Ахмет Мидхат

Dürdane Hanım


Скачать книгу

bu ikinci bakışında biz dahi Ali’ye Sohbet’le beraber bakmış olsaydık ne görürdük?

      Ne göreceğiz? Soyunduğu zaman ceketini, yeleğini, Frenk gömleğini çıkarıp yalnız fanilasıyla yatağa girmiş olan Acem Ali Bey’in göğsündeki fanilanın altına sanki iki turunç koymuşlar gibi bir hâl!

      Eğer Sandalcı Sohbet biraz daha cesaret edip de Ali’nin göğsüne elini koymuş olsaydı bu küreciklerin turunç kadar katı olmadıklarını görerek âdeta en güzel kız memelerinden bir çift meme olduğunu anlar ve hükmederdi.

      Demek oluyor ki Acem Ali Bey denilen ve rıhtım üzerinde on kişiyi çil yavrusu gibi dağıtan kahraman, âdeta nazik bir kız imiş.

      Evet ama yalnız “nazik” sıfatı biraz fazla görülüyor! Çünkü o demir pençeye pek de “nazik” denilemez.

      Eğer Acem Ali Bey şişman bir adam olsaydı, bu memelerin kız memesi olmadığı akla gelebilirdi. Zira bazı şişman adamlarda hemen kız memesine yakın memeler görülmekte olup özellikle de sıkıca bir fanila giyildiği zaman bunlar bayağı kız memesi gibi kürevîlik dahi peyda ederlerdi.

      Ancak Acem Ali Bey âdeta nahif endamlı bir delikanlı olup ondan başka Sandalcı Sohbet bu zatın kulaklarına dahi dikkat etmişti.

      Sandalcı Sohbet, gerçekten, dünya görmüş bir adam olduğunu şu dikkatiyle herkese kabul ettirebilir. Zira Acem Ali Bey’in Rüstem-i Zalleri dahi aciz bırakacak pazu kuvvetinin dışında simasında öyle bir tatlılık görmüştü ki bu tatlılığın ne kadar güzel ve mahbub olursa olsun bir delikanlıda bulunabilmesi mümkün olamaz. O güzel ağız bilahare bıyık denilen bir tutam kılla örtülmek için yaratılmamıştı. O mini mini ve yumru çene ileride sakal denilen bir kıllı mahfaza ile hayret bakışlarından saklanacaksa pek yazık olacaktı.

      İşte Sandalcı Sohbet bu dakikalara kadar inceleyici bakışlarını sevk ettiği hâlde Acem Ali’nin kulaklarına dikkat etmemek mümkün olur mu?

      Bu dikkati de yatağından kalkıp da Ali’nin yatağına sokulduğu zaman etmiş ve kulaklarında küpe takmak için birer delik görünce şüphesi artarak nihayet yorganı kaldırmaya kadar cüret bulmuştur.

      İkinci defa olarak yorganı kaldırıp baktıktan sonra Sandalcı Sohbet artık doğruca yatağına gelip uzandı. Fakat uyumak için değil. Bilakis bir sigara daha yaktı. Yine gözlerini Ali’ye dikerek sigarayı o kadar sık sık çekerdi ki bu hâlin dahi derin bir meraktan kaynaklanacağı malumdur.

      Kim bilir bu hâlde Sandalcı Sohbet, Ali’nin bazı hareketlerini mi beklerdi? Kim bilir Ali’yi uyku uyumayıp da uyanıktır diye mi zannediyordu?

      Fakat sigaranın birisi bitti, bir dahası yapılıp o da bitti. Yine Ali’de hiçbir hareket olmayıp kalbi üzerinden kurşun yemiş Moskof kazağı gibi yatmaktadır.

      Sigaraların birkaçı daha öncekilerini takip ederek kül oldular. Ali’de hâlâ bir hareket yok. Nihayet Sandalcı Sohbet’in dahi gözleri kapanarak uykuya vardı.

      Galata Caddesi’nde gidiş gelişin peyda ettiği gürültü Sohbet’i uykudan uyandırdığı zaman pencerelerden içeriye giren güneş odanın içini ışığa boğmuştu.

      Sohbet’in gözlerinin en evvel Acem Ali’nin yatmış olduğu yatak tarafına dönmesi tabii olup orada Ali’yi göremeyince oda içinde aranmaya başladı.

      Ali oda içinde de yoktu. Sohbet hemen kalkıp alelacele elbisesini giyindi, tam potinlerini ayağına giyerken kapı açılıp Acem Ali içeriye girdi.

      “Uyandın mı arkadaş?”

      “Şimdi kalktım.”

      “Bu sarhoşluk üzerine bir işkembe çorbası yarar ya?”

      “Hayhay!”

      “Ben hesapları ödedim. Haydi öyleyse işkembeci dükkânına!”

      Bunlar oradan çıktılar. İşkembeci dükkânında kahvaltılarını ettiler. Fakat Acem Ali Bey hep dün akşamki Acem Ali Bey olduğu gibi Sandalcı Sohbet de hep dün akşamki Sandalcı Sohbet olup Ali’nin bir kız olduğunu keşfettiğine dair sandalcıda hiçbir tavır, bir alâmet yoktu.

      İşkembeciden dahi çıktıktan sonra Acem Ali arkadaşına dedi ki:

      “Ey Sohbet! Bu gece güzel eğlenebildin mi?”

      “Benim gibi bir adam ne kadar güzel eğlenebilirse o kadar!”

      “Şimdi beni dinle! İstersen her zaman böyle eğlenebilmek ve güzel bir kız ile evlenerek rahat bir köşeye çekilmek, rahatlamak senin için mümkündür. Fakat benim de sana gördürecek bir hizmetim vardır.”

      “Ben eğlenmek, yaşamak, ölmek filan gibi hesaplarda değilim. Senin arkadaşın olmak bana yeter. Hizmetin neyse hemen söyle.”

      “Lakin bu hizmette körü körüne itaat isterim. Eğer zerre kadar itaatsizlik olursa…”

      “Zerre kadar itaatsizlik olursa o anda beni öldür. Kanım katlim helal olsun!”

      “Bir de esrarı meydana çıkarmamak…”

      “Onların hepsi belli şeyler…”

      “Öyleyse iki gün sonra, yani pazartesi akşamı seni yine dün akşam bulduğum meyhanede bulmalıyım.”

      “Allah ölümden aman verirse muhakkak olarak bulursun.”

      “Tamam. Şimdi bana izin ver de ayrılalım!”

      “Uğurlar olsun!”

      İKİNCİ KISIM

      AYŞE EBE

      (…) semtlerinde Ayşe Ebe diye şöhret bulan bir ebe hanımın başına gelen acayip vakayı işittiniz mi? Henüz unutulmuş olması muhtemel olacak kadar eski vukuattan değilse de bu vaka herkesin hayret nazarlarını çekmiş olduğu zamanlar bile birbirini nakzetmiş olan birçok rivayet, bu vaka hakkında pek çok kimselerin şüphesiz bir fikir hasıl edememelerine yol açmış olduğundan durumu bu defa size etrafıyla anlatmayı lazım saydık.

      Bu Ayşe Ebe her ne kadar loğusalar nezdinde alışılageldiği gibi “ebe nine” hitabına mazhar olursa da kendisi “nine” sayılacak kadar ihtiyar olmayıp âdeta “hemşire” sayılacak genç bir kadındır.

      Yalnız genç değil! Hem genç hem de oldukça ve daha doğrusu pek ziyade güzeldir.

      Bir akşam bu kadın, ev halkıyla güzel güzel oturup yedikten içtikten ve söz sohbet ettikten sonra yatak odasına çekilir. Ertesi sabah herkes uykudan uyanmasını beklerse de ebe hanım uyanmaz. Şayet gece, uykusu kaçmıştır da biraz geç uyanacaktır diye bir hayli zaman kendisini rahatsız etmezlerse de öğle vakti olduğu hâlde yine Ayşe Ebe’den bir eser görülmeyince gelip odasının kapısını vururlar.

      Tabii ki odadan ses seda alınamaz.

      Herkeste merak artar. Kapıyı kırmak lazım gelirse de içlerinden birisi kapının zembereğini kurcaladığında kapı açılır. Böyle sürmeli olmayan ve kendi kendisine açılan kapıyı tekrar kırmaya gerek görülmeyeceği tabiidir.

      Kapı açılır ama oda içinde kimse yok. “Acaba ebe hanım biraz evvel kalktı da dışarıya mı çıktı?” diye öte beri aranırsa da ebe hanım evin içinde yoktur.

      Al bir merak daha!

      “Sakın kara sevdaya filana uğrayıp da kendisini kuyuya muyuya atmasın?” denilir. Araştırmalara daha ziyade devam edilir. Yine bir eser yok. Hatta hırsız filan gibi bir düşman eliyle öldürülmüş olması lazım gelse mutlaka bir emare görülmesi gerekirken öyle bir emare dahi yok.

      Meraklar gittikçe artar. “Sabah erkenden bazı konuya komşuya gitmiş olmasın?” diye en ziyade münasebet alacak konu komşu dahi aranırsa da hiçbir