Galata hakkında kısaca fikir vermek olduğundan şimdilik şu kadarla yetinebiliriz. Zira hikâyemizde Galata’ya ait olan hâller, o mahalli bundan ziyade anlatmaya lüzum göstermeyecek kadar kısadır.
Şimdi ne bahsi geçen fıçıların ikbal ve hürmet mevkisinde bulundukları zaman kadar eski ve ne de dün veyahut evvelki gün denilemeyecek kadar yeni bir zamanda bir cumartesi akşamıydı ki Galata’nın her meyhanesi hıncahınç dolmuştu.
Hâlâ dahi Galata’nın en kalabalık zamanı cumartesi akşamından başlayıp pazar akşamının saat dördüne, beşine uzayıp giden zamandır. Zira İslam olsun, Hristiyan olsun, Yahudi olsun, Galata ahalisinin yüzde doksanı, gerek doğrudan doğruya ve gerek dolaylı olarak gümrüklerle ve Avrupalılarla ilgili işlerle meşgul olarak bunların ve büyük tüccarların pazar tatilleri herkes için zaruri bir tatil hükmünü alır.
Gerçi mevsim karnaval mevsimi olmayıp sonbaharın ilk ayı olan eylül içinde bulunuluyorduysa da Galata’nın karnavala filana ihtiyacı var mıdır? Karnavalda da Büyük Perhiz’de de ilkbaharda, sonbaharda Amerika tiyatrosu vesaire bu gibi eğlence mahalleri yetmiş iki milletin bin renkli bayraklarıyla donanarak hele tatil zamanlarında her meyhanenin önünde “laterna” denilen birer sandık çalgısı bulunması Galata’yı ebedî bir bayram hâline koyar.
Sarhoşluk! Bu malum ya?! Sarhoşluk, arabacılığa benzemez, derler. Hâlbuki hiçbir şeye benzemez. Bir hafta müddet Şirket-i Hayriye vapuruna kömür vermekle kömürden bir adam olmak derecelerini bulmuş olan Muşlu bir Ermeni’ye bu akşam meyhanede bakınız ki oporta yere bir iskemle koyup üzerine oturmuş ve etrafına üç tane laterna alarak bunların üçü birden başka havalar çaldıkları cihetle, horadan beter bir gürültü meydana getirmelerine mukabil kendisi dahi naraları attıkça müzikaların sesini bastırarak etrafı güm güm gümletmekte bulunmuştur.
Bu kömürden insanın veyahut insandan kömürün sarhoşlukla bir kat daha parlamakta olan gözlerine ve homurdandıkça dişlerinin beyazlığı, dudaklarının ve dilinin kırmızılığıyla karışarak suretine gülünç bir şekil verdiğine bakıp da yalnız gülmekle yetinmeyiniz. Bu hâle gelmiş olan bir adamın karnavala, Paskalya’ya filana hiç ihtiyacı kalmadığını düşünerek hâlbuki her akşam bile Galata’da böyle binlerce serdengeçtilerin bulunduğu cihetle Galata’nın her zaman karnaval hâlinde bulunduğunu teslim ediniz.
Haber verdiğimiz akşam bu meyhanelerin birinde orta boylu, sarı bıyıklı, sarı benizli, tahminen otuz beş yaşında ve mavnacı4 kıyafetinde bir adam ta meyhanenin içinde sağ taraftaki köşeye oturmuş ve önünde bulunan bira kadehi ile aralıkta bir kere dudaklarını ıslatıyordu.
Biz bu adamın otuz beş yaşında kadar olduğunu kendi hakkındaki ilk haberlerden olmak üzere söyleyiverdik ise de yüzünün çehresine dikkat edenler bunun kırk beşi aşkın olduğuna veyahut ömrünü, gününü suistimallerle yıpratarak gençken ihtiyarlamış bulunduğuna hükmederler.
Ekseriyetle sarı benizli olan adamların çehresinde insanın hoşuna gidecek ve belki de insanı acındırarak kendisini sevdirecek hüzünlü bir tavır bulunursa da bu sarı o sarılardan değildi.
Gerçi şu oturduğu yerde pek süklüm püklüm, pek heyecanlı bir tavırla oturur idiyse de aralıkta bir kere gözlerini bir tarafa çevirip de dikkatlice bakacak olursa sarı gözlerinden sanki alevler çıkarak bakışının hedefinde demir olsa eritecek zannolunurdu.
Vakit akşamın saat yarımı olup bu zamanda Galata içinde meyhanede oturanlardan hiçbirisi artık ayık sayılmayacakları gibi herkes ahbabını ve arkadaşını bulmuş oldukları için yalnız başına oturan hiçbir adam dahi görülmemekteyken tarif ettiğimiz sarı herifin hem yalnız hem de hâlâ ilk bira kadehiyle dudaklarını ıslatmakla ve içmekle yetinmesi nazarıdikkati çekmeye değerdi. Fakat herkes sarhoşluk denizine dalmış olduğu bir zamanda bu dikkat kimde olacak?
Meğer Galata’da bizim sarı herife benzer bir adam daha varmış. Bu ise kıranta bir Rum idi ki kalıbı kıyafeti hırsızlıkta ve yankesicilikte artık pir olduğuna tek bakışta hükmettirirdi. Zaten bu vakit Galata’da özel bir niyeti olan yankesiciden başka kim ayık bulunabilir?
Kıranta Rum, bizim sarı herifin yanına geldiği zaman bir eski dostuna tesadüf etmiş gibi mütebessim bir tavırla dedi ki:
“Vay! Akşamlar hayrolsun Sohbet Ağa!”
“O! Akşamlar hayrolsun Papazoğlu! Yine buralarda ne geziyorsun bakayım?”
“Ne yapalım a gözüm? Bizim sandalımız yok, mavnamız yok! Biz de çoluk çocuk sahibiyiz. Ekmek parası ister. Fakat sen böyle yalnız oturmaktan…”
“Bilirsin ki ben her vakit yalnız otururum. Ee, bu akşam kimi gözüne kestirdin bakalım?”
“Bana da bir bira ısmarlarsan anlatırım.”
“Çıkarken paraları yine sen vereceksen ısmarlamak da benden olsun.”
Papazoğlu denilen bu Rum, bir hasır iskemle alarak Mavnacı Çerkez Sohbet’in yanına sokuldu. Evet! Mademki sarı herifin ismini öğrendik, öyle eksik olarak öğrenmeyip isminin yalnız “Sohbet” değil “Çerkez Sohbet” olduğunu da öğrenmeliyiz.
Kıranta Rum iskemleye oturduktan sonra kapağı kırık bir sigara kutusu çıkarıp bir yandan sigarasını yapmaya başlayarak diğer cihetten de Sohbet’e dedi ki:
“Uzun etme be Sohbet! Bilirsin ki bende para olduğu zaman hiç esirgemem. Hatta geçen günkü vurgunda bizim ihtiyar Vasil’e bir kat elbise bile aldığımı bilirsin ya?”
“Fakat bak şimdi ayağında kundura ve kıçında da pantolon kalmamış.”
“Bizimkisi öyledir. Bugün beş on liralık bir şey çarpıp beyler gibi giyinir kuşanırsın, yarın bir kumarhanede bu hâle girersin.”
“Hâlâ şu kumardan vazgeçmedin gitti!”
“Ben elime geçen paraları tutmuş olsaydım şimdi Kirya Papazoğlu Andonaki diye itibarlı bir sarraf olurdum. Fakat bundan sonra aklımı başıma alacağım Sohbet! Hele bu akşam beklediğim herifi bir güzelce kesimine getirirsem yarın sen beni görürsün.”
“Kimi bekliyorsun bakalım?”
“Bir bira ısmarlamazsan söylemem. Ismarlarsan âdeta seni de ortak ederim.”
Çerkez Sohbet meyhaneciye bir bira daha ısmarlamakla beraber pazularını Papazoğlu’na göstererek dedi ki:
“Allah bu pazuları bana yankesicilik etsin diye vermedi.”
“Ya mavna küreği çekerek avuçları patlasın diye mi verdi?”
“Ne yapayım? Sanatım buymuş!”
“Öyle kaba sanatlar bir işe yaramazlar dostum. İnce sanatlara bakmalı, ince sanatlara! Hem artık kırk yıllık Çerkez Sohbet şimdi bize kendisini ırz ehli diye satamaz ya?”
“Ben sana ırz ehli, aklı başında, kâmil bir adamım demiyorum. Hırsız ve yankesici değilim diyorum.”
“Kanlı katil de…”
“Hımm!..”
Çerkez Sohbet, Papazoğlu’nun yüzüne öyle bir bakış baktı ki herif lakırtısının alt tarafını bitiremedi.
Bira geldi. Papazoğlu bir nefeste kadehi son damlasına kadar içerek kır bıyıklarının üzerine yığılan köpükleri dahi alt dudağının burun hizasına kadar kaldırarak bıyıklarını emmekle aldı.
Sohbet herife sordu ki:
“Ee kimi bekliyorsun bakayım?”
“Nasıl söyleyeyim a dostum? Bana arkadaş olmayacak olduktan sonra söylemenin faydası ne?”
“Her