Ахмет Мидхат

Dürdane Hanım


Скачать книгу

ahbabım, arkadaşım değil. Başka türlü tanıyorum.”

      “Fakat çehren değişti!”

      “Sana acıdığımdan!”

      “Bana acıdığından mı?”

      “Evet?”

      “Bana neden dolayı acıyorsun?”

      “Beş on altın ümidiyle kendini geberttireceksin de onun için acıyorum.”

      “Ben mi gebereceğim? Papazoğlu Andonaki ha?”

      “Sen de o Acem oğlunu benim gibi tanısan böyle söylemezsin. Vallahi seni köpek boğar gibi bir sıkmada boğar!”

      Yankesicinin tavrı gayet aşağılarcasına bir hâl kazandı. Birkaç damlası bira ve birkaç damlası köpük olmak üzere kadehin dibine süzülen birikintiyi dahi ağzına diktikten sonra Sohbet’e dedi ki:

      “Bu Acem Ali Bey, benim gibi birkaç köpeği boğmuş ha!”

      “Beş altı kadarını birden!”

      “Fakat ben o köpeklere benzemem. Ben eski çomarım!”

      “O da genç aslan!”

      “Hani ya şu tömbekici dükkânlarındaki eli kılıçlı aslanlardan mı? Hani ya arkasına dahi güneşi yüklenmiş?”

      Biraz sükûttan sonra Sohbet dedi ki:

      “Acırım sana Andon!”

      “Bırak Allah’ı seversen şu zevzekliği! Artık tüysüz tüssüz çocuklardan da mı korkacağız? Sanatımızın namusuna toz toprak konduruyorsun!”

      “Dinle, sana bir şey nakledeyim: Boğaziçi’nde bir yere göç götürüyorduk. Bir yalının rıhtımı önüne yanaşmaya başladık. Bir de bakalım ki koca bir pazar kayığı dahi göç yüklü olduğu hâlde geldi çattı. Rüzgâr fena! Sular fena! İskeleyi pazar kayığına bıraksak biz bir yere tutunamayarak saatlerce uğraşacağız. Sen yanaşırsın, ben yanaşırımdan başlayarak al sana bir kavga! Biz iki kürekçi, bir de dümenci üç kişiydik. Pazar kayığında yedi kişiden başka göçlerin sahipleri midir, sahiplerinin uşakları mıdır nedir, hasılı üçü de setre pantolonlu herif. Onu birden üzerimize yüklendiler.

      Belimde kama olduğundan çekecek olsam onun da kanıyla denizi boyarım ama artık tövbekâr olmadık mı ya? Tekrar prangayı da hiç canım istemediğinden tövbeyi bozmadım. Herifler bizi istedikleri gibi pataklamaya başladılar. Bir de civar yalılardan bir genç herif fırladı. Çok tokat yedim ama öylesini hiç tattığım yoktur Andon! Enseme bir şeydir indi ama yıldırım mı indi, ne oldu, anlayamadım. Allah hakkı için o anda ensem Galata francalası gibi kabardı. Baktım başka çare yok. ‘Aman beyim! Kabahat bizim değil! İskeleye en evvel biz yanaşmıştık.’ dedim. Bir kere döndü suratıma baktı. Kara gözleri sanki ateş gibi kıpkırmızı kesilmişti. ‘Vay! Yanlış ettik. Affet babacan! Ben sizi kurtarmaya gelmiştim!’ diye bizi bırakıp pantolonlu heriflerle pazar kayıkçılarına bulaştı. Onlardan dahi onu birden çocuğun üzerine yüklendiler. Bir aralık zavallıyı yere serdiler ama herif ele avuca sığar canavar değil ki! Davrandı kalktı. İki kayıkçıyı birden yakalayıp herifleri birbirine öyle bir çarpış çarptı ki pekmez testisi gibi parça parça olmadıklarına şaştım. Fakat ikisi dahi rıhtım üzerine serildiler. Pantolonlu heriflerden birisine bir şamar attıydı, herif bir ayağının topuğu üzerinde macuncu fırıldağı gibi fırıl fırıl dönerek yıkıldı. Kayıkçı Türk’ün birisinin göğsüne bir yumruk indirdiği gibi herifin nefesi tıkanıp simsiyah kesildi. Sana bir şey söyleyeyim mi Andon? Eğer altısı hemen kayığa atlayıp da denize açılmamış olsalardı, vallahi billahi herif hepsini Bulgar kalpağı gibi kapıp kapıp taşlar üzerine çarpa çarpa eski pöstekiye çevirecekti!”

      Papazoğlu Andon hikâyeyi buraya kadar tam bir dikkatle dinleyerek Çerkez Sohbet söze ara verdikten sonra da biraz zaman put gibi hareketsiz kaldı. Nihayet büyük bir hayretle dedi ki:

      “Vay babasının canına yandığım! O cılız çocuk bu herif olsun?!”

      “Ta kendisi! Sonra nasılsa geçen günler burada görüşerek ben kendisini tanıdım da isminin de Acem Ali Bey olduğunu o zaman öğrendim.”

      “Ee sanki bu beyefendiden bize hiç ekmek yok mudur zannedersin?”

      “Sana acıdığımdan söylüyorum. Kendisi neredeyse şimdi buraya gelir, görürsün.”

      “Ben kendisini gördüm. Hem de epeyce gözüme kestirdim. Fakat demek oluyor ki senin ahbabındır. Sen de işin içinde olduktan sonra artık bana ümit kalmaz.”

      “Yok yok! Onun bana hiç ihtiyacı yoktur. Hatta yemin ederim ki kendi hakkındaki maksadından Acem Ali Bey’e hiç malumat dahi vermem. Fakat benim yediğim şamar gibi bir taneciğini de senin yediğini görmek isterim. Herife silah kullanmak hiç lazım değil. Bir yumruğu kifayet ediyor.”

      Papazoğlu, boş bira kadehini tekrar ağzına dikerek hiç olmazsa kadehin kenarında kalan köpükleri dudaklarıyla toplamaya ve Çerkez Sohbet dahi henüz yarıya kadar bile inmemiş bulunan kadehten bir daha dudaklarını ıslatmaya davranıp şu hâlde iki konuşmacı arasında tabii bir sükût hasıl oldu.

      Bu sükût çok sürmedi. Zira yüzünü dükkânın ön tarafına dönmüş olan Sohbet Ağa dükkândan içeriye Acem Ali Bey’in girdiğini görerek sokak tarafına arkasını dönmüş olan Papazoğlu’na dedi ki:

      “İşte geliyor. Emin ol ki hiçbir şey söylemeyeceğim. Eğer Ali Bey’in bir şamarına benim tahammül edebildiğim kadar dayanabilip de gebermezsen sana bin aferin!”

      Papazoğlu arkasına dönüp baktığında o dahi Acem Ali Bey’i görüp fakat besbelli bir dakika önce işitmiş olduğu hikâyenin tesirinden olmalıdır ki çehresi sapsarı kesildi.

      Garip değil midir ki Acem Ali Bey, Papazoğlu’nu Mavnacı Sohbet’in yanında görür görmez sanki yankesiciyi kırk yıldır tanıyormuş gibi Sohbet’e “A be Sohbet! Senin hırsız olduğunu bilmezdim! Böyle yankesicilerle ne işin var?” demesin mi?

      Yalnız cesareti, yalnız pazu kuvvetiyle değil, bu kadar dikkatiyle dahi akıllara hayret veren Ali Bey, Papazoğlu’nun gözünde bir kat daha dehşete peyda ederek eski çomarlığıyla iftihar eden Andonaki’nin çeneleri titrediği hâlde kekeleyerek dedi ki:

      “Ess… Estağfurullah efendim? Ben… Bendenizim… Kulunuz…

      Fakir bir adamım. Hem Osmanlı kapısında büyümüşüm! Ka… Ka…

      Kabul etmem!”

      Acem Ali Bey’in bu telaşa güleceği gelerek ve fakat gülmeyerek dedi ki:

      “Geçen gece Kurşunlumahzen yanında arkamdan ayrılmayan sendin. Kastının ne olduğunu da anladım. Fakat mademki Sohbet’in dostusun, sana merhameten nasihat ederim ki kısmetini başka yerden ara dostum! Hem al şu bir lirayı da bu gece harçlık et. Senin gibi köpekler gazaptan ziyade merhamete şayandırlar.”

      Papazoğlu’nda lirayı aldığı gibi bir gidiş var!

      Hatta Sandalcı Sohbet dahi şu hâlden pek ziyade mahcup olarak adı geçen Papazoğlu’yla yalnız bir göz aşinalığı olduğunu ifade ederek dedi ki:

      “Beyim! Eğer beni gerçekten Papazoğlu’nun dostu ve arkadaşı tanıyorsan merhabayı keselim! Zira emin olmadığın bir adamla arkadaş olmamalısın.”

      “Sana en doğrusunu söyleyeyim mi Sohbet? Şu Galata içinde senden daha cesaretli bir babayiğit bulunmadığını teslim ederim. Fakat bin düşmanım olsa yine korkum yoktur. Rıhtım kavgasını gördün ya? Papazoğlu’na ettiğim dikkati de şimdi gördün. Kahpe olan düşmandan hile ve oyunum ve cesur olandan da yumruğum sayesinde hiç korkum yoktur. Fakat emin ol ki seni öyle hırsız