Hüseyin Rahmi Gürpınar

Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç


Скачать книгу

arı arasında şenlikle yuvarlanarak ulaştığı ömrü çok şükür bugüne kadar sağlık ve esenlikle geçirdi. Şimdi bazı kuruntulular ağır bir hastalık -daha iyimser düşünenler- hemen sezilir sezilmez hafif bir nezle geçireceğini haber veriyorlar.

      Bundan dolayı niçin telaşlanmalı efendim? Anamız, yaratılış çağından beri uzaydaki o nazlı salınışında bu perçemli, bu oynak, bu yoldan çıkmaya istidatlı kız kardeşlerinin böyle yaklaşma cilvelerine kim bilir kaç defa daha uğramıştır. Ama üzerinde bundan doğan bir felaket izi görmüyoruz. İnanın ki bu sefer de gene öyle olacaktır. Ne baş ağrısı ne nezle, hemen hiçbir şey duymayacağız. Sözlerimin ne kadar doğru olduğunu 5 Mayıs’ın ertesi günü gene şu satırlara baktığınız zaman görecek, benim şimdi yaptığım gibi siz de o zaman bol bol güleceksiniz.

      Gerçek böyledir de bu telaşlar, bu söylentiler, bu heyecanlar, hele tanınmış, büyük imzalar altındaki o ürkütücü makaleler ne oluyor diyeceksiniz. Ah efendim… İnsanların gerçekleri kabul etmek için nasıl ayak dirediklerini bilirsiniz. Bu konuda size, haddim olmayarak küçük bir öğüt vereyim mi? İnsanoğlunun korktuklarından ziyade korkmadıkları şeylerden çekininiz. Ta vaaz verenlerden tutunuz da teknik bilgi sahiplerine kadar insanların bilginleri de filozofları da öbür kardeşlerini korkutma düşkünlüğünden kendilerini alamıyorlar. Bir gerçekçi olarak böyle söylüyorum. Ama bir romancı olarak öyle demeyeceğim. Öbür meslektekiler gibi sözün yalan veya doğru olma ihtimalinden bahsedeceğim ki bu da benim sanatımın hakkıdır.

      Hilesini önceden meydana koyan bir hokkabaz gibi size gerçeği böyle açıkça söyledikten sonra gene korkarsanız artık kabahat bende değildir.

7 Nisan, yıl 1326 Hüseyin Rahmi

      1

      Bedriye Hanım, bahçe üzerindeki küçük odanın penceresinden bitişik komşunun tahta kaplamasına yumruğuyla helecanlı helecanlı vurarak haykırıyordu:

      “Kardeşim Emine, neredesin? Pencereye gel, bak, sana ne söyleyeceğim!..”

      Bir cevap alamayınca kendi kendine:

      Aman bu karı da ne miskindir! Kıyametler kopsa o kuytu odadan dışarı çıkmaz. İçeride haşrolur kalır…

      Yumruklarının şiddetini iki kat arttırarak:

      “Emine Hanım, azıcık pencereye gel… Bak neler olacakmış neler… Dünyaya yıldız çarpacakmış… Merakımdan bir yerlerde duramıyorum… A, bak karı ses bile vermiyor. (yumruğu daha şiddetle indirerek) Ölü müsün ayol? Azıcık kıpırda!”

      Emine Hanım, yavaşça penceresini açıp başını dışarıya çıkararak:

      “Oğlanı yeni uyuttum. Vurma öyle hızlı hızlı. Ev temelinden sallanıyor!”

      “A, daha neler… Benim yumruğumdan ev sallanır mı hiç?”

      “A, nasıl sallanmaz! Tavanın aralıklarından pıtır pıtır tozlar dökülüyor. Bir iki gündür çocuk rahatsız. Ziyade huysuzlanıyor. Uyutuncaya kadar akla karayı seçtim.”

      “Haberin yok mu?”

      “Ne var? Gene Sıtkı karısını mı boşadı?”

      “Hay yere batsın Sıtkı da karısı da!.. Bu öyle karı boşama filan keyfiyeti değil. İş fena…”

      “Ne olmuş canım?”

      “Ortalık çalkanıyor… Bursa’da sağır sultan duydu. Senin hâlâ bir şeyden haberin yok. Ah ne felaket…”

      “Ay, yüreğimi oynatma öyle! Meraklanınca boğazıma bir şey tıkanıyor. Fena oluyorum. Evvelki kadar keder götüremiyorum. Acıklı bir şeyse hiç söyleme, rica ederim…”

      “Acıklının acıklısı! Evlere barklara şenlik! Dostlar başından ırak!..”

      “Etme… Bedriye, etme… İşte yüreğim gümbürdemeye başladı. Acaba hacıbabama selamünkavlen (inme) mi geldi? Söyle, bayılacağım!..”

      “Dünyaya kuyruklu yıldız çarpacakmış!”

      Emine Hanım, “tü, tü” diye birkaç defa yakasına tükürerek çarpıntısını gidermeye uğraştıktan sonra:

      “Aman, ben de korkacak bir şey sandım. Ne kadar telaşçısın kardeş… Çarpacaksa çarpsın. Ne var? Kapımı kapar, evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar, ‘Nasıl çarpacakmış, bakalım.’ diye sürü sürü seyre giderler… A, gitmem, gitmem… İt, köpek arasında çiğnenmeye vaktim yok.”

      Bedriye Hanım, sinirli bir kahkahayla:

      “Emine, kardeş… Sen ne kadar aptalmışsın! Hiç o koca mefret, o saçaklı Raziye bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapını kapayıp da içinde oturacaksın?”

      “Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O, helal parayla yapıldı. Kazasker Efendi’nin Çarşamba’daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle kuruldu. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen göreydin şaşardın! Bu dünya yıkılır da gene bizim evimiz yerinde durur. Büyük zelzelede ne kâgir yapılar göçtü de evimizin bir kıymığı yerinden oynamadı. Tevekkülün gemisi batmaz. Sen merak etme…”

      “Emine, sen ne kayıtsız kadınsın? Vallahi korkudan bu gece gözüme uyku girmedi.”

      “Korkma, hepsi yalan. Müneccim uydurması. Ne çarpacağı var ne bir şey. ‘Külli müneccimün kezzâb’, her müneccim yalancıdır. Hacıbabam daima öyle söylemez mi? Geçenlerde de öyle dediler. Gene bir kuyruklu görünmedi miydi? Çarpacak dediler. Gökten ateş yağacak dediler. Bilmem daha ne haltlar ettiler. Hiçbirinin aslı çıktı mı? Hay söyleyenlerin kemikleri çarpılsın inşallah! O geçenki kuyruklu için bir ucu yerde bir ucu gökte dediler. Atiye Hanım’ın evinden gözüküyormuş. Bir gece akşam yemeğinden sonra oraya gittik. Şöyle Cerrahpaşa Camisi’nin yanına doğru havada iri, sorguç gibi bir şey gördük. İşte o imiş. Bu kadar lakırtı meğerse onun içinmiş…”

      Üst taraftaki komşu Emeti Hanım, bahçe duvarının önünde dibi yukarı, yani tersine konulmuş bir eski küfenin üstüne çıkarak kınalı saçlarını gösterir:

      “A çocuklar, nedir bu telaşınız? Vıcır vıcır gene orada ne ötüşüyorsunuz?”

      Bedriye Hanım: “Kuyrukluyu söyleşiyoruz Emeti Hanımcığım.”

      Emeti Hanım: “Hangi kuyrukluyu?”

      Bedriye Hanım: “A, kaç tane var kadınım?”

      Emeti Hanım: “Kaç tane istersin? Sokak dolusu var.”

      Bedriye Hanım: “Biz, o sokaktaki kuyrukluları söylemiyoruz canım… Gökteki kuyrukluyu konuşuyoruz. Birkaç haftaya kadar dünyaya çarpacakmış diyorlar.”

      Emeti Hanım: “Siz gökteki kuyrukludan korkmayınız. Yerdekilerden korkunuz. Bu berikiler daha tehlikeli.”

      Bedriye Hanım garipseyerek:

      “Bu yerdekiler hangileri a kuzum?”

      Emeti Hanım: “Hangileri olacak? Guguruklarının tepelerine, yalancı pırlantadan birer iğne iliştirip çarşaflarının eteklerini birer arşın yerlerde sürüyerek sokaklarda gezen kuyruklular.”

      Bedriye Hanım: “İlahi Emeti Hanımcığım!.. Kıyametler kopsa sen gene böyle gençlerle uğraşmaktan vazgeçmezsin. O zavallı hanımların kuyruklu olup da kime çarptıkları var?”

      Emeti Hanım hiddetle:

      “Nasıl, nasıl? Onların çarpışlarına uğrayıp da az delikanlı hurdaya dönmedi?”

      Emine Hanım, hafif hafif gülerek:

      “Yıldız çarpıp da kıyamet kopacak diyorlar da bak, kadın hâlâ ne düşünüyor.”

      Emeti Hanım, kızarak başını duvarın üzerinden biraz daha uzatır:

      “Düşünürüm besbelli. Yeğenimin oğlu Behçet’e geçenlerde böyle yapma pırlanta iğneli kuyruklunun biri çarpmış da oğlan üzüntüsünden kendini az kaldı bahçedeki dut ağacına asıyordu. Yazık değil mi? Yirmi ikisinde tosun gibi delikanlı.”

      Bedriye Hanım: “Şimdi öyle şeyler düşünülecek zaman değil… Bu yukarıki yıldız çarparsa hepimiz tuzla buz olacakmışız.”

      Emeti Hanım: “Sus kızım, içim fena oldu. Kim söylüyor onu?”

      Bedriye