Yukarıdan, Verkovina’dan. Herkese veriyorlar.”

      Pavka gerisini dinlemeden fırladı. İkinci sokağı geçmişti ki süngüsü takılı bir piyade tüfeğinin ağırlığı altında iki büklüm ilerlemeye çalışan küçük bir oğlana tosladı.

      “Nereden aldın bunu?”

      “Birlikten dağıtıyorlar, okulun karşısında. Ama bir tane olsun kalmadı, hepsi bitti. Bütün gece sürdü dağıtım. Git bak inanmazsan, bütün sandıklar bomboş.” Sonra da ekledi gururla: “Bu benim aldığım ikinci tüfek.”

      Haber perişan etmişti Pavka’yı. “Kör şeytan! Evde sürünmek yerine oraya gitmek varmış. Vaktinde açamadım ki gözümü!” diye söylendi kendi kendine. Sonra birdenbire parıldadı gözleri, hızla geriye dönüp üç sıçrayışta oğlana yetişti, çekip aldı tüfeği elinden ve itiraz kabul etmez bir tonla, “Sendeki bir tane sana yeter.” dedi, “Bu benimdir.”

      Gündüz gözüyle uğradığı bu saldırı basbayağı öfkelendirmişti oğlanı, ağzı köpükler saçarak atıldı Pavka’nın üzerine. Ama Pav-ka atik bir sıçrayışla gerileyip süngünün ucunu çocuğa doğru çevirdi. “Geri bas, yoksa yanarsın!”

      Küçük oğlan çaresizlik içinde ağlayarak ağzına gelen bütün küfürlerle hıncını boşaltırken, Pavka alabildiğine memnun bir şekilde, hızla koşmaktaydı. Ganimetini bir hangarın kirişlerinin altına güzelce yerleştirip gizledikten sonra da neşeli neşeli ıslık çalarak eve döndü.

***

      Şepetovka gibi küçük kasabalarda yaz akşamlarının güzelliğine doyum olmaz. Bu kasabaların kenar mahallelerinde, köylerin o büyüleyici havasını bulursunuz daima. Böyle akşamlarda bütün gençlik sokağa dökülür. Kızlı erkekli herkes evlerin merdivenlerinde, bahçelerde, çitlerin ardında, yollarda, inşaat için oraya buraya yığılmış kalasların yanında, kalabalık topluluklar ya da sarmaş dolaş çiftler hâlinde gezinir. Gülüşmeleriyle çınlatırlar ortalığı ve türküler fışkırır aniden dudaklarından. Yaz kokularıyla dolu hava, gökyüzünün ebegümeci rengi derinliğinde ürperir gibiydi. Ateş böcekleri gibi parıldıyordu yıldızlar ve kaygısız bir ses yankılanarak yükseliyor, uzakta sönüyordu.

      Akordeona karşı bir zaafı vardı Pavka’nın. Dizlerinin üzerindeki alete sevgiyle sarılmıştı. Parmakları tuşlara değer değmez notalar inlemeye başlıyor, ateşli bir şarkı yükseliyor ve titreyip dalgalanıyordu havada.

      Nasıl da gayrete gelip coşmuştu akordeon! Direnip de dans etmemek mümkün değildi. Türkünün ahengine çoktan kaptırmışlardı kendilerini. Hayat bu, yaşanacaktır elbette!

      Ama o akşamki neşeye gerçekten diyecek yoktu. Pavkaların evinin yanında yığılı duran kalasların üzerinde, şakacı ve gürültücü gençler görülüyordu. İçlerinde en gür seslisi olan Galoçka hepsini bastırarak ortalığı çınlatmaktaydı. Taş yontucusuydu babası Galoçka’nın, onlarla komşuydular. Dansa ve türkülere karşı sınırsız bir düşkünlüğü vardı bu kızın ve birlikte bulunduğu erkek arkadaşları da bunu bildiklerinden en küçük bir vesileyle Galoçka’yı kollarından yakalayıp başı dönünceye kadar fırıldak gibi çevirmeye koyulurlardı. Kızcağız da hiçbir vakit nazlanmaz, o sıcak ve derinden kopup gelen alto sesiyle türkü üstüne türkü tuttururdu.

      Pavka biraz ürkerdi Galoçka’dan. İğneli konuşmaktan hoşlanırdı çünkü alçak, başarırdı da… İşte şimdi de hemen oğlanın yanı başına oturup yerleşmişti oracıkta, aynı kalasın üzerinde. Ve birdenbire sarılıp kollarının arasında sıktı Pavka’yı, sonra da bir kahkaha atarak, “Bana bak değerli çalgıcı!” dedi. “Böyle çocuk denecek kadar genç olman, benim için ne büyük bir şanssızlık, bilir misin! Harika bir koca olurdun yoksa bana, çünkü seviyorum seni. Tanrı aşkına, akordeonculara hiç dayanamam! Büyülenirim âdeta, yüreğim parçalanır, elimde değil…”

      Yüzünün kıpkırmızı kesildiğini hissetti Pavka. Neyse ki gecenin karanlığında hiç kimse farkına varamayacaktı bunun. Sıyrılıp kurtulmak istedi kızdan ama Galoçka onu sımsıkı sarmış, bırakmıyordu.

      “Kaçma sevgilim benden!” diye haykırdı gülerek, “Ne biçim nişanlısın aptal!”

      Pavka telaşlanmıştı birden. Galoçka’nın iri memelerini hissediyordu omzunda ve içi fokurduyor gibi oluyordu. Etraflarından yükselen kahkahalar, sokağı alışılmadık bir çınlamaya boğmaktaydı.

      Acemice bir hareketle kurtulmaya çalıştı Pavka. “Öteye git biraz.” dedi, “Rahatsız ettiğini görmüyor musun beni, çalmama engel oluyorsun üstelik!”

      Yeniden yükselen gülüşmelere şakalar da karışıyordu.

      Marusyal, “Hüzünlü bir şey çalsana bize Pavka.” dedi, “Hani o iç paralayıcı nağmeler vardır ya, işte onlardan.”

      Yavaşça gevşeyip genişledi akordeonun körüğü. Pavka arayıp buldu notaları birer birer ve Ukraynalı yüreklerde yer etmiş, o herkesin ezbere bildiği melodilerden biri başladı. İlkin Galina yakaladı nağmeyi, sonra da Marusya katıldı türküye ve bütün gençlerin dudaklarından fışkıran ezgi tatlı bir rüzgâr gibi dalgalanıp uçtu ormana doğru…

      Artem’in sesi yükseldi birden: “Pavka!”

      Pavka derhâl akordeonu katlayıp kayışlarını çıkardı. Marusya yalvarmaya başlamıştı: “Hemen gitme ne olur, bir parça kalabilirsin pekâlâ!”

      “Yarın görüşürüz.” dedi Pavka, “Ağabeyim çağırıyor.”

      Sokağı koşarak geçip hızla eve daldı. Masanın etrafında Artem, arkadaşı Roman ve bir de Pavka’nın hiç görmediği bir yabancı vardı. Nasırlı elini Pavka’ya uzattı yabancı ve Artem sordu: “Sizin santraldeki montör hastalandı diyordun, değil mi Pavka? Yarın birini almak isterler mi? Kabul edecek olurlarsa hemen eve gelip bana haber ver.”

      “Rahatsız olmasına lüzum yok.” diye söze karıştı yabancı, “Kendim bizzat giderim daha iyi, patronla yüz yüze konuşmuş olurum. Yalnız Pavka bana yolu göstersin yeter.”

      Pavka meseleyi kavramıştı, açıklama yaptı: “Bir montöre ihtiyaç var, evet. Stankoviç hastalığından ötürü gelemediği için bütün gün çalışmadı santral. Tifo olmuş. Patron iki kere