Fransa'da dünyaya geldi. Bordeaux Üniversitesinde edebiyat eğitimi gördü, 1905 yılında mezun olduktan sonra École des Chartes'de lisansüstü eğitim almak üzere Paris'e taşındı.
1933'te Eugène Brieux'un ardından Académie française üyeliğine seçildi. Mauriac, Vietnam'daki Fransız yönetimine karşıydı ve Cezayir'deki Fransız ordusu tarafından işkence kullanımını şiddetle kınadı. 1930’larda Avrupa’daki baskı yönetimlerine duyduğu tepki ile eleştiri yazarlığına da yönelmiştir. İtalya ve İspanya’daki faşist rejime karşı yazılar yazmıştır. II. Dünya Savaşı boyunca yazılarını “Forez” takma adıyla ile yazmıştır. Roman ve eleştiri yazılarının yanı sıra, çok sayıda şiir, deneme, tiyatro ve biyografiler de kaleme almıştır.
1952'de edebiyat dalında Nobel'e layık görüldü. Fransız edebiyatında iki dünya savaşı arasında etkili olan "Sol Katolik" (Renouveau Catholique) akımın temsilcileri arasında kabul edilir.
1958'de Légion d'honneur'un Büyük Haç'ı ile ödüllendirildi. Bir dizi kişisel anı ve Charles de Gaulle'nun biyografisini yayınladı. Mauriac'ın yapıtları 1950-1956 yılları arasında on iki cilt hâlinde basıldı.
1970'te Paris'te öldü.
BAŞLANGIÇ
Rahip Efendi size korku ve nefret verdiğimden asla şüphe etmiyorum. Her ne kadar bu ana değin sizinle konuşmamışsak da beni tanırsınız veyahut daha doğrusu tanıdığınızı zannedersiniz; çünkü yeğenimin kızı Mathilde Desbats sizin ruhani nezaretiniz altında bulunuyordu. Sakın bunun için endişe ettiğimi zannetmeyiniz. Dünyada açılmak istediğim bir adam varsa o da sizsiniz. Memlekete son seyahatimde size Liogeats’ın avlusunda rast geldiğim vakitki bakışınızı hatırlıyorum. Gözleriniz bir çocuk gözleridir. (Kaç yaşındasınız? Yirmi altı mı?) Pek saf, fakat Allah vergisi bir zekâ ile insanın ne kadar zelil ve hakir düşebileceğini bilen bir çocuk. Beni anlayınız: Sizin ne kılığınız ve ne de onun ifade ettiği mana sebebiyle önünüzde kendimi temize çıkartmak istemiyorum. Rahip sıfatıyla beni alakadar etmezsiniz. Beni yalnız sizin anlayabileceğinizden eminim. Siz bir çocuksunuz diyordum, hatta küçük fakat dirayetli bir çocuk. Ve sizde henüz bozulmamış ne varsa onun da tehlikeye maruz olduğunu hissediyorum.
Görüyorsunuz ya, kendime ilgisi olan şeyden hiç bahsetmeksizin hakkınızdaki fikrimi bildiriyorum: Liogeats’te sefil meskeninizde sizi, ufak köy papazını ve etrafınızdaki yabani köylüleri tetkik ettiğim az zaman içinde hasıl olan fikrimi. Fakat onların iftiralarına inandığımdan korkmayınız. Rahip Efendi, ben aklı başında bir adamım ve sizi tanımaksızın kalbinizi açıktan okudum. Ben öncelikle kız kardeşinizin Liogeats’te yerleşmesinden sizin gibi zavallı bir çocuğun ne kadar sıkılacağını anladım. Tota Revaux’u hemen tanıdım: Ona kocasıyla beraber Montparnasse’de Monmarter’de sık sık tesadüf olunurdu. Hatta ismini bilerek bir defa onunla dans ettiğim de olmuştur.
Kocasından ayrıldıktan sonra saçları boyalı, kaşları yolunmuş bu mahluku sizin kabul ettiğinizi görerek önce hayret etmiştim. Fakat ona küçük bir kardeş nazarıyla ve şefkatli bir müsamaha ile baktığınızı anlamakta gecikmedim. Hâlbuki ahmak köylüleriniz kendilerini aldattığınızı zannettiler: Bu kadının sizin kardeşiniz olmadığını yazıyorlar. Hatta bizim evde bile eskiden beri manevi idareniz altında bulunan amcamın kızı Mathilde ile kızı Catherine sizi tehlikeli gördüler ve günah çıkarmak için Lugdunos’a kadar gidiyorlar. Bu saf kadınlar inanmadıkları hâlde hakkınızda söylenen kötülükleri tekrar ediyorlar ve sonra içlerini çekerek “Şüphesiz onlar fenalık yapmazlar.” dedikleri vakit aldıkları meyus tavırları tasavvur ediniz. Belki onlar – nasıl söyleyeyim? – bazı insanlar üzerine tesirden hâli kalmayan bu zilletin kudretinden sizin de müteessir olabileceğinizi evvelden hissetmişlerdir. Gücenmeyiniz: Her ne kadar ben bütün bütün çamura batmış ve şimdi ceset hâline girmiş isem de siz suların üstünde duruyor, ayaklarınız dalgaların köpüğüne ancak dokunuyor. Evet, ben gözlerinizin önüne yayılacak hayatımdan sizin şaşmayacağınıza yemin edebilirim.
Aynı zamanda melek tavırlı ve kardeş gibi bir esrarlı mahrem… İşte çoğu zaman ben bunu arıyordum. Ne sizin faziletiniz, ne benim cürümlerim. Hatta benim de girmeme ramak kalmış olan cübbenizle imanınız bile bizi ayıramaz!
Sizin gibi melek huylu bir adama bu defteri yırtmak için asla vesile vermeden samimiyetin son haddine erişmeye gayret edeceğim: Hatıra gönüle bakmayacağım, ısrar etmeyeceğim, söylenecek şeyi anlattıracağım.
Eğer siz ömrünüzde bütün bir hayatın ikrar ve itirafını dinlemişseniz, sade cürümlerin kuru isimlerde kanaat etmemişsinizdir, bu hayatın tam heyetini görmek istemiş, onun yüksek hatlarını takip etmiş ve en karanlık vadilerini aydınlatmışsınızdır. Öyle ise ben ki sizden affedilmeyi istemiyorum ve sizin günahı affetme kuvvetinize inanmıyorum, hiçbir ümidim olmadığı hâlde en gizli kısımlara kadar size açılıyorum. Özellikle dedikoduya mucip olacağınızdan korkmayınız, bu hikâye sizin hizmet ettiğiniz o gözle görülmeyen âlemde imanınızı takviye edecek mahiyettedir; çünkü tabii kuvvetlerin üstüne alttan girilebilir.
Doğum cihetinden muteber bir aileye mensup olduğumu zannetmeyiniz: Evlenme bana Liogeats şatosunun kapılarını açmıştır. Ben Pelvueyraların kâhyası pek zeki, fakat kızıl cahil eski bir çiftçinin oğluyum. Ben on sekiz aylık iken annem ölmüş. Ona benzermişim. Annemin teni beyaz ve inceymiş, kocasından başka bir ırktanmış. Ona dair birtakım şeyler biliyorum ki benden çok zaman saklamışlardı: Pek aşağıya yuvarlanmış bir adam, ecdadı arasında bir mesul aramak ihtiyacını duyar. Öyle hissederiz ki bizi hakir düşürmek için bu kudret sefil ferdin kuvvetleri fevkindedir. Ve bu ahenge katılmak için nesilden nesile kazanılmış ve artmış bir sürat gereklidir. Ne kadar ölü bizde ve bizim vasıtamızla hırslarını teskin etmişlerdir, ne kadar ecdada ait ihtiraslar serbest kalıyor! Yapmakta tereddüt ettiğimiz bu hareket için elimizi itecek kaç kişi vardır? (Ancak bana hemen diyeceksiniz: Karanlıklara karşı mücadelede bizi tutacak, bize yardım edecekler ne kadardır? İşte bu noktada tecrübelerimiz birbirine uymuyor!)
Benim bütün hayatımı tayin eden şey, çocukluğumda tesirini göstermeye başladı. Evet, o kadar uzaktan hatırladığıma göre ben hoşa gidiyordum yahut daha doğrusu çehrem hoşa gidiyordu ve ben çehremden istifade ediyordum. Bana budalaca bir gurur mu isnat edeceksiniz? Görünürdeki muvaffakiyetime sebep olanla beni mahveden şey hakkında biraz düşünmeliyim. Bir de bunu siz de hükmedersiniz, çünkü yakında elli yaşına girdiğim hâlde okuldan döndüğüm vakit yolda kadınların beni öpmek için tuttukları zamanki aynı çehreyi hemen hâlâ muhafaza etmekteyim. Bugün saçlarım beyazdır, ama onlar gümüş rengi tenimin yanık rengini meydana çıkarıyor. Yirmi seneden beri bir kilogram kazanmadım. Hâlâ gençliğimde Londra’da satın alınmış kostümleri ve seyahat paltolarımı giyiyorum.
Daha çocukken bu cazibe bende bir nevi soğuk bir merak ve dikkat uyandırdı; onun tesirine bakıyordum. Ve bundan istifade için bende ilk önce tabii ve sonra gittikçe şuurlu bir arzu hasıl oldu. Evet, daha küçük çocukken: Hemşire Skolastik’in bağırdığı ve cetveliyle yazıhanesinin kapağına vurduğu klor kokan büyük salonda – o yaz gününü hatırlıyorum – kapı açıldı: “Çocuklarım, sizi iyiliklerine gark eden Madam’a saygı için ayağa kalkınız!” İtilen sandalyelerden çıkan büyük bir gürültü işitildi ve başı Kraliçe Viktorya’nın resimlerinde gördüğümüz gibi dantelden bir hotozla örtülü şişman bir ihtiyar kadın göründü, arkasından başrahibe ve diğer bir rahibe yürüyor, ihtiyarın söylediği bizim anlamadığımız bir şeyler münasebetiyle onun etrafında eğiliyor, yaltaklanıyor ve gülmekten bayılıyorlardı.
Hemşire Skolastik emrediyordu: “Ellerinizi uzatınız!”
Ve küçük kirli ellerin her birine bu hayırsever kadın biri beyaz, biri pembe ve biri mavi minimini üçer şekerleme koyuyordu. İhtiyar Madam Pelouevre – bir sene evvel gömdüğümüz şu Jerome Peloueyre’in annesiydi – bükülmüş elini saçlarımın üzerine koyarak bağırdı: “Ah! İşte bizim küçük Gradére!”
Hemşire: “Sevimli olduğu kadar akıllıdır.” dedi. “Gabriel, madama ‘Allah’a iman ederim’ duasını oku.”
Ben her kelimeyi iyi telaffuz ederek ve gözümü madamdan ayırmayarak duayı okudum. İşte o gün, zannediyorum, gözlerimin tesirini anladım. Bana bir dördüncü şekerleme verdi.
Bu küçüğün gözlerinde ilahi bir tesir var. Hemşirelerle yavaşça birkaç söz söylediler.