yolculuk ona eziyet gibi gelmişti.
O günün devamında babasıyla beraber her yanı külüstür, rahatsız bir arabada saatlerce yolculuk etmişti. Gece çöktüğünde sisin üzüntülü bir hava verdiği kasabalardan geçmişlerdi. Sonrasında fenerleri yakmaları gerekmişti ama Bengal ateşi gibi iki yandan koşuyor izlenimi veren bu fenerler görüş alanlarını tamamen yok etmişti. “Aralık ayında böylesine yemyeşil bir doğa nasıl olabilirdi?” Önce şaşırdı ama sonra hatırladı, öne doğru uzandı; katırtırnakları. Aynı anda yine aşina olduğu ılık bir deniz rüzgârı esmeye başlamıştı.
Yolun sonunda ise düşünceleri değişmiş ve aklına gelen yeni fikirler onu eğlendirmişti.
“Kış mevsiminde olduğumuza göre, şu çok ünlü, İzlandalı denizcileri görebileceğim.”
Aralık ayında olduklarına göre, her yaz akşam gezintileri sırasında hoş vakit geçirdikleri, arkadaşları, kardeşleri, nişanlıları ve sevgililerini topladıkları bir alana dönmüş olmalıydılar. Duran arabanın içerisinde ayaklarına dolan soğuk onu dondururken bu düşünce ile oyalanmaya çalıştı.
Gerçekten de onları görmüş ve sonunda birine âşık olmuştu.
Geldikten bir gün sonra, ayinin hemen ardından üzerlerine bol kokulu çobanpüskülleri, kış çiçekleri ve yaprakların serili olduğu gerilmiş çarşaflar hâlâ sokakta duruyordu. Yann’ı ilk kez 8 Aralık’ta, yani balıkçıların koruyucu günü olan Notre Dame de Bonne Nouvelle gününde görmüştü.
Gökyüzünün hüznünün altında gerçekleşen bu tören, aşırı ve ilkel bir mutluluğu barındırıyordu. Diğer her yerden daha yoğun hissedilen ölümün tehdidi altında, fiziksel güç ve alkolle harmanlanmış neşesiz bir mutluluk hâkimdi her yana.
Paimpol’e yayılmış büyük gürültü başlıca rahiplerden ve çanlardan geliyordu. Meyhanelerden de kabaca ve tekdüze ilerleyen şarkılar yükseliyordu. Mürettebatı havalandırmaya çalışan şarkılar duyuluyordu. Denizin en dibinden, belki de başka bir zamandan gelmiş zamansız yakarışlardı bunlar. Açık denizde mecburi yaptıkları orucun ardından denizciler kadınlara daha bir iştahla bakıyordu. Hepsi kol kola girmiş, zil zurna sarhoş olmuş, yalpalayarak ilerliyorlardı.
Beyazlarla bezenmiş bakirelerin başlıkları, dolgun göğüsleri, tüm yazı yanarak geçirmiş istekli gözleri ile kızlar da çevrede geziniyordu.
Dünyaya kapılarını kapatmış, batının rüzgârları, savurup denize attıkları, yağmurları karşısında yüzyıllardır süren mücadeleleri anlatan çatıların, eski aşk ve kahramanlık hikâyelerini anlatan sıcacık, köhnemiş evler vardı.
Eskilerin bolca saygı duyduğu ibadet şekilleri, sembolleri, bembeyaz giyinmiş bakire Meryem Ana tasviri üzerinden gözleniyor; hepsinin üzerinde hüküm süren dindarlık ve geçmişten kalan izler hissediliyordu.
Meyhanenin hemen yanı başında basamaklarına yapraklar serilmiş, her yandan duyulan buhar kokusu ve kutsal kubbelerden sarkan denizcilere adanmış adakların kapılarını açtığı kuytu bir mağaraya benzeyen kilise… Âşık kızların hemen yanından, yaşamı hissettiren bu gürültüyü yarıp geçen uzun matem şalları ve sade başlıklarıyla boğulmuş denizcilerin dul eşleri, denizde kaybolmuş adamların nişanlıları kafaları önde ve sessizce geçiyordu. Bu olayların hemen yanında hepsinin sebebi deniz, dalga sesleriyle kutlamalara katılıyordu…
Her şeyin bu kadar birbirinin içine geçmiş olması, Gaud’un kafasını allak bullak ediyordu. Tekrardan bu ülkenin, bu toplumun bir parçası olacağı için heyecanlansa da içten içe yüreği sıkışıyordu. Oyunların oynandığı, cambazların dolandığı ana meydanda, kendisinin çevresinden geçmekte olan Paimpollü ve Plouzbazlanecli delikanlıların isimlerini heyecanla saymakta olan bir sürü kız vardı. Bir alanda da ağıt yakanlar ve hemen önlerinde bir grup İzlandalı vardı. Aralarından biri, geniş omuzlu, devasa uzun ve büyük görünen biri çekmişti dikkatini, biraz da alaycı bir ifadeyle “Ne kadar da uzun boylu biri!” demişti içinden.
Lafının altındaki gizli ima şunu söyler gibiydi: “Bu cüssede biriyle evlenecek kadının evdeki hâli zor!”
Adam ise sanki onu duymuş gibi arkasını dönmüş ve “Paimpollülere özgü başlığı takmasına rağmen daha önce hiç görmediğim bu kız da kim?” der gibi onu süzmüştü.
Ardından sadece kibarlık olsun diye gözlerini kaçırmış, sadece ensesine dökülen siyah saçları görünecek şekilde sırtını dönmüş ve ağıt yakanlarla ilgileniyormuş gibi yapmıştı.
Diğer erkeklerin adını merak eder etmez sorabilmesine karşın Gaud bu adamın ismini cesaret edip de soramamıştı. Az da olsa görebildiği mavi, opak gözlerine gizlenmiş kibir ve yabanilik ile yakışıklı profili onu hemen etkilemiş ve utandırmıştı.
Moanların evine gittiği bir zamanda adının Sylvestre’ın bir arkadaşı olarak söylendiğini duydu. Bu adam hakkında “Gaos’un oğlu.” diye söz ediliyordu. Yine kutlamanın olduğu akşam babasıyla kol kola yürürken onu görmüş ve selam vermek için durmuşlardı.
Ufak Sylvestre, onun için yeniden bir erkek kardeş gibi olmuştu. Kuzen de olduklarından birbirleriyle senli benli konuşmayı sürdürmüşlerdi. Gerçi genç kız başta bu uzun, siyah sakallı adamı karşısında bulunca biraz şaşırmış ve kendini geri çekmiş fakat gözlerindeki masumiyeti koruduğunu gördüğünde tekrardan yakın olmuşlardı.
Doğrusunu söylemek gerekirse, o gece Yann ona pek de yakın davranmamıştı. Asil bir davranış olmasına karşın sadece utana sıkıla şapkasını çıkarmıştı. Ardından hemen gözlerini başka yöne çekmiş, rahatsız olduğunu ve ortamdan uzaklaşmak istediğini hissettirmişti. Karşılaşmaları sırasında batıdan esen sert rüzgâr, dalları yere savurmuş ve gökyüzü, siyah gri renklerle dolmuştu.
Gaud ne zaman dalıp gitse bu anılar zihninde tekrar canlanıyordu. Kutlamaların ardından gecenin hüznünün çöküşü, duvarın her yanına yayılan çiçekli desenleri olan beyaz çarşaflar, fırtına, bol sesli İzlandalı grupların şarkıları eşliğinde hanlara girişleri, özellikle de onunla karşılaşmaktan sıkılmış, rahatsız olmuş o uzun boylu, genç adam…
O zamandan beri neler oluyordu içinde!
O kutlamaların olduğu zamanki heyecan ve şehrin her yanına yayılmış hararetle şu zaman arasında ne kadar da çok şey değişmişti. Onu şu mayıs ayında, penceresinin önünde âşık âşık düşünmeye sevk eden aynı Paimpol ne kadar da ıssızdı şimdi!
V
İKİNCİ BULUŞMA
Birbirlerini tekrar bir düğünde gördüler. Koluna giren Gaos’un oğlu ona eşlik etmek için görevlendirilmişti. En başında bu durum canını sıkacak sanmıştı, kendine tek kelime etmeyecek bir delikanlıyla dolaşacak, üstüne birde sokakta herkes sürekli kendilerine bakacaktı ve onları birlikte görecekti! Adamın vahşi havası kesinlikle onu ürkütüyordu.
Herkes anlaşılan saatte alanda toplanmışken Yann görünürlerde yoktu. Zaman geçmesine rağmen bir türlü gelmiyordu. Herkes onu daha fazla beklememek üzerine konuşmaya başlamıştı, tam o anda Gaud bir şeyin farkına vardı. Bu gece onun için bu denli süslenmişti. O dansa başka kiminle giderse gitsin yeterli gelmeyecekti, keyifsiz geçecekti.
Sonunda Yann oldukça kendinden emin, güzelce giyinmiş bir hâlde gelip gelinin anne babasından özür dilemişti. Ardından İngiltere Alderney açıklarında hiç beklenmeyen bir yerden büyük bir balık sürüsünün geleceğini duyurmuştu. Bundan dolayı Ploubazlanec’te ne kadar gemi varsa hızlıca hazırlıklara koyulmuştu. Kasaba hemen coşkuyla dolmuş, kadınlar