ci defa “Ahlak Terbiyesi” kongresi toplanmıştı. Hükûmetimiz tarafından, ilk ilmî toplantıya iştirak edilmemiş olduğu için, hiç olmazsa bu ikinci toplantıya temsilci gönderilmesi ve Doğu’da ahlak terbiyesinin desteği olan esasları anlatan bir raporun kongrede bulunan temsilcilere sunulması resmen rica olunmuştu. Bu resmî dilek, Doğu terbiyesi hakkındaki malumatın, vaktiyle Korfolu bir Yunanlı tarafından yazılmış kısa bir eserden ibaret olduğunu apaçık anlatıyordu. Devrin Maarif Nazırı merhum Emrullah Efendi, istenen raporun hazırlanmasını benden istedi. Ben de raporu hazırlamak için bir dereceye kadar çalıştımsa da kongrenin toplanmasına pek yakın bir zaman kala kabinenin değişmesi, taslak hâlinde kalan eserin tamamlanmasına ve işlenmesine karşı geldiği gibi, hükûmet namına bir temsilci gönderilmesi hakkındaki resmî sözün tutulmamasına da sebep olmuştur. Bereket versin ki o yıl kendi hesabına kongreye iştirak eden bir iki Türk bulundu da hükûmetin içine düştüğü yalancılık mevkisi de biraz gizli kalabildi.
O zaman yazdığım müsveddeleri “Sebilü-r Reşad” neşretmiş idi. Bugün belki yalnız bir tarihî vesika olmaktan fazla kıymeti olmayan o satırları, bazı yurttaşlarımızın zevk ve meşrebine uygun düşer düşüncesiyle olduğu gibi neşrediyorum. İsabet mi ediyorum? Bilmem!..
1. Bölüm
İSLAM AHLAKININ ESASLARI
1 İslam Âlemi
Batı medeniyetinin bugün ele geçirmiş olduğu egemenlik durumu, Avrupa milletlerini, yeryüzünün her bölümündeki diğer milletlerle sürekli bir temasta bulunmaya zorlamakta olduğundan milletlerarası tanışma ihtiyacı, günden güne genişlemektedir. Doğu milletlerinin Avrupalıları, Avrupalıların Doğuluları, gereği gibi tanımaları meselesi, milletlerarası hayatın en söz götürmez ve ihmale dayanmaz, en belli başlı ve en lüzumlu ihtiyaçlarından sayılacağı sıra çoktan beri hulul etmiştir. Avrupalı olmayan milletler içinde, Müslümanlık namı altında toplanan ve Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusu arasında birbirlerine perçinlenmiş bir varlık gibi yaşayan yüzlerce milyona varan büyük bir milletler kümesi vardır ki dilleri, renkleri ve sırf yerli olan bazı ehemmiyetsiz alışkanlıkları bakımından birbirinden ayrı isimlerle anılmakta olmalarına rağmen, dinleri ve ayinleri ve yine dinlerinden alınmış tavırları ve âdetleri dolayısıyla aralarında pek sıkı ve genel bir bağlantı vardır. Bu büyük beşer kütlesinin büyük bölgeleri, Avrupalı sömürgecilerin idaresi altında bulunduğu için, bu milletlerin, dinleri kadar, ahlak ve âdetlerinin dayandığı esasları bilmek ve öğrenmek yine o sömürgecilerin menfaatleri gereğidir.
2 Doğu ile Batı Arasındaki Münasebetler
Bir asrı geçen zamandan beridir, bir taraftan müsteşriklerin İslam definelerini eşerek unutulmış eserleri ortaya çıkarmak ve bunların sinesinde gizli olan güzelliklerden faydalanmak için uğraşmaları; diğer taraftan sömürgecilerin gerek ticaret yapmak gerek ele geçirdikleri memleketleri idare etmek gibi yollarla egemenlikleri altında yaşattıkları milletlere temasta bulunmaları; bir taraftan da Avrupa ve Amerika dışında Hristiyanlığı yaymaya çalışan misyonerlerin çeşit çeşit gayretler göstermeleri; Doğu ile Batı arasında dolmaz ve aşılmaz zannedilen uçurumu epeyce doldurmuş ve aşılacak bir hâle getirmiştir.
Hele bu son aydınlık ve bilgi devrinin yorulmak bilmeyen bilim ve gerçeklik mücahitleri (ülkücü savaşçıları) sayesinde, tanışmak işi, geçen asırları fersah fersah geçmiş olduğundan vaktiyle “Sarazanlar” ve “Türkler” hakkında ağızdan ağıza dolaşan tuhaf, fakat manasız lakırtılardan eser kalmamıştır diyebiliriz. Avrupalılarca, Müslümanların müşrik ülkeleri yıkmak ve halkı türlü türlü işkencelere uğratmak için yaratılmış, bütün insanlık vasıflarından azat edilmiş bir bela -hem de gökyüzünden inme bir bela- sayıldıkları devirler, pek geride kalmış bulunuyor. Bu büyük değişikliğin sebebini, her şeyden önce ilim fikrinin, tenkit fikrinin bütün beşerî bilgileri kucaklayan bir hâle gelmesinde, hiçbir hakikati delilsiz kabul etmek şanından olmayan ilmî metodun düşünen insanların hepsi arasında yayılmış bulunmasında aramalıdır. Biz Müslümanlar, baştan başa hakikat aşkıyla yüklenmiş olan bu değerli çalışmalara karşı minnet ve şükran duymakla beraber bu yüzden insanlığın geleceği bakımından da yüreğimizin büyük ümitlerle dolup taştığını hissetmekteyiz.
Batı mütefekkirlerinin, Doğu’nun ahlak ve âdetlerini tasvir için vücuda getirmiş oldukları bir yığın eseri incelemek, Doğulular hakkında doğru dürüst bir fikir edinmeye yardım etmekte ise de bu eserleri yazanların görüşlerindeki ayrılık, çok önemli bazı cephelerin aydınlanmasına karşı geldiğinden; bizi tasvir eden levhaların, yine bizim elimizle vücuda getirilmesi, herhâlde çok faydalı olur. Onun için bu risalede kendi memleketimizde hüküm süren ahlak ve terbiyenin, âdet ve meşreplerin ne şekilde ve ne gibi esaslara dayandığı anlatılacak ve burada açıklanan hakikatler pek cüzi farklarla bütün İslam âlemine intibak edeceğinden bu eser iki belli başlı fayda sağlamış olacaktır.
3 Ahlakın İlk Kaynağı ve En Değerli Desteği
Her yerde olduğu gibi, ahlak kaidelerini, insan vazifelerini, beşerin hayatını düzenleyen muamelelerin dayandığı kanunları, insanlara ilk öğreten kaynak dindir. Milletleri, bahtiyarlık konaklarına, ilerleme duraklarına kavuşturacak bu kaidelerle kanunlar, hangi kavmin dininde daha açık ve daha geniş ise, o milletin dünya sahnesindeki durumu daha sağlam ve daha sürekli olmuş ve o millet, bütün insanlık âlemini faydalandırmak bakımından daha hayırlı izler bırakmıştır. Fakat bu kaideler ve kanunlar, herhangi bir cemiyette, erişilmesi gereken bahtiyarlığı gerçekleştirmekten aciz kalırsa dinin bu bakımdan eksikliğini, o milletin akıllıları ve filozofları tamamlamaya çalışmışlardır. Felsefi düşüncelerin milletlerin hayatı üzerindeki geniş tesirleri inkâr olunmazsa da derin görüşlü kimselerin gözünden saklanamayan bir nokta vardır ki o da umumun zihnî tekâmülüne yardım ettiği hâlde, felsefi nazariyelerin, kalplere işlemek ve ahlak kaidelerini ruhların derinliklerinde yaşatmak bakımından din ve itikat derecesinde hâkim olamamaları ve bu hâkimiyeti kazanamamalarıdır. Felsefi nazariyelerin birbirine aykırı düşmesi ile beraber felsefelerin, fikir hürriyeti ve istidlal bakımından açtığı geniş yol, onun bu hâkimiyeti kazanmasına engel olmaktadır. Beşer tarihinin her safhası bize gösteriyor ki insanların havassını da, avamını da hayran eden faziletlerin ve en hayırlı işlerin gelişme devirleri, itikat ve imanın en köklü olduğu zamanlara tesadüf etmiş ve itikatların yozlaşması devirlerinde ise kötülükler ve türlü türlü fenalıklar, cemiyet hayatında hükümran olagelmiştir.
Din temeline dayanmayarak yalnız akla dayanan ahlak kaideleri, belledikleri nazariyelerin gerçekliğine kuvvetli bir iman ile bağlı olan mütefekkirler için hareket örneği olabilir. Fakat bu zümrenin azlığına delil aramak bile fazladır. Halkın çokluğu ise bu felsefi nazariyelere akıl erdiremez ve onlara bağlanmaya imkân bulamaz. Onun için ahlaki kaidelerin en sağlam desteği ve en kuvvetli müeyyidesi dindir. Ahlaki esasların en büyük koruyucusu ise Allah’ın, ahiret gününde kullarını hesaba çekeceğine ve işlediklerine göre onları mükâfatlandıracağına, yahut cezaya çarptıracağına inanmaktır.
4 İslam Ahlakının Mukaddes Kaynağı
İslam yurtlarında ahlakın belli başlı temeli, İslam dinidir. Ve bu din, bütün halk tabakaları arasında ahlak ve faziletin yayılmasına, herkesin ahlak ve fazilete sarılmasına çalışmış ve muvaffak olmuştur. Müslümanlar, kötülüklerin ve çirkinliklerin her çeşidinden korunmak; faziletlerle ve güzelliklerle bezenmek için Allah’ın kitabından ve peygamberin sünnetinden başka bir feyiz ve ilim kaynağına ihtiyaç hissetmemiş ve Hazreti Peygamber’in terbiyesiyle yetişen güzide arkadaşlarından ve onların yetiştirdikleri nesilden başka rehberlere ve örneklere değer vermemişlerdir.
Hint ile Yunan’ın bir aralık Müslümanların eline geçen felsefi yazıları, Müslümanlar arasında ahlakın umum seyrine tesir bakımından hiçbir iz bırakamamıştır. Vakıa Hint’in “Kelile ve Dimne”si, İbn El-Mukaffa’ı, Eflâtun ile Aristo’nun ahlaki kitapları Farabileri, İbni Sinaları, İbn Miskeveyhleri, Tusileri, İbni Rüşdleri tesir altında bırakmışsa da bunlardaki amelî esaslar Kur’an ile hadisin coşkun bir sel gibi fışkıran öğütlerine karşı varlığını koruyamayacak derecede ruhsuz görünmüş, gönülleri terbiye etmek hassası yalnız peygamberlik kaynağından sâdır olan buyruklar ve yasaklar ile bunları hareket ve