Hasan Yılmaz

Fâtımîler ve Fâtımî Halifeleri


Скачать книгу

denklemindeki karmaşanın yanında, coğrafyasının da zorluğunu dikkate alarak, hedefleri açısından daha uygun olan Abbasiler’in egemenliğindeki Mısır’a doğru yayılmanın çarelerini aramaya başladı. Bu amaçla, 913 ve 919 yılları arasında Mısır’ı fethetmek için iki ayrı deneme yaptı. Başarısız olan bu denemeleri, 934-946 yılları arasında oğlu ve halefi Kaim-Biemrillah el-Fâtımî devam ettirse de bir sonuç alamadı.

      İmam Mehdi, Mısır’a doğru büyüme stratejisini gerçekleştiremeyince, 915 yılında Kuzey Afrika’nın doğu sahillerinde bir yarımadada Mehdiye adıyla anılan bir şehir kurdu ve 920’de burayı başkent ilan ettikten sonra devletinin kurumsal gücünü tahkim etmek için uzun dönemli bir barış ortamı tesis etti. Bu barış sürecinde Fâtımî Devleti’ni tehdit eden en önemli güç Hariciler idi. Ancak bu hareket 947 yılında Halife Mansûr-Billah tarafından etkisiz hâle getirildi. Ardından Fâtımîler başkentlerini Sabra’ya taşıdılar.

      Fâtımîler, Kuzey Afrika’nın batısından doğusuna doğru genişleme imkânını 10’uncu yüzyılın ikinci yarısında bulabildiler. O dönemde Mısır, İhşîdî Devleti’nin kontrolündeydi. 963 yılında Vali Kafur’un ölümüyle birlikte Mısır’da iç karışıklıklar baş gösterdi. Meydana gelen karışıklıklar, ekonomik ve sosyal sorunları beraberinde getirdi. Böylece İsmailî inancının propagandisti olan Dailer için uygun bir ortam oluştu. Halk bir kurtarıcı bekler gibi Fâtımîler’in istilasına hazır hâle getirildikten sonra 968 yılının sonlarında Muiz-Lidinillah yönetimindeki Fâtımî Devleti, Rakkâde şehrinde topladığı 100 bin kişilik ordusu ile harekete geçti. Cevher es-Sıkıllî adlı komutanın yönetimindeki Fâtımî ordusu Temmuz 969’da Mısır’ı işgal ederek Fâtımîler’in büyük hayalini gerçekleştirdi.

      Fâtımîler’in Mısır’a hâkim olmalarının İslam dünyasında büyük etkileri oldu. Bu egemenlik İslam dünyasındaki ekonomik, sosyal ve siyasal dengeleri değiştirdi. O tarihe kadar İslam dünyasının egemenliği Bağdat’ta yerleşik Abbasi halifesinde iken Fâtımîler’in Mısır’ı ele geçirmesiyle birlikte İslam dünyasında Bağdat’tan icazet almadan kurulan ilk devlet ortaya çıktı.

      Fâtımîler’in Mısır’a girmesiyle birlikte İslam dünyasında üstlendikleri görev de değişti. Şiiler Mısır merkezli bir devlet sahibi olurken İslam dünyasında da siyasi ve sosyal değişimin fitilini ateşlediler. Hedefleri İslam dünyasına egemen olmaktı. Zira, Sıffin Savaşı’yla başlayan ayrışmada bayrağı göndere çekmeyi başarmışlardı. Mısır’dan sonraki hedefleri, Şam ve Bağdat’ı ele geçirmekti. Onları bu hedeflerine en çok yaklaştıran da 11. yüzyılda başlayan haçlı seferleri ve 13. yüzyılda meydana gelen Moğol istilası oldu.

      Fâtımîler’in Mısır’ı ele geçirdikten sonra yaptıkları ilk iş, bugünkü Kahire şehrinin etrafında şekillendiği büyük bir saray ve cami inşa etmek oldu. Ardından hutbelerden ve madenî paralardan Abbasi halifesinin adını çıkartıp yerine Muiz-Lidinillah’ın adını yerleştirdiler. Aynı zamanda imamların giydiği siyah cübbenin yerini beyaz cübbe aldı. Böylece Sünniler ile Şiilerin siyah ile beyaz kadar farklı oldukları vurgusu yapıldı.

      Diğer yandan, Fâtımîler dinî ve sosyal yaşamda ciddi değişiklikler yaptılar. Yapılan değişiklikler şöyledir:

      Ramazan ayının başlangıcı ve Ramazan Bayramı’nın başlangıcını hilalin görünmesini beklemeksizin takvim esasına bağladılar.

      Ezana, “hayye alâ hayri’l-amel” (Hayırlı amele koşun.) ibaresini eklediler. İmamlar, namazda besmeleyi açıktan okumaya başladılar. Cuma namazının ikinci rekatında Kunut Duaları’nı okuttular.

      Cevher es-Sıkıllî’nin dört yıllık valiliği döneminde vergi oranları arttırılarak çevrenin imarına önem verildi. Toprak sahiplerinden ellerindeki arazi karşılığında alınan ücretleri de arttırıldı ve Mısır dinarının değeri yükseltildi.

      Fâtımîler, Abbasi egemenliğine son vermek için, kendi egemenlik alanlarını kullanarak stratejilerini İslam dünyasını ele geçirmek üzerine kurmuşlardı. O dönemde henüz Türkler tarih sahnesinde olmadığı için karşılarında dingin bir güç yoktu. Abbasi iktidarı artık yorgundu ve Kuzey Afrika’dan gelen dingin gücün tehdidini boşa çıkartacak güçten giderek uzaklaşıyordu. Bu nedenle Fâtımîler, Mısır’dan sonra Suriye’yi de almak istedi. Suriye, Bağdat’a bağlı Büveyhoğullarının egemenliği altında idi. Fakat Şam’da 31 Ağustos 971’de yapılan savaşta, Fâtımîler’in Suriye bölgesi komutanı Cafer b. Felah’ın ölmesi bütün planı altüst etti. Cevher es-Sıkıllî, Halife Muiz-Lidinillah’ı Tunus’tan Mısır’a davet etti. Mısır’a geldiğinde halifenin yaptığı ilk iş, Cevher’i görevinden alarak yerine, Ya’küb bin Killis’i getirmek oldu.

      Fâtımîler Suriye’yi ele geçirmeyi, diğer ülkelere sahip olmanın garantisi gibi görüyorlar ve özellikle Bağdat’ı ele geçirmek istiyorlardı. Çünkü Bağdat, Sünni Müslümanlığın merkezi durumundaydı. Fakat Bağdat’ı hâkimiyet altına almaları öyle kolay değildi. Bu nedenle taktik bir değişiklik yaptılar ve Abbasiler döneminde önemini iyice yitiren Mekke ve Medine’yi de içine alan Hicaz bölgesine yöneldiler ve bu amaçlarına 978 yılında ulaşarak cuma hutbelerini Fâtımî halifeleri adına okutmayı başardılar.

      Hicaz bölgesinde hâkimiyet kurmaları, Fâtımîler’in İslam dünyasındaki etkinliğini iyice arttırınca Suriye’ye duydukları ilgi daha da yoğunlaştı. Bu süreçte, Suriye halkının desteğini kazanmak için propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırarak Şia inanışının bütün İslam dünyasının yegâne inanışı olması gayesine odaklandılar.

      Bu amaca ulaşmak için bir yandan Müslüman olmayanları Müslüman olmaya zorlarken, diğer yandan ehlisünnet inanışına mensup Müslümanlar üzerindeki baskılarını arttırdılar. Sahabelere küfür etmeyi toplumsal bir davranışa dönüştürdüler. Hatta Halife Hâkim-Biemrillah döneminde camilerin duvarlarına, ev ve dükkânların kapılarına sahabelere hakaret içeren sözler yazdırdılar. 10’uncu yüzyılın son çeyreğinde artan aşırılıklar had safhaya ulaştı. Kendinde ilahi bir güç vehmeden Hâkim-Biemrillah döneminde Fâtımîler ile dönemin en kudretli devletlerinden biri olan Bizans İmparatorluğu ilişkileri de bozuldu. Nitekim, 13 Şubat 1021 tarihinde Hâkim-Biemrillah, esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Bütün kuşkular Bizans Devleti üzerine yönelse de kayboluşun sırrı çözülemedi.

      Fâtımî Devleti en geniş sınırlarını Müstansır-Billah’ın döneminde ulaştı. 11’inci yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Mısır, Suriye’nin güneyi, Kuzey Afrika, Sicilya Adası, Mekke ve Medine’yi de içine alan Hicaz bölgesi ve Yemen, Fâtımî Devleti’nin egemenliği altına girdi.

      Fâtımî Devleti’nin küçülmesi de büyümesi gibi kısa sürede oldu. Vezir Ebü’l-Kasım Ali b. Ahmed el-Cercerâî’nin 1045 yılının ramazan ayında ölümüyle birlikte diplomatik alanda önemli bir akıldan yoksun kaldılar.

      Tunus’ta Endülüs Emevi Devleti ile çekişen Fâtımîler, Mısır’a geldikten sonra da Abbasiler ve onların en büyük koruyucusu Büyük Selçuklu Devleti ile çatıştılar. Abbasiler, kendilerine yönelen Fâtımî tehdidini savuşturmak için bir yandan Büyük Selçuklu Devleti’nden yardım isterken, diğer yandan Afrika Valisi Muiz bin Badis’i, Mısır’ın egemenliğinden ayrılmak için tahrik ettiler. Muiz bin Badis de 1051 yılında Kuzey Afrika’da hutbeleri Abbasiler adına okutmaya başladı. Büyük Selçuklu Devleti de Bizans İmparatorluğu ile yaptığı anlaşma sonucunda Mısır’a buğday ambargosu uygulanmasını sağladı. Bu durum, Fâtımîler’in, Abbasi Devleti’ne karşı yürüttüğü stratejide değişikliğe gitmelerine neden oldu. Fâtımîler, ilk olarak Abbasiler’i doğudan sıkıştırmak