Николай Островский

Ve Çeliğe Su Verildi


Скачать книгу

Bir de gene masanın üzerinde pırıl pırıl bir şey… Küçük bir şey parlamaktaydı. Ne olabilirdi acaba?

      Merakına yenildi Pavka ve kendini koyverdiği gibi bir kayışta indi kirazdan, yaklaşıp baktı. Masanın üzerinde, nefis bir deri kılıf içinde, harika bir on ikilik revolver duruyordu.

      Kendi kendisiyle savaştı birkaç saniye. Birden karar verip deva bulmaz bir yüzsüzlükle eğildi, çekti kılıfı, tabancayı çıkarıp aldı. İşte parktaydı gene. Yüzüstü sürünmeye koyuldu. Kirazın gövdesi, derken yıkık kulübe… Döndü, ortalıkta çıt yoktu. Emir erinin arabacıyla konuştuğunu görüyordu uzaktan. Pavka fırladı. Annesi mutfakta yemek hazırlamaktaydı. Kadının dalgınlığını fırsat bilen Pavka eski bir çaput parçasını cebine sokup sessizce sıvıştı. Ormanın kıyısındaki eski tuğla fabrikasının yıkıntılarına doğru koşuyordu. Ayakları yere değmiyordu sanki ve rüzgâr, kulaklarında ıslık çalar gibiydi.

      Büyük step otlarının istilasına uğramıştı molozlar. Sadece üç arkadaş gelirlerdi buraya ve köşe bucak her yeri bilirlerdi. Pavka etrafa dikkatlice göz attı. Kimsecikler yoktu yolda. Çam yapraklarının tembel çıtırtısı kaplamıştı ortalığı, büyük çevrintiler hâlinde kaldırıp döndürüyordu toz yığınlarını rüzgâr. Önündeki gedikten isli bir fırının içine sızdı Pavka. Oradaki tuğlaların arkasına saklayacaktı revolveri.

      Bacakları hafifçe titriyor, içine bir endişe çöküyordu yavaş yavaş. Ne olacaktı bu maceranın sonu? Evde fazla görünmemek için vaktinden önce gitti santrale. Çalışmaya koyuldu ama aslında bir tek düşünce vardı kafasını kemiren: Lehtinski’nin evinde şimdi neler olup bitiyordu acaba?

      Saat on biri vurduğunda Çukray daldı birden içeriye, Pavka’yı yakalayıp avlunun bir köşesine çekti. “İkindiüzeri sizin evde arama yapmışlar, neden?”

      Pavka titredi. “Arama mı? Ne araması?”

      “Evet arama, fakat bir şey bulamamışlar. Ne aramış olabilirler, biliyor musun?”

      Biliyordu tabii Pavka, ama söylemeye cesaret edemedi. Korkudan titreyerek, “Yoksa Artem’i tevkif mi ettiler?” diye sordu sadece.

      “Kimse tevkif edilmedi. Evin altını üstüne getirmişler, o kadar.”

      Bu sözler onu yatıştırmıştı ama rahatlatmamıştı. Sessiz birkaç dakika geçti, her ikisi de kendi düşüncelerine dalıp gittiler. Aramanın sebebini bilen Pavka yaptığı işin sonuçlarını hesaplayarak ürkmekteydi. Çukray ise gerçek sebebi bilmediğinden aramanın kendisiyle ilgili olabileceğini düşünerek endişeleniyordu: Şeytan bilir ne düşündüklerini, anormal bir şeyler fark etmiş olmalılar. Artem’in hiçbir şeyden haberi yok ve herifler gelip dosdoğru onun evine dalıyorlar. Bundan böyle daha tedbirli davranmalıyım… Ve her ikisi de sessizce işlerinin başına döndüler.

      Lehtinskilerin konağında tam bir şenlik olmuştu. Hırsızlığın farkına varır varmaz teğmen o alışılmış kibarlığından birdenbire sıyrılıp emir erine insafsızca vurmuştu. Darbenin etkisiyle sendeleyen asker hemen doğrulmuş, elleri hazırol duruşunda, gözlerini kırpıştırarak ve yediği dayağa sanki suçlu kendisiymişçesine boyun eğerek beklemişti. Kendisinden bilgi istenmek ve belki de hesap sorulmak üzere derhâl çağırılan avukat, durumu öğrenince şaşkınlığa kapılıp özür dilemeye koyuldu. Böyle bir kepazeliğin, üstelik de kendi evinde cereyan etmesi bayağı ürkütmüştü onu. Tanrı’ya şükür, bu gürültülü sahnede hazır bulunan oğlu Viktor Lehtinski imdadına yetişti: “Bana sorarsanız…” dedi, “Ama benimki kesin bir fikir değil, sadece bir varsayım… Bana sorarsanız, bu hırsızlığı komşular yapmış olabilir. Özellikle de Pavel Korçagin denilen o serseri!”

      Bunun üzerine arama yapmak üzere derhâl bir manga asker yollanmıştı eve. Aramadan hiçbir sonuç çıkmadı ve Pavka, “Demek ki…” dedi kendi kendine, “Tehlikeyi göze alıp da iyi bir iş yaptın mı ille de zarar görmezsin.”

      3

      Pencereyi açıp dirseklerini dayamıştı Tonya. Canı sıkılıyordu. Evin, gözlerinin önünde uzanan bahçesine baktı bir süre. Bütün bir yıl boyunca baba evinden ayrı kalmıştı ama bir türlü inanamıyordu buna.

      Her şey olduğu gibi kalmıştı bahçede, özene bezene budanmış ahududular, annesinin en sevdiği çiçeklerle süslü, temiz ve düzenli patikalar, hep bir yıl önceki gibiydi. Emektar bahçıvanın hünerli elinin izlerini taşıyordu bütün bahçe. Ama bu manzaranın düzgünlüğü ve temizliği bile sinirlendiriyordu Tonya’yı.

      Yarım bıraktığı bir romanı alıp bahçeye çıktı, yağlı boyalı küçük bahçe kapısını geçip gölcüklere doğru yöneldi. Bir yanı ormanla kaplı, öteki yanı da söğütlerle süslü yol, dümdüz uzanmaktaydı önünde. İlerideki eski bir taş ocağına gitme niyetindeydi Tonya. Tam o sırada söğütlerin arasından gördüğü bir olta kamışı dikkatini çekti. Eğilip dalları aralayarak baktı ve kavruk yüzlü, küçük bir oğlan gördü. Ayakları çıplaktı çocuğun, pantolonunu da dizlerine kadar kıvırmıştı. İyice dalmıştı, öyle ki Tonya’nın ısrarla kendisine baktığını fark etmedi bile.

      “Heeey!.. Burada balık var demek?”

      Öfkeyle döndü Pavka. Hiç tanımadığı bir genç kızın eğilmiş bakmakta olduğunu gördü. Mavi yakalı, beyaz bir gemici gömleği vardı kızın sırtında. Parlak gri bir eteklik giymişti. Kalın çizgili çoraplar görülüyordu ayak bileklerini örten. İnce bir mendille tutturmuştu kestane rengi güzel saçlarını.

      Belli belirsiz titredi olta ve durgun suda gittikçe genişleyen halkalar belirdi. Kızın narin sesi yükseldi dalların arasından: “Balık var, görmüyor musunuz? Isırdı bile oltayı.”

      Birden şaşkınlığa kapılan Pavka, dört bir yana sıçrayan çamurların arasında muzaffer bir edayla çekti oltasını. Ama bir de baktı ki umutsuzca kıvrılıp bükülen yemlik solucandan başka bir şey yok iğnenin ucunda. “Balığın içine edildi işte!” dedi kendi kendine öfkeyle, “Bu kız da nereden çıkıp geldi başıma!” Şaşkınlığını gizlemek için gücünün yettiği kadar uzağa fırlattı oltayı. Fakat olta iki nilüferin arasına, yani en atılmaması gereken yere gitti. Oradaki köklere takılabilirdi. Pavka iş işten geçtikten sonra durumun farkına vardı ve kıza bakmaya cesaret edemeyerek homurdandı dişlerinin arasından: “Ciyak ciyak bağırırsanız kaçar tabii balık!”

      Alaycı bir cevap geldi dalların arasından bir kamçı gibi: “Çoktan kaçmıştı balık, sizi görünce ürkmüş olmalı! Hem sonra, güpegündüz balık mı avlanır kuzum! Acemi avcı siz de!..”

      Pavka elinden geldiğince kibar davranmaya kararlıydı ama bu son sözler biraz fazla ağır geldi ona, öfkelendiğini iyice belli ederek kasketini alnına yıktı ve yine de en az kırıcı kelimeleri seçmeye gayret ederek homurdandı: “Şuradan bir an önce savuşup gitseniz daha iyi olmaz mıydı acaba küçük hanım?”

      Muzipçe göz kırparak cevap verdi kız: “Yoksa sizi rahatsız mı ediyorum?”

      “Barışalım” diyen bir yankılanma vardı kızın sesinde. Öyle ki en seçme küfürleri sıralamaya hazırlanan Pavka çaresiz kaldı. “Bakabildiğiniz kadar bakın canınız çekiyorsa. Yer herkesin yeri, ne karışırım ben…”

      Nilüferlerin arasında dalgalanıp duran oltaya endişeyle göz attı. İğne belli ki takılmıştı bir köke. Kurtarmanın imkânı yok! diye düşündü, Orospu, bir güzel dalga geçer şimdi benimle… Bir an önce defolup gitse bari!

      Dalga geçme niyetinde falan değildi oysa Tonya. Kızın sudaki aksi Pavka’ya kadar uzanmaktaydı. Arada bir kendisine kaçamak