Mikâil Bayram

Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 İsim


Скачать книгу

evinde ziyaret ederek bu çalışmayı gerçekleştirdik. Mikâil Hoca’nın ilerleyen yaşı ve çeşitli hastalıkları nedeniyle, bu çalışmaların sekteye uğradığı dönemler elbette oldu. Ancak eksik kalan bölümleri, bilahare kendisiyle yeniden söyleşip tamamlayarak yayına hazırladım. Süreçteki bir diğer sorun ise, 2020 Mart ayından itibaren küresel bir afete dönüşen koronavirüs salgınıydı.

***

      Sonuç itibarıyla, elinizdeki bu iki kitap çalışması, kıymetli Mikâil Bayram Hoca’nın birikimlerini kayıt altına almak ve gelecek nesillere aktarabilmek açısından, önem verdiğimiz bir projeydi. Ümit ediyorum, kitabın okuyucuları ve ilgilileri de içerik ve kapsam itibarıyla beklediklerini bulabilirler. Çalışmanın eksikliklerinden, elbette söyleşiyi yapan ve yayına hazırlayan sıfatıyla doğrudan ben sorumluyum.

      Bu vesileyle, son olarak; Mikâil Bayram Hoca’ya, sağlık durumunun elverdiği ölçüde içtenlik ve özveriyle çalışmaya katkı sağladığı için müteşekkirim. Keza, kıymetli eşi Ayşe Bayram Hanımefendi’ye de hoşgörüsü ve nazik ev sahipliği için şükranlarımı sunarım. Bu iki kitabın değerli yayıncısı ve sevgili ağabeyim Yasin Topaloğlu’nun maddi-manevi desteği olmasaydı, elbette bu çalışma ortaya çıkma imkânı bulamazdı; kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum. Bu kıymetli çalışmayı kendi adıma, zor günlerimizde daima yanımda olan, sevgili annem ve babam, Ayşe ve Mikdat Koç’a armağan etmek istiyorum.

Mehmet Akif KoçBalgat, 1 Haziran 2021

      1.

      Zerdüşt (M.Ö. VII – VI. yüzyıl)

      Zerdüştî kaynak ve rivayetlere göre; Zerdüşt, Azerbaycan’da dünyaya gelmiş, Urumiye yakınlarında, Aryanvioçe (Aryan Gölü) civarında çocukluğu geçmiştir. Urumiye civarından olduğu için Kürtler onu kendilerine nispet ederler. Benim kanaatim Medlerden olduğu yönündedir. Bir süre sonra Zerdüşt, kendi dinini yaymaya başladı ve bunun üzerine hücumlara maruz kaldı, yaşadığı bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. Ardından bugün Afganistan içinde yer alan Belh’e gitti ve buraya yerleşti.

      Batılı yazarlar, Zerdüşt kelimesinin “İştar”dan (eski Mezopotamya’da Yıldız Tanrısı) geldiğini düşünürler. İranî kaynaklarda bu “Ester” olarak söylenir. Bugünkü Kürtçeyi esas alarak, bu kelimenin “istar” olduğunu (gök, yıldız anlamında) düşünüyorum. “Zar” da Kürtçede ‘kul ya da erkek çocuk’ anlamına gelir. Benim çıkarımım; “Zerdüşt” kelimesinin bu Kürtçe altyapı üzerinde, “İştar’ın kulu” anlamına geldiğidir. Bazı Batılı kaynaklar, Zerdüşt’ün hayvancılıkla geçinen bir topluma gelmiş bir peygamber olduğunu ve “Ester’in çocuğu” anlamında (Devenin Çocuğu) olduğunu savunur.

      Zerdüşt, Belh’e göçünce dinini orada tebliğ etmeye başlamış. Yine kendi kaynaklarının bildirdiğine göre, Pers Hükümdarı Viştasp zamanında dinini yaymaya başlamış, Viştasp da onun dinini kabullenip kendisine destek olmuştur; bu dönem yaklaşık olarak M.Ö. 600 yıllarına tekabül etmektedir. Avrupalılar buna itiraz etmektedir; zira Avesta’nın ilk ayetlerinin dilinden hareketle, bu dilin Persler zamanındaki dille uyuşmadığı ortaya çıkmaktadır, bu dilin daha eski bir dil olması gerekir. Avesta’nın bu ilk bölümlerinin dili kadim bir dildir ve Sanskritçeye de yakındır. Bu gerçeği göz önünde bulundurunca, Zerdüşt’ü zaman ve mekân konusunda bir yere oturtmak pek mümkün olmamaktadır.

      Zerdüşt’le ilgili bu farklılıklar, Avesta’nın sıhhati ve eklektik yapısı konusunda da şüpheler doğurmaktadır. Zira o dönemlere dair elde çok sayıda Persçe malzeme bulunmasına rağmen, Avesta’nın dili bu metinlerle hiç uyuşmamaktadır. Batılılar buna dayanarak Zerdüşt’ün dönemini M.Ö. 800 ve hatta M.Ö. 1000’den daha erken tarihlere yerleştirmektedir.

      Viştasp, Zerdüşt’ü himaye etmiş ve evlendirmiş, sonra da onun dinini Pers Devleti’nin resmî dini hâline getirmiştir. Onun ardından dini devam ederek, İran’daki devletlerin inancını oluşturmuştur. Zerdüştî rivayetlere göre onun nutfesi (sperm) Aryan Gölü’ne düşmüştür, Zerdüşt’ten üç bin yıl sonra bir genç kız o gölde yüzecek ve bu sırada Zerdüşt’ten hamile kalmış olacak; bu hamilelikten de Zerdüştîlerin kurtarıcısı dünyaya gelecektir.

      Bu kurtarıcının vasıfları ile halk muhayyilesindeki Mehdi’ye dair söylemler birbiriyle örtüşmektedir. Şiilikteki bu ümit ve beklentilerin kaynağı söz konusu Zerdüştî rivayetlerdir.

      2.

      Ali b. Ebu Talib (600 – 661)

      Hz. Ali konusu çok geniş bir konu olmakla birlikte, bu kitap çalışması kapsamında, tarihsel hususiyeti ve günümüze bakan yönleri itibarıyla ele alınacaktır.

      Ali; Abdulmuttalib’in oğlu Ebu Talib’in oğludur ve Hz. Peygamber’e ilk inanan insanlardan biridir, Müslüman olduğunda büluğ çağına bile ermiş değildir. Çocukluk çağından itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadı ve hep yanında olarak doğrudan irşadına mazhar oldu. İslam dünyasının en güzide bir şahsiyeti olarak tanınır.

      Bedir Savaşı’nda Ebu Süfyan’ın oğlu ve kavminin kendisine çok güvendiği pehlivan Hanzele meydana çıktığında, onun karşısına İslam ordusundan Hz. Ali çıktı. Daha ince yapılı bir savaşçı olan Ali çevikliğiyle, meşhur Muaviye’nin de ağabeyi olan Hanzele’yi mağlup etti ve onu öldürdü. Ebu Süfyan ailesinin Ali’ye düşmanlığı büyük ölçüde bu karşılaşmadan kaynaklanır.

      Hz. Peygamber diğer sahabelere de yaptığı gibi Ali’ye de çeşitli görevler verdi, onu Kuzey Yemen’de Kızıldeniz’e yakın bir bölgeye zekât memuru olarak tayin etti. Burada görevliyken, Hz. Peygamber Veda Haccı’na çıktı, bundan önce çevrede bulunan görevli sahabelerin de Hacc’a katılmalarını emretti, bu görevdeki sahabeler yerlerine vekâleten birini bırakarak bu Hacc’a katılmak üzere Mekke’ye geldiler. Hz. Ali’nin yerine vekil olarak tayin ettiği adam sahtekâr çıktı, toplanan zekât paralarını alarak Kızıldeniz üzerinden firar etti. Bu hadise Mekke’de duyulunca Ebu Süfyan ailesi Ali’ye olan aleyhtarlıklarını bunun üzerine inşa etmeye başladılar; hatta Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dahi bu söylenti ve suçlamalara prim verecek oldular ve Ali’nin yanlış bir adam seçmiş olduğuna hükmettiler.

      Ali’nin aleyhinde olanlar, Hz. Peygamber’in Veda Hutbesi’nde bu konuyu dile getireceğini umuyorlardı, ancak Peygamber bu konuya değinmedi. Ardından Mekke’ye veda tavafı yapmak üzere döndü, oradan da Medine yoluna çıktı. Mekke’den ayrıldıktan sonra bu söylentiler farklı kanallardan yayılarak Peygamber’e kadar intikal etti; yol üzerinden Gadir-i Hum denilen bölgede yolculuğa mola verdi ve develerin eyerlerinden bir minber yaparak üstüne çıktı. Yanına da Ali’yi aldı, minberin üstünde yaptığı konuşmasında Hz. Ali’yi tebrik etti ve suçsuz olduğunu ilan etti: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.” şeklindeki sözünü burada sarf etti. Kürsüden inince, sahabelerin çoğu Ali’nin yanına gelerek kendisini tebrik ettiler. Şiilerin inancına göre Hz. Peygamber’in Hz. Ali’yi halifeliğe tayinini haber veren meşhur hadise budur. Maide suresinin çokça bilinen “Bugün sizin için dinimi tamamladım.” ayetinin de bu halife tayininden dolayı indiğini savunurlar.

      Bu hadiseden bir müddet sonra Hz. Peygamber vefat edince, sahabeler cenazenin defni hususunun yanı sıra onun halefi konusunda da istişarelerde bulundular, birbiriyle ihtilaflı çeşitli görüşler belirdi. “Emir’ul-Müminin kimden olacak?” sorunu ortaya çıkınca, insanların bir bölümü Hz. Ali’nin bu iş için zaten işaret edildiğini savundu. Medine’deki yerli Müslümanlar ise Ensar’dan olması gerektiği üzerinde durdu ve bu amaçla Sa’d b. Ubade’nin ismini ortaya attı. Bir başka grup halifenin Kureyş’ten birisi olması gerekliliğini