Dede Korkut

Dede Korkut'tan Seçme Hikâyeler


Скачать книгу

doğanını öldüreyim

      Yenim ile alnımın kanını ben sileyim

      Ölürsem senin uğruna ben öleyim

      Allahutaala kor ise evini ben kurtarayım

      Çoban böyle deyince Kazan kahırlandı, kara cins atını sürdü ve yürüdü. Çoban da Kazan’ın ardından yetişti. Kazan döndü baktı:

      “Oğul Çoban, nereye gidiyorsun?” dedi.

      Çoban:

      “Ağam Kazan sen evini almaya gidiyorsan ben de kardeşimin kanını almaya gidiyorum.” dedi.

      Çoban böyle söyleyince Kazan:

      “Oğul Çoban, karnım açtır, bir şeyin var mıdır yemeğe?” diye sordu.

      Çoban:

      “Evet, ağam Kazan, geceden bir kuzu pişirmişimdir, gel şu ağaç dibinde oturup yiyelim.” dedi.

      Atlarından indiler. Ağacın altına gelince Çoban dağarcığı çıkardı ve yemeye başladılar.

      Kazan, içinden: “Eğer Çoban ile oraya varacak olursam kudretli Oğuz beyleri benimle alay ederler. ‘Çoban beraberinde olmasaydı Kazan, kâfiri yenemezdi.’ derler.” diye düşündü.

      Kazan’a gayret geldi. Hemen yerinden kalkıp Çobanı bir ağaca sıkı sıkıya bağladı, kalktı yürüdü. Çobana:

      “Bre çoban karnın acıkmamışken, gözün kararmamışken bu ağacı koparmaya bak, yoksa seni burada kurtlar kuşlar yer.” dedi.

      Karaca Çoban zorladı, koca ağacı yeri, yurdu ile kopardı, arkasına aldı. Kazan’ın ardına düştü. Kazan arkasına baktı bir de ne görsün, Çoban ağacı arkasına almış geliyor.

      Kazan:

      “Bre Çoban bu ağaç ne ağaçtır?”

      Çoban:

      “Ağam Kazan, bu ağaç o ağaçtır ki sen kâfiri tepelersin, karnın acıkır; ben sana bu ağaç ile yemek pişiririm.” dedi.

      Bu söz Kazan’ın çok hoşuna gitti. Atından indi, Çobanın ellerini çözdü, onu alnından öptü ve dedi ki:

      “Eğer Allah benim evimi kurtaracak olursa seni tavlacıbaşı yapacağım.” dedi.

      İkisi birlikte yola koyuldular.

      Beri yanda Şökli Melik, kâfirlerle şen şakrak yiyip içip eğleniyordu.

      Şökli Melik bir ara etrafındakilere şöyle dedi:

      “Beyler biliyor musunuz Kazan’a nasıl acı vermek gerek? Boyu uzun Burla Hatunu’nu getirip kadeh sundurmak gerek.” dedi.

      Boyu uzun Burla Hatun bunu işitti, yüreği ile canına ateşler düştü. Kırk ince belli kızın arasına girdi, onlara öğüt verdi:

      “Hanginize sorarlarsa ‘Kazan’ın hatunu hanginizdir?’ diye, kırk yerden ses veresiniz.” dedi.

      Şökli Melik’in adamları geldi ve:

      “Kazan Bey’in hatunu hanginizdir?” dedi.

      Kırk yerden ses geldi. Adamlar, hatunun hangisi olduğunu bilemediler. Gidip kâfire haber verdiler:

      “Birine sorduk, kırk yerden ses geldi. Hatunun hangisi olduğunu bilemedik.” dediler.

      Kâfir:

      “Bre varın Kazan’ın oğlu Uruz’u çekin çengele asın, ak etinden kıyma kıyma çekin, kara kavurma pişirip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi odur. Onu alın gelin, bize kadeh sunsun.” dedi.

      Boyu uzun Burla Hatun oğlunun yamacına geldi. Çağırıp oğluna söyler, görelim Han’ım ne söyler:

      Oğul oğul ay oğul

      Biliyor musun neler oldu?

      Söyleştiler fısıl fısıl

      Kâfirin fiilini duydum

      Penceresi altın otağımın kabzası oğul

      Kaza benzer kızımın, gelinimin çiçeği oğul

      Oğul oğul ay oğul

      Dokuz ay karnımda taşıdığım oğul

      On ay deyince dünyaya getirdiğim oğul

      Dolaması altın beşikte belediğim oğul

      Sonra oğluna kâfirlerden duyduklarını bir bir anlattı:

      Kafirler ters konuşmuşlar. “Kazanoğlu Uruz’u hapisten çıkarın. Boğazından urgan ile asın. İki küreğinden çengele takın. Kıyma kıyma ak etinden çekin, kara kavurma edip kırk bey kızına iletin. Kim ki yedi o değil, kim ki yemedi, o Kazan’ın hatunudur. Çekin döşeğimize getirelim, kadeh sunduralım ona.” demişler. Senin etinden mi yiyeyim oğul, yoksa pis dinli kâfirin döşeğine mi gireyim, baban Kazan’ın namusunu mu lekeleteyim? Ne yapayım hey oğul, de bana! dedi.

      Uruz:

      Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana! Ana hakkı kutsal olmasaydı; kalkarak yerimden doğrulaydım, yakan ile boğazından tutaydım, kaba ökçem altına alaydım, ak yüzünü kara yere tepeydim, ağzın ile burnundan kan fışkırtaydım, can tatlılığını sana göstereydim. Bu nasıl sözdür? Sakın kadınana benim üzerime gelmeyesin, benim için ağlamayasın. Bırak beni kadınana çengele vursunlar, bırak etimden çeksinler kara kavurma etsinler, kırk bey kızının önüne iletsinler. Onlar bir yediğinde sen iki ye, seni kâfirler bilmesinler, duymasınlar, ta ki pis dinli kâfirin döşeğine varmayasın, kadehini sunmayasın, babam Kazan’ın namusunu lekelemeyesin, sakın, dedi.

      Oğlan böyle deyince Burla Hatun’un gözünden boncuk boncuk yaşlar yere döküldü. Boyu uzun, beli ince Burla Hatun, güz elması gibi al yanağını çekti yırttı, kargı gibi kara saçını yoldu, oğul oğul diyerek feryat figan edip ağladı.

      Uruz annesine dedi ki:

      Kadınana karşıma geçip ne böğürüyorsun?

      Ne bağırıyorsun, ne ağlıyorsun?

      Bağrım ile yüreğimi ne dağlıyorsun?

      Geçmiş günlerimi ne diye hatırlatıyorsun?

      Hey ana Arap atlar olan yerde

      Bir tayı olmaz mı olur?

      Kızıl develer olan yerde

      Bir deve yavrusu olmaz mı olur?

      Akça koyunlar olan yerde

      Bir kuzucağız olmaz mı olur?

      Sen sağ ol kadınana, babam sağ olsun

      Bir benim gibi oğul bulunmaz mı olur?

      Uruz’un bu konuşmasının ardından anası diyecek tek bir söz bulamadı ve oğlunun yanından ayrılıp yeniden kırk ince belli kızın arasına girdi.

      Kâfirler, Uruz’u alıp kesim çengelinin dibine getirdiler.

      Uruz dedi ki:

      Bre kâfir aman

      Tanrı’nın birliğine yoktur güman

      Bırakın beni, bu ağaç ile söyleşeyim

      Çağırıp ağaca söylemiş, görelim Han’ım ne söylemiş:

      Ağaç ağaç der isem sana üzülme ağaç

      Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç

      Musa Kelim’in asası ağaç

      Büyük büyük suların köprüsü ağaç

      Kara kara denizlerin gemisi ağaç

      Erlerin şahı Ali’nin Düldül’ünün eyeri