Babanzade Ahmet Naim

İslam Ahlakının Esasları


Скачать книгу

geçinmesini sağlayacak iyi ahlak.”

      “İnsanın bahtiyarlığı, iyi ahlaktır. Fena ahlak ise bedbahtlık alametlerindendir.”

      “Şüphe yok ki doğruluğuna giden Müslüman, iyi ahlakı ve güzel seciyesi sayesinde daima oruç tutan ve namaz kılan kimsenin derecesini bulur.”

      “Şüphe yok ki bir kul ahlakı sayesinde, ibadeti az olduğu hâlde, ahiret derecelerinin en büyüklerine, ahiret konaklarının en yükseklerine nail olur. Kötü ahlakı sebebiyle de âbidler zümresinden sayılır iken cehennemin en aşağı derekelerini bulur.”

      “Sirke balı nasıl bozarsa fena ahlak da ameli öylece bozar. İyi ahlak ise güneşin karı erittiği gibi, günahları eritir.”

      “Fena ahlak uğursuzluktur. En kötüleriniz de en fena ahlaklılarınızdır.”

      “Bir kul ahlakını fenalaştırdığı müddetçe Hak Teâlâ’dan hep uzak kalır durur.”

      “Her şeyin bir tövbesi vardır. Yalnız fena ahlakı olanın tövbesi yoktur. Zira o hiç bir günahtan tövbe etmez ki daha fenasına giriftar olmasın.”

      Biri, Peygamber Efendimiz’e sormuş: “İyi ahlak nedir?” O da “Sana darılan kimse ile görüşmen, seni mahrum edene vermen, sana zulmedeni affetmendir.” buyurmuştur.

      Biri de Peygamber Efendimiz’in önünde, sağ tarafında ve sol tarafında durarak ayrı ayrı üç kere “Ya Resulallah! Din nedir?” diye sormuş; üçünde de “İyi ahlaktır.” cevabını almış. Buna da kanaat etmeyerek bir kere de arka tarafına geçip “Ya Resulallah! Din nedir?” diye sorunca Hazreti Peygamber arkasına dönerek “Yahu, anlamıyor musun, gazap etmemektir.” buyurmuşlardır.

      Bir diğeri de “Ya Resulallah, bana nasihat et!” demiş. “Nerede bulunursan bulun Allah’tan kork.” buyurmuşlar. “Daha nasihat et.” demiş. “Kötülükten sonra hemen bir iyilik işle ki onu mahvedesin.” buyurmuşlar. Yine “Daha nasihat et.” diye ricada bulunmuş. “Halka, iyi ahlak ile muamele et.” cevabını almış.

      Yine, “Amellerin en üstünü hangisidir?” sualine “İyi ahlaktır.” cevabını vermişlerdir.

      Yine bir gün Hazreti Peygamber’in huzurunda bir kadından bahsedilirken “Her gün oruç tutar, bütün gece namaz kılar, yalnız şu kadarı var ki ahlakı fenadır, diliyle komşularına eziyet eder.” demişler. Buna karşı da “O kadında hayır yoktur, cehennemliktir.” cevabını vermişlerdir.

      3. Bölüm

      İMAN İLE AHLAK

      1 İman ile Ahlak

      Dinin emrettiği farizalar ile ahlakın, İslam nazarında birbirlerine olan münasebetlerini izah için arz ettiğimiz örnekler yeterlidir. Bir de iman ile ahlak arasındaki ilgiyi de tayin edecek bazı örnekler gösterelim ki yüksek ahlak sahibi olmanın İslam’ca kesin bir farz olduğu büsbütün belirsin.

      Peygamber Efendimiz’in şu sözleri, iman ile ahlak arasındaki bağlantıyı açıkça gösterir:

      “İman yetmiş küsur kadar şubedir (nevi, çeşit). Efdali ‘Lâ ilâhe illallah.’ (Yani Allah’tan başka tapacak yok.) demek, ednası yol üzerinde insanlara eza verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ (utanmak) da imanın bir şubesidir.”

      “İmanın en üstünü Allah için sevmen, Allah için buğzetmen, lisanını Allah’ı anmakla çalıştırman, kendin için her neyi seversen, başkaları için de onu arzu etmen, kendin için neden hoşlanmazsan başkaları için de o şeyin husulünü arzu etmemendir. Bir de ya hayırlı söz söylemek yahut sükût etmektir.”

      “Nefsimi yedi kudretinde tutan Allah’a yemin ederim ki hiçbir kul, kendi nefsi için istediği hayrı, kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.”

      “Bir kul kendi nefsi için istediğini kardeşi için de istemedikçe mizahında da, ciddiyette de Allah’tan korkmadıkça imanı, kemalini bulmuş olmaz.”

      “Bir kul, ahlakını güzelleştirmedikçe, gayzını (hiddetini ve hıncını) yenmedikçe, başkaları için, kendi nefsi için arzu ettiğini istemedikçe imanı kâmil olmaz (bütünleşmez). Yararlı işler işlemeden yalnız Müslümanların hayırhahı olmakla cennete girmiş nice kimseler vardır.”

      “Bir kimsenin kalbi, diliyle beraber, dili de kalbi ile beraber olmadıkça, sözü işine uygun olmamaktan kurtulmadıkça, komşusu şerrinden emin olmadıkça mümin sayılmaz.”

      2 Ahlaki Vazifeler ve Dinî Emirler

      Peygamber Efendimiz’in bu çeşit sözlerine dikkat edilecek olursa ahlaki vazife ve hakların, dinî emirlere ne derece bağlı olduğu derhâl belirir; belki bunların ikisi âdeta birdir. Çünkü İslam dininde hiçbir ahlaki buyruk yoktur ki; dinî bir buyruk veya imani bir buyruk olmasın. İmanın yetmiş küsur kadar kolundan her biri, anlaşılıyor ki amelî bir buyruktur ve dinî bir ödevdir. İnsanın “Lâ ilâhe illallah.” yani “Allah’tan başka tapacak yok.” demesi bir dil işidir. Fakat bunu dil ile söylemek imandan bir parçadır. Bu böyle olmakla beraber halkın gelip geçtiği bir yerde halka eziyet verecek bir şeyi kaldırmak, mesela bir taş parçasını ortadan alıp bir kenara koymak da imandan bir cüzdür. Bir Müslüman; namazını, orucunu, zekatını, haccını, hasıl bir dinî vazife tanırsa; sıhhatini korumayı, ailesini geçindirmeyi, insanlara güler yüz göstermeyi de dinî bir vazife sayar. Adam öldürmek, içki içmek, kumar oynamak, zina etmek; kazaf (yani dil ile birinin namusuna tecavüz) etmek, başkasının malına el sürmek, gasbetmek nasıl günah ise nasıl haram ise; gıybet etmek (bir adamı arkasından çekiştirmek, fassallık etmek), malayani (saçma sapan) konuşmak, sıhhate zarar veren bir şey yemek, mideyi bozmak, edep ve terbiyeye uymayan tavır ve hareketlerle haysiyetini kırmak, nefsini haksız yere alçaltmak da birer günahtır ve bu yüzden haramdır (yasaktır).

      3 İslam Ahlakının Şümulü

      İslam dini, insana, yalnız kendisini yaratan Allah’a karşı mükellef olduğu (yüklenmiş olduğu) vazifeleri öğretmekle kalmıyor, maddi ve manevi hayatımızda gerekli olan şeylerin hepsini, her türlü incelikleriyle bize bildirmiş bulunuyor. Namaz ile orucun yanı başında diğer insanlara yardım etmek ve onları esirgemek, hak sahibi olan kimsenin hakkını eda etmek, icap ettiği zaman birtakım haklardan feragat etmek de İslam’ın öğrettiği esaslar içindedir. İslam dini, medeni hayatın bütün inceliklerine ait vazifelerin hepsini kavrar ve bütün bunları akla durgunluk verecek derecede en hurda teferruatıyla açıklar. Onun için aile fertlerinin, karı kocanın, komşuların, dostların birbirine karşı hak ve vazifelerini bütün incelikleriyle anlatmış ve bütün Müslümanlar arasında hakiki bir kardeşlik kurmuş ve temelleştirmiştir. Onun için bir Müslüman, İslam yurtlarının en uzağına da gitse kendisini yabancı hissetmez. Bilakis yabancılığı, bütün muhitin kendisini koruması ve esirgemesi, kendisine her türlü yardımı göstermesi için sebep olur ve bu yüzden uzak bir İslam yurduna giden bir Müslüman, dinî bir farzı yerine getirmek üzere kendisine uzanan ellerin eksik olmadığını görür. “Bir kul, kardeşine yardımda bulundukça Hak Teâlâ da ona yardımcıdır.” gibi Peygamber Efendimiz’in yüksek bir vaadini duyan hiçbir Müslüman tasavvur edilemez ki sefalette kalmış bir kardeşini kurtarmak için hemen koşmasın.

      4 İslam Medeniyeti

      İnsanın bütün ruhi kuvvetlerini ayrı ayrı terbiye ederek eşi görülmeyen gelişmelere eriştirmek isteyen ve bunu sağlayan bir dinin, başlı başına büyük bir medeniyet kurması ve kurmaya muvaffak olması gerektir. Nitekim öyle olmuş, İslamiyet böyle bir medeniyeti kurmuş ve bunu, yalnız başına, diğer medeni milletlerin felsefesinden yardım görmeye lüzum hissetmeden başarmaya muvaffak olmuştur. Müslümanlar, dinlerini, asri saffetiyle yaşattıkları