sonra görüp hiçbir şeye benzemediğini artık hata gayrikabili tamir olduktan sonra anlar ve teslim eder. Mesela, evimizi kiraya vereceğimiz zaman meraklı olanlarımız bizzat teşebbüs eder, gider, kiracıları görür, konuşur da sonra muazzez, kıymetli evladını kocaya vereceği zaman ekseriyetle yalan olduğu belli olan, başkalarının şahadeti, başkalarının tahkikatı, başkalarının delaleti ile kani olur.
Kocanız olacak bu genç evvela mektebe gidinceye kadar, yani en çok, en çok on beş yaşına kadar bizim gibi, belki bir taklit ve itina ile büyütülür. Fakat mektep hayatı onu makinesine alınca o çocuğun üzerinde ana, baba tesiri hemen yok olup mektep tesiri, yani her biri başka bir köşeden, başka bir mahalleden, başka bir cins aileden gelmiş yüzlerce çocuğun karışık tesiri hükümran olur. Mekteplerimizin idareleri âciz, gösterişli olduğu için bu talebenin bu tesiri sebebiyle kabalığa, hoyratlığa, ahlaksızlığa meyyal olan ahvali, âdetleri müsait zemin bularak tam bir germi ile bu çocuğun üstünde serbestçe hükmünü icra eder. Bunun için bugün mektepten çıkan her genç, mektep hayatının sevk ve cebriyle ekseriyetle kaba, bizim ana kucağında ekseriya büyük bir itina ile tenmiye edilmiş meziyetlerimizi takdirden âciz, vâkıf olduğunuz insanlara az çok bigâne, musikiden gafil bir adam olur… Sonra hiçbir fikrimiz uyuşamaz. Çünkü izdivaç yapılırken tahkik edilen şey yalnız mevki, yalnız servet ve yalnız namus meselesidir; ahlak ve tavır, temayülat ve efkâr bizim için o kadar ehemmiyetsiz bir şeydir ki bahse bile layık görülmez… Düşünmezler ki hayat yalnız bunlardan mürekkep ve yalnız bunlardan ibarettir. Oldukça zengin görünen ve rivayeten namuslu ve hüsnühâl sahibi bir erkeğe muazzez kızlarını hemen bilatereddüt verirler. Senelerden beri bir çiçek gibi naz ve nimet içinde yetiştirilmiş yavrularını, bu adamın kollarının, daha doğrusu pençelerinin arasına atarlar. Sonra, üç gün içinde tahakkuk eden felaket ile bedbaht, giryan olan çocuklarının matemini, nedamet ve azap içinde senelerce tutarlar. Bugün ailelerimizin yüzde doksan dokuzu uygunsuzluk, geçimsizlik içinde feryat ediyor ve sonra bu hemen bir aileye has kaderin uğursuzluğu diyorlar. Bilmiyorlar, düşünmüyorlar ki kader bizim kendi hareketlerimizin seyyiesine kendi verdiğimiz bir isimdir. Bütün çektiklerimizin yalnız kendi sersemliğimizin neticesi olduğunu bilerek, istemeyerek kendimizi mesuliyetten kurtarmak için uydurulmuş bir sözdür. İşte böyle kadere yüklediğimiz bu sefalet içinde aciz ve ıstırap ile sürünürken buna nazaran ehemmiyetsiz, zahirî sefaletlere karşı hissiz kalamayan bütün millet, samimi hayatını harap eden bir yaraya karşı tevekkül ve ihtiyat için sükût ediyor.
Onları bilhassa sofrada iken gördükçe ne kadar hoşuma gidiyorlar.
Bu dört kişi, bir ailenin birbirine bağlı ve samimi olması lazım gelen efradı, birbirlerine karşı birer kin ve garaz yanardağı gibi daimî bir infilak hâlinde… Mesela bu akşam hanım sofraya arkasına nar çiçeği kurdelelerle müzeyyen bir ropdöşambr giymiş, yarı dekolte boynuna ve saçlarına aynı renkte birer kurdeleden gül takmış olarak inmişti. Nigâr’la Abdi bana bu hâli işaret ederek katılıyorlardı. Amcam bunu görür görmez burnundan sular akmaya başladı. Nihayet mukavemet edemeyerek, “Hanım, yine nedir bu hâlin rica ederim? Zuhuriye çıkar gibi zıppadan alevli alevli önüme çıkınca gözlerim kamaştı… Aman rica ederim efendim, yaşına bak da bari sen yapma. Bilirsin ki ben kırmızı rengi hiç sevmem, bu kıza da meluna da her vakit darılırım. Bu gece biraz sıkıntım var. İnat gibi, benimle alay eder gibi böyle bir kıyafete girilir mi?” dedi.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.