onunla temasını engellemeye çalıştılar. Onlar karşı çıktıkça insanların Hz. Muhammed’in anlattıklarına ilgisi giderek artıyordu. İnsanların artan ilgisi, Kureyş’in ileri gelenlerini iyice endişeye sevk ediyordu. Puta tapıcılığın ortadan kalkması, Araplar arasındaki saygınlıklarının ve ticari gelir kapılarının yitirilmesi demekti. Onlar ısrarla atalarının dininde yaşamak istiyorlardı.
Dönemin Arap toplumunda maddi güç ve kabile asabiyesine dayalı bir üstünlük anlayışı hâkimdi. Fakirlerin emeğinin sömürüldüğü adaletsiz bir düzen vardı. Hz. Muhammed, toplumun ezilen kesimlerinin sözcüsü gibi ortaya çıkınca, değişim için bir umut ışığı doğmuştu. Alkolizmin, kadın istismarının yaygın olduğu toplumdaki bu davranışları yeni peygamber eleştiriyordu. Bütün insanların doğuştan birbirlerine eşit oldukları söylemi Arap toplumundaki dengeleri sarsacak nitelikteydi. Bu nedenle statükoyu korumak isteyenler yeni dine inananlara eziyet etmeye başlamışlardı. Öncelikle onu hakaret ve alay yoluyla sindirmeye çalışanlar, süreç içinde tepkilerinin dozunu şiddet boyutuna ulaştırdılar.
Kureyşliler, yaptıkları eziyetlerden sonuç alamayınca bir çare olarak Ebu Talib’den yardım istediler. Ebu Talib, yardım taleplerinin ilkini gönül alıcı sözlerle geçiştirdi. Yardım talebinde bulunanlar ikinci seferde tehdit edici ifadeler kullandılar. Bunun üzerine Ebu Talib, Hz. Muhammed’i yanına davet etti ve baskılara daha fazla direnemeyeceğini söyledi. Amcasının da kendisini yalnız bıraktığı hissine kapılan Hz. Muhammed o an, “Bu işten vazgeçmem için güneşi sağ elime, ayı da sol elime verseler hiçbir şey değişmez, Allah bu dini üstün kılıncaya kadar çalışacağım veya bu uğurda öleceğim!” dedi. Yeğeninin sözlerinden etkilenen Ebu Talib, ona hak verdi ve “Git istediğini söyle, Allah’a and olsun ki seni asla onlara teslim etmeyeceğim!” dedi.
Ebu Talib’e son gelişlerinde Hz. Muhammed’i kendilerine teslim etmesini isteyen Kureyşliler, “Yeğenini bize teslim et, onun yerine Velid b. Mugire’nin oğlu Umare’yi sana evlat olarak verelim.” dediler. Tabii Ebu Talib, bu öneriyi de reddetti. Bunun üzerine Kureyşliler Hz. Muhammed’e doğrudan öneride bulunup, Mekke’deki düzeni bozmaması karşılığında her türlü imkânı kendisi için seferber edecekleri sözünü verdiler. Yaptıkları tüm bu girişimlerden sonuç alamayınca Müslümanlara karşı tavırlarını sertleştirmeye başladılar. Sertleşen tavırların başında Müslümanlarla her türlü temasın kesilmesi, onların tecrit edilmesi ve yaşadıkları mahallenin ablukaya alınıp aç bırakılması da vardı.
Hz. Muhammed, kendisine inanan kimselere yapılan işkencelerin dozu artınca, Hz. Osman ve eşi Rukiyye’nin de aralarında bulunduğu on beş kişilik grubun 615 yılında Habeşistan’a göç etmesine izin verdi. İslam’da ilk hicret olarak önem taşıyan bu olay üzerine İslam inanışının ilk mesajları da Afrika’ya ulaşmış oldu. Hz. Osman bir yıl sonra Mekke’ye döndükten sonra karşılaştıkları durumu Hz. Muhammed’e anlattı. Bunun üzerine yüz sekiz kişilik ikinci bir grup Habeşistan’a göç etti.
Kureyşliler, maddi ve manevi işkencelerle Hz. Muhammed’e inananların önünü kesmeye çalışırken, diğer yandan Habeşistan’a göç edenleri geri almak için Kral Necaşi’ye elçi gönderdiler. Necaşi’nin kendisine sığınanları iade etmemesi üzerine hayal kırıklığına uğrayan Mekkeliler, bir süre sonra Ebu Talib’in mahallesindeki ablukayı gevşettiler. Müslümanlara karşı boykotun gevşemesi üzerine Habeşistan’a giden göçmenlerden otuz üçü 620 yılında Mekke’ye döndü. Habeşistan’daki göçmenlerin kalan kısmı da 628 yılında Medine’ye döndü.
Hz. Hamza ile Hz. Ömer’in Müslüman olması ile Mekkelilerin morali çok bozulmuştu. Bu nedenle Hz. Muhammed taraftarlarına karşı daha şiddetli mücadele kararı aldılar. Gözlerini iyice karartan Mekkeliler, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ailelerini de düşman ilan ettiler. Hz. Muhammed’in, inadından ötürü peygamberlik iddiasında bulunduğunu düşünen Mekkeliler, akrabalarına baskı yaptıkları takdirde sonuç alabilecekleri vehmine kapıldılar. Mekkelilerin ilan ettiği düşmanlık çerçevesinde Ebu Leheb ve ailesi dışında bütün Haşimoğulları ve Muttaliboğulları ablukaya alındı. 616 yılında başlayan abluka döneminde Hz. Hatice’nin ve Ebu Talib’in bütün serveti tükendi. Hac mevsimi dışında onlarla her türlü ticari ilişki yasaklandı. Büyük yokluk ve açlığa sebep olan abluka, 619 yılında kaldırıldı.
Amcasını ve Eşini Aynı Yıl Kaybetti
Hz. Muhammed’in hayatının en sıkıntılı yılı, vahyin gönderilişinin onuncu yılı oldu. O yıl, Hz. Hatice ve amcası Ebu Talib üçer gün arayla vefat etti. “Hüzün Yılı” denilen 620 yılında Kureyşlilerin Hz. Muhammed’e karşı tavırları giderek sertleşti. Mekke içinde tebliğ imkânının kalmaması üzerine Hz. Muhammed, Mekke dışındaki kabilelere İslam’ı anlatmaya başladı. Zeyd b. Harise’yi yanına alarak önce Taif’e giden Hz. Muhammed, burada saldırı ve hakarete uğradı. Mekke’ye döndüğünde Nevfeloğulları’nın reisi Mut’im b. Adî’nin himayesiyle Mekke’ye girebildi.
İslam’da üç aylar denilen recep, şaban ve ramazan ayları aynı zamanda haram ayları olarak kabul ediliyordu. Araplar arasında bu üç aylık dönemde savaş yapılması yasaktı. Aynı zamanda bu aylar alışverişin arttığı panayır aylarıydı. Arabistan’ın dört bir yanından insanlar Mekke’ye geliyor, ticaret yapıyor, Kâbe’deki putlarına tapınıyorlardı. Hz. Muhammed’in de Arabistan dışından gelenlerle en yoğun temas ettiği dönem bu aylarda oluyordu. Bu temaslarının en verimlisini 620 yılında Medine’den gelenlerle kurdu. Hazrec Kabilesi’ne mensup altı kişilik bir grup İslam inancını benimsedi. İçlerinden Es’ad b. Zürare, Yesrib’e dönerek bu yeni dini anlatıp bir yıl sonra tekrar Akabe’de Resul-i Ekrem’le buluşma sözü verdi. Yardım edenler anlamına gelen ensar toplumunun nüvesini oluşturan bu altı kişinin faaliyetleri neticesinde 621 yılında onu Hazrec Kabilesi’nden, ikisi Evs Kabilesi’nden olmak üzere on iki Medineli Hz. Muhammed ile gizlice Akabe’de buluştu. Birinci Akabe Biatı denilen bu buluşmada Medineli Müslümanlar, Hz. Muhammed’e Allah’a ortak koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, birbirlerine iftirada bulunmayacaklarına, Resulullah’ın emirlerine uyacaklarına dair söz verdiler. Hz. Muhammed, Medinelilere İslam’ı öğretmesi ve namaz kıldırması için Mus’ab b. Umeyr’i onlarla birlikte gönderdi. Mus’ab bin Umeyr’in çalışmaları neticesinde Medine’deki Müslümanların sayısı arttı.
Medine’ye Göç Etmek Zorunda Kaldı
Vahyin on üçüncü yılı, İslam tarihinde bir dönüm noktasını teşkil etti. 622 yılında Medine’den Mekke’ye gelen Müslümanların sayısı 25’i buldu. Onlar, Akabe’de buluştukları Hz. Muhammed’e yeniden biat ettiler. İkinci Akabe Biatı denilen bu buluşma sırasında Medineli Müslümanlar Hz. Muhammed’i kendi şehirlerine davet ettiler.
Artık Mekke’den göç etmenin zamanı gelmişti. Bunun için önce Mekke’deki Müslümanların emniyetli bir şekilde Medine’ye göç ettirilmeleri gerekiyordu. Bunun toplu bir göç olduğunun anlaşılmaması için belirli aralıklarla yola çıkıldı. Buna rağmen Mekkeli müşrikler Müslümanların kendilerini terk ettiklerini anladılar. Gidenleri durdurmak için hapis dâhil her türlü engeli çıkartmaya çalıştılar. Yine de engel olamadılar. Geride sadece Hz. Muhammed, Ebu Bekir ve ailesi, Hz. Ali ve annesi, ayrıca göç etmeye gücü olmayanlar ile hapsedilerek göç etmeleri engellenenler kaldı.
Müslümanların Medine’ye göç etmeleri, müşrikleri geleceğe ilişkin iyice endişeye sevk etti. Medine’ye göç eden Müslümanların gün gelip orada çoğalacağını ve kendileri için tehdide dönüşeceğini düşünüyorlardı. Bu nedenle Darünnedve’de toplanıp Ebu Cehil’in