Ahmet Haşim

Gurebâhâne-i Laklakan


Скачать книгу

href="#n10" type="note">10 eserleri etrafında dönüyor. “Dessin” ustaları, renk üstatları, orta mekteplerde bir ufak resim hocalığı bulunca saadetlerine son olmuyor. Birkaç çizgiden ibaret ufak bir tablosu on bin, yirmi bin franga satılan ve bir portresi için atölyesinin kapısında aylarca sıra beklenilen; otomobilleri, metresleri bütün Paris’te meşhur; günün zevk sultanlarından biri, titrek çizgilerle uzun, nispetsiz kadınlar, çocukça kedi ve köpek resimleri yapan genç Japonyalı Foujita’dır. Dört sene evvel İstanbul’dan geçerken, anlaşılmaz resimlerine bakıp deliliğine hepimizin hükmettiği Ukraynalı Gritchenko,11 eserlerinin getirdiği servetle, şimdi, Saint Germain Mahallesi’nden genç bir kontesle evlenmiş Paris’in en zengin ve en neşeli insanlarından biri bulunuyor.

      Doğacak güneşin ışıklarıyla, dünyanın bütün taş ve ağaçlarından daha evvel aydınlanan doğu ufukları gibi, şimdi sanatkâr ruhunun bütün çıkıntı ve girintileri karanlıklardan hayata doğru yükselmekte olan yeni bir güneşin ışıklarıyla pırıl pırıl yanıyor. Bu ışık ile sarhoş olan şair, zincirlerini kırıp dağlara kavuşan, hürriyetini bulmuş bir esir gibi, ruhuna layık dili henüz bulamadığı için ve çiğnenmiş, özü tükenmiş eski nağmelerle söylenmektense hayvanlar ve çocuklar gibi bağırmayı ve gülmeyi tercih ediyor. Şaheserleri, hakaretle havaya fırlatan şair, gramersiz, sentakssız, manasız bir dille konuşmakla mesuttur. Louvre’a ateş vermek isteyen ressam, müzeler sanatının zillet ve miskinliğine düşmektense karmakarışık çizgiler, daireler, kareler çizmeyi ve delice renkler karıştırmayı daha hoş ve daha eğlenceli buluyor; müzisyen, ahenksiz seslerle şarkısını söylüyor; Heykeltıraş Phidias12 ve Praxitèle13 gibi tunca ve mermere o ezelî kıvrımları vermektense şimdi, tıpkı Afrika zencileri ve Amerika vahşileri tarzında, acemi, korkunç çehreler yontuyor.

      Buna karşı halkın vaziyeti nedir?

      Halk, yeni yeni âlemin doğacağı tarafa yüzünü dönmüş, dikkatle ve hayretle bakıyor.

      YAKUP KADRİ

      “Nur Baba” münasebetiyle

      “Nur Baba” romanının yayımlanması, Yakup Kadri’yi14 günlük hayatımızın ön safına çekti. Şahsı bin türlü münakaşaların konusudur, ismi her ağızda dolaşıyor. Denilebilir ki bütün İstanbul “Nur Baba”nın içkisiyle sarhoştur. Fakat halkın yeni tanımaya başladığı bu isim, biz aşinaları için, on üç seneden beri, bir insana mukadder olabilecek isimlerin en güzeli ve en sihirlisidir. Yakup Kadri, otuz beşi geçen nesle mensuptur. Bugün Türk hassasiyetine rakipsiz hâkim olan bu nesil, edebiyatta Yakup Kadri’yi yetiştirmiş olmakla şan ve şerefinden emin ve varlığından mübalağa ile mağrurdur. Fransız filozofu Hippolyte Taine,15 eseri sanatkâra bağlayan alakanın sıklığına dair ne söylemiş olursa olsun, bizde Yakup Kadri’ye gelinceye kadar, bilhassa edebiyatta, eserle yaratıcısı, birbirine hiç benzemeyen ayrı şeylerdi. Her yazar, ya kalın ses çıkaran bir cüce veya düdük sesli bir devdi; sesten boya gidilemezdi. Niceleri yırtıcı birer kurttu, gecelerin karanlığında aslanların sesini taklit ettiler, niceleri leş yiyici pis kuşlardı, baharda, bülbüller gibi öttüler. Körler âlemin bahar ve hazanından bahsettiler; cılızlar “kuvvet”i öğretmek istediler; timsahlar gözyaşları döktüler; alçaklar faziletten dem vurdular. Kalem ve kâğıt bunların başlıca vasıtalarıydı. Hâlbuki eserinin her satırını, insanlığının altınlarından dokuyan Yakup Kadri’de şahıs ve eser, birbirine aydınlıkları karışan iki meşaledir. Yakup Kadri’nin hiçbir yeniliği olmasaydı bile, eserinin sanatkârı olmak yeniliği, onun için edebiyatımızda kâfi bir unvan ve şeref olurdu. Büyük bir hanedanın son çocuğu Yakup Kadri, vücut yapısı itibarıyla, İngiliz hikâyecisi Wells’in16 ayda yaşadığını anlattığı insanlara pek benzer: Bizden milyonlarca defa daha gelişmiş, daha zeki ve daha âlim olan “aylılar”da dimağ bizimki gibi kemikten bir mahfaza içinde olacak yerde yumuşak bir zar içinde imiş. Dimağ geliştikçe baş büyür, o suretle ki ta ilk aylıdan biri o kürenin üstünde geçen bütün vakaların tarihini, kitapta yazı gibi, dimağında toplayan (büyük aylı), bir küçük araba içinde götürülen büyük, titrek, beyaz bir baştır. Yakup Kadri’nin nahif bir vücut üstünde taşıdığı büyük başı, ince bir sap üzerinde iri, siyah bir haşhaşı andırır. Baş, vücudu yiyip azaltmış gibidir. Zannedilir ki büyük bir çınar şeklinde kökleri asırların içine dalan Karaosman ailesi, bir gün bu nahif çiçeği açabilmek için havalara büyük dallarını salmıştı. Büyük ağaç, keskin kokulu siyah çiçeği yetiştirmekten daha iyi ne yapabilirdi? Bu çiçek nahiftir çünkü teferruatın bayağılığından sıyrılmış, gelişmiş şekillerin estetik kanununa uyarak güzelliğin yalnız esaslı unsurlarını içine alıyor: Yakup Kadri’de yağ erimiş, kemik incelmiş ve vücut, paha biçilmez ruhun etrafında ince altından örülmüş bir mahfaza hâline gelmiştir. Yakup Kadri’nin büyük başına dünyanın güzellikleri, kadife siyahlığında derin, kendi hâlinde ve aynı zamanda haşin iki büyük gözden geçer. Sesi sıtmadan yanan sesler gibi geniş, sıcak ve munis ve şehvetlidir. Yakup Kadri’nin bütün sanatı da hazların eseridir. “Erenlerin Bağından”daki o hasret ve şikâyet ve feragat zevklerinden değil fakat fânilere mukadder olan azami zevkin bayağılığındandır. Yakup Kadri sanki başka bir âlemde, zengin bir ziyafet sofrasından kalkmış ve bu dünyaya tok ve yorgun gelmiştir. Halis ve ahenkli bir Türkçe ile anlattığı bütün o heyecanlı âlemler, bir uhrevi şafağın mahmur beyazlığında görülmüş rüyalara benziyor.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Hüdavendigâr, Murat I (1326-1389): Osmanlı hükümdarı Orhan Gazi’nin oğlu. Edirne’yi aldı (1362). Balkanlar’da devletin hudutlarını genişletti. Anadolu beyliklerinden birçoğunu kendi beyliğine kattı. Onun zamanında küçük Osmanlı Beyliği büyük bir devlet ve imparatorluk hâline geldi. Yeniçeri ve maliye teşkilatını kurdu. Aldığı şehirlere Türkleri yerleştirmek suretiyle Türkleştirdi. Kosova zaferinin sonunda (20 Haziran 1389) savaş meydanında dolaşırken yaralı bir Sırp asilzadesi tarafından hançerlenerek öldürüldü.

      2

      Ahmet Vefik Paşa (1823-1891): Türk devlet adamı ve edibi. Molière’den yaptığı tercüme ve adaptelerle meşhurdur. Türkçülüğün öncülerindendir. 1862-1864 yılları arasında Anadolu sağ kol müfettişi iken Bursa’da birçok yenilikler yaptı.

      3

      Pierre