Николай Островский

Ve Çeliğe Su Verildi


Скачать книгу

yola devam etmeleri imkânsızdı. Oysa askerleri her ne pahasına olursa olsun cepheye taşımak gerekiyordu. Kaldı ki geride, her an gelmesi beklenen ve yedek kuvvet getiren iki katar daha vardı.

      Kumandan yardımcısı, kısa bir emirname okudu. “Korçagin, Politovski, Bruzjak, treni sevk etmeye memur olan ekip sizsiniz. Reddettiğiniz takdirde derhâl kurşuna dizileceksiniz! Görevi kabul ediyor musunuz?”

      İşçiler kaderlerine baş eğdiler. İster istemez razı olmuşlardı. Süngü takmış bir Alman kıtası lokomotife kadar eşlik etti kendilerine. Bu sırada büyük hangardakiler arasından bir ikinci ekip seçilmekteydi.

***

      Kötü bir titreyişle sarsıldı lokomotif, kıvılcımlar fışkırttı karanlığa ve derin derin soluyarak son hızla gecenin içine daldı. Artem, madenî parmaklığı bir ayak darbesiyle açarak ocağa kömür doldurduktan sonra birkaç yudum su içmiş ve Makinist Politovski’ye dönmüştü. “Ne dersin babacığım, götürecek miyiz şimdi biz bu treni?”

      Yaşlı adam gözlerini kırpıştırarak, “Kıçımızda süngüyle bekliyorlar!” dedi, “Götürmeyip de ne halt edeceğiz?”

      Bruzjak, kömür vagonunun sahanlığından kendilerini gözetlemekte olan Alman askerlerine kaçamak bir bakış attıktan sonra, “Yapılacak tek şey…” diye fısıldadı, “Her şeyi yüzüstü bırakıp buradan savuşmaktır.”

      “Ben de aynı fikirdeyim.” diye homurdandı Artem, “Şu herif başımızda dikilmemiş olsa…”

      Politovski ona doğru yaklaşmıştı. “Bu namussuzları götüremeyiz, anlamıyor musun?” dedi, “Arkadaşlar orada çarpışıyorlar, partizanlar yolları havaya uçuruyor. Biz de arkadaşlarımızın hesabını görsünler diye bu köpekleri taşıyacağız, öyle mi! Yağma yok evlat! Çarlık zamanında bile ben grev süresince asker taşımayı kabul etmedim. Şimdi bu namussuzları taşımaya göz yumar mıyım sanıyorsunuz? Kendi canlarımıza böyle pis bir hediye götürmenin utancını bütün ömür boyunca silemeyiz! Yerlerine konduğumuz arkadaşları düşün, nasıl direnip kaçtılar. Onların da hayatları tehlikedeydi ama bir an bile tereddüt etmediler. Bu durumda ben de tereddüt etmem. Köpek etsin trenlerine, götürmüyorum! Ne dersin oğul?”

      “Doğrudur derim babacığım. Yalnız şu sırtımızdaki pezevengi nasıl halledeceğiz?”

      Gözleri gene sahanlığa doğru kaymıştı kendiliğinden. Alnı kırışmıştı makinistin, üstüpüyle terini kuruladı, sonra da aklını kurcalayan sorunun cevabını orada bulmak ister gibi manometreye dikti kanlanmış gözlerini. Nihayet dayanamayıp umutsuzluğunu kusmak istercesine ağdalı bir küfür savurdu.

      Artem çaydanlığı kendine doğru çekmiş, susuzluğunu gidermeye çabalıyordu şimdi, dudakları kurumuştu. Her ikisi de aynı şeyi düşünüyor ama söylemeye bir türlü cesaret edemiyorlardı. Çukray’la yapmış olduğu bir konuşmayı hatırladı Artem. “Bolşevikler hakkında ne düşünüyorsun arkadaşım?” diye sormuştu Çukray, “Komünizm hakkında?..”

      “Size daima yardım etmeye hazırım, bana güvenebilirsiniz.” cevabını vermişti.

      Aletlerin durduğu kasaya eğildi Politovski, Artem’i dürttü ve güçlükle ama kesin bir sesle konuştu: “Bu üstadı cehenneme yolcu etmekten başka çare yok anlıyor musun?”

      Derinden derine titredi Artem. Politovski ise dişlerini gıcırdatarak devam etti: “Evet, başka çare yok. İlkin o devrilecek, sonra regülatörle bütün aletler fırına atılacak ve frene basıp tüyeceğiz.”

      Artem kömür çuvalını yere bırakıyormuş gibi yaparak başıyla kabul ettiğini bildirdi ve Bruzjak’a aktardı söylenenleri. Makinist yardımcısı bir süre cevap vermedi. Risk büyüktü. Almanların elindeydi her üçünün de ailesi. Dokuz can vardı sadece Politovski’yi bekleyen. Ama her üçü de biliyordu ki bu düşman birliğini kendi yurttaşlarını öldürmeye götürmenin imkân ve ihtimali yoktu.

      “Kabul…” dedi sonunda Bruzjak, “Ama herifi hangimiz…” Cümleyi bitirmeye cesareti yoktu. Ne demek istediğini anlamış olan Artem, Politovski’ye döndü. “Nasıl yapacağız?”

      “İçimizde en güçlü kuvvetli olan sensin, başlamak sana düşer. Şu demiri al ve okşayıver kafasını! Bir anda bitir işini!”

      İhtiyarın heyecanlandığı belli oluyordu sesinden. Artem kaşlarını çatmıştı. “İmkânı yok yapamayacağım bunu. Kolum kalkmıyor, işe bak. Sonra… İyice bir düşünecek olursak… Bu zavallının da suçu yok. O da süngü zoruyla burada bulunuyor.”

      Politovski’nin gözlerinde şimşekler çakıyordu sanki. “Suçu yok mu dedin? Süngü zoruyla ha!.. Peki ya biz… Bizim ne suçumuz var ki bu pisliğin içindeyiz, söyler misin? Senin gözünle bakacak olursam, bütün bu taşıdıklarımız masumlardan ibaret. Ama bu masum alayı yarın gözünü kırpmadan partizanları kurşunlayacak! ‘Suçlu partizanlar!’ Koca aptal sen de! Gören de bir ayıdan farkın yok sanır. Hiçbir işe yaramayacaksın, anlaşıldı!”

      “Tamam tamam, uzatma…” diye fısıldadı Artem demire yapışırken.

      “Benim gözlerim daha keskindir, bırak. Böylesi daha emin. Küreği yakala sen ve yola kömür dök. Gerekirse bana yardım edersin. Şimdi gel, çalışır gibi görünelim.”

      Ellerini frene koyarken, “İyi söyledin ihtiyar.” diye tasdik etti.

      Kırmızı uçlu bir asker başlığı takmış olan Alman, sahanlığın kıyısına oturup tüfeğini dizlerinin arasına sıkıştırmış, sigara içmekteydi. Elinde kürek, kömür almak için sahanlığa tırmanan Artem’e ve kömür parçalarını ufalamak ister gibi onunla birlikte gelen ihtiyar Politovski’ye dikkat bile etmedi. Politovski’nin sessiz bir işareti üzerine uysallıkla çekilip yol açtı hatta…

      Kafatasının çatladığını bildiren boğuk ve kısa bir ses yükseldi. Bir an için donup kalmıştı Artem’le Bruzjak. Bir çuval gibi devrildi askerin gövdesi, gri bezden başlığı hızla kana bulandı. Sahanlığın kenarına çarpan tüfek, madenî bir ses çıkardı.

      “Bu iş tamam.” diye fısıldadı Politovski suratını buruşturarak, “Artık dönüşümüz yok.” Sesi kısılır gibi olmuştu ama derhâl kendini toparlayarak ortalığa çöken ağır sessizliği yırtmak için haykırdı: “Regülatörü sökün hemen! Çabuk!”

      On dakika olmadan her şey tamamlanmıştı. Kendi kaderine terk edilen lokomotif ağır ağır yavaşlıyordu şimdi. Yolun kenarındaki ağaçlar, bir ışık çemberi içinde, koyu silüetler hâlinde birdenbire dikiliyor ve yeniden gömülüyorlardı gecenin dipsiz karanlığına. Lokomotifin farları, önlerindeki birkaç metreyi aydınlatmaya yetiyordu ancak. Ağır ağır soluyan tren gittikçe yavaşlıyordu.

      Politovski’nin gürlediğini işitti Artem. “Atla yumurcak, ne bekliyorsun!”

      Ardından iri gövdesini karanlığa bıraktı. Toprağa değdi ayakları, atlayışın verdiği hızla bir kaç adım yürüdü ve tepetaklak yuvarlandı aniden. İki gölgenin arkasından atladığını görür gibi olmuştu.

***

      Neşe diye bir şey kalmamıştı Bruzjak’ın evinde. Serejka’nın annesi Antonina Vasiliyevna takatinin sınırına gelmişti artık. Dört gündür bir tek haber çıkmamıştı kocasından. Korçagin ve Politovski’yle birlikte Almanlar tarafından görevlendirilmiş olduğunu biliyordu, o kadar. Ayrıca bir gün önce üç Ukraynalı muhafız gelmişti eve ve kendisini hoyratça sorguya çekmişlerdi.

      Heriflerin tavrından ve sözlerinden iyice işkillenmişti kadın, büyük bir felaket yaşanacağını hissediyordu. Sonunda dayanamayıp belki bir haber gelmiştir umuduyla Marya Jakolevna’yı