Bundan bir asır önce Vitri köyü ve arazisi Paris’in yanı başında bulunmakla beraber “sinyoriyal” bir malikâne idi. Fransa tarihinde “sinyoriyal” denilen mekânlar; baron, marki, kont, dük gibi unvanlara sahip olan büyük sinyorların malikâneleri olarak kullanılırdı. Buralarda yaşayan insanlar, bu mekânların namlarını kullanarak buraların gelirleriyle geçindikleri gibi Orta Çağ’a kadar bu malikânelerde yaşayan insanların sahip oldukları hukuki haklara da sahip idiler. Sonraları bunların sahip oldukları hükümran haklar, birçok fırsat ve münasebet üzerine yavaş yavaş onlardan alınarak Fransa kralları tarafından kullanılmıştır. Bu malikânelerde yaşayanlara ise sadece unvanlarını kullanma ve bazı gelirlerden faydalanabilme hakkı verilmiştir. Sonraki tarihlerde ise bütün gelirler kralların hazinelerine konulmuştur. Malikânelerde yaşayanlara ise sadece belli miktarda maaş bağlanmıştır.
Nihayet Fransız İhtilali’nin oluşturduğu büyük karışıklıktan sonra onların unvanları da ellerinden alınmıştır. “Mesail-i Muğlaka” namıyla bundan evvel kaleme almış olduğum romanda bu mesele hakkında daha geniş bilgi vardır.
Ancak Avrupa tarihinin derebeylik dönemine dair bu bilgiler hakkında ne buradaki açıklamalar ne de “Mesail-i Muğlaka” romanında verdiğim bilgiler yeterli gelir. Merak edenler, bunu tafsilatlı tarih kitaplarından araştırırlarsa elim ve komik nice romanlara zemin olabilecek binlerce olay görerek hem faydalanmış hem de ders almış olurlar.
İleride görüleceği üzere şu defterde bir araya getirdiğim olaylar her ne kadar Fransa’nın “Büyük Karışıklık” devrinin tarihini teşkil eden süreçte ve “Directoire”1 döneminde cereyan ediyorsa da besbelli o zamanlar malikânelerin gelirleri orada yaşayan insanlar tarafından toplanıyormuş ki bu Vitri Malikânesi’nin o zamanki maliyesinin ve mülkiyesinin ehemmiyet derecesi “Senede elli bin frank getirir.” diye tayin olunmuştur. İleriye doğru hikâye edeceğim müthiş olaydan sonra da görüleceği gibi, bir aralık bu Vitri Malikânesi, Paris’te polis müdürlüğü yapan Mösyö Dubois tarafından satın alınmış ve uzun süre onun elinde kalmıştır. Yüz senelik gelirlerine mukabil satın alınmışsa da asıl bedeli beş milyon civarındadır.
Hikâyemizin geçtiği zamanlarda bu malikânenin sahibi Du Petit Val namında bir sarraf imiş ki haddizatında pek zengin bir adam olup, “agio” yani faiz üzerine sarraflık yaparmış. Paris şehri içinde daimî ikametgâhı Voltaire Rıhtımı üzerinde bulunan, büyük ve mükellef bir konak olup fakat Vitri Malikânesi de Paris’in yanı başında bulunduğundan ve gayet ferah, ihtişamlı ve sonradan yapılan yenilemeler ve genişletmeler üzerine bugün dahi mamur ve meşhur olduğundan ve bir de şatosu bulunduğundan Mösyö Du Petit Val, sık sık Vitri Malikânesi’ne gider ve orada istediği gibi hoş hâl ile vakit geçirirmiş. İşte romanın bu kısmına başlık olarak konulan “Vitri Cinayeti” bu malikânenin şatosunda meydana gelmiştir ki daha önceden de belirttiğimiz gibi bu köy, zaten birçok olayla büyük bir şöhret kazanmışken bu cinayetin meydana gelmesi o şöhreti bir kat daha arttırmıştır.
Mösyö Du Petit Val, miladi 1796 Nisan’ının yirminci gecesinde, kayınvalidesi, iki hemşiresi ve beş hizmetkârından ibaret olan hane halkıyla bu şatoda ikamet ediyormuş. Zaten Paris civarının bahar mevsimi, Avrupa’nın diğer büyük şehirlerine nasip olmayacak derecede güzel ve şirin olurmuş.
Bilhassa Seine Nehri’nin vadisi, iki sahilin köşkleri ve bunların cennet misali bahçeleri ile bahar mevsiminde o kadar güzel olur ki şimdilerde bile İngiltere’den birçok zengin ve kibar ailenin bu gönül açan mevsimi o vadide geçirmelerini sağlamıştır. Bu güzellik, eskiden beri, savaşın olmadığı senelerde ve barışın sağlandığı dönemlerde, çok külfetli olan seyahatleri de göze aldırtarak, Paris’i görme arzusunda bulunan zengin ve kibar İngiliz ailelerini, hep bu mevsimde Seine Vadisi’ne yönlendirirmiş.
İncelemelerden anlaşıldığına göre Mösyö Du Petit Val, o dönemde bekâr imiş. İşin içinde yedi sekiz yaşında bir de çocuk varsa da Mösyö Du Petit Val’in kendi çocuğu mudur, kız kardeşlerinden birisinin midir, yoksa uşaklara mı aittir, bu konuyu tayin edecek bir kayda rastlayamadım. Vitri Şatosu gayet geniş bir parkın, yani güzel bir ormanın ortasında, müstakil bir hâlde bulunması nedeniyle içinde geçen olaylardan haricen haberdar olmak mümkün değilmiş. Fakat zikrolunan Nisan ayının yirminci gününü yirmi birinci güne bağlayan bahar gecesinin sonunda, yani yirmi birinci günde şato halkının bilinen saatinde ve sonrasında dışarıya çıkmamaları ve içeriden bir varlık belirtisi göstermemeleri nedeniyle şato dışındaki halkı bir merak sarmış. Kapıya, pencerelere yaklaşarak seslendikleri hâlde hiçbir cevap alamayınca hükûmete müracaat etmişler ve polis gelmiş.
Onun da verdiği seslere cevap alınamayınca kanun gereği şatonun kapısı kırılarak içeriye girilmeye mecbur olunmuş.
İçeriye girildiği zaman gerek polis memurlarının ve gerekse halkın gösterdiği hayret kim bilir ne dereceye varmıştır! Zira en evvel kapıcının odasına girilince biçare kapıcıyı yatağının içinde boğazlanmış buldukları gibi diğer dört hizmetkârın da tamamını yataklarının içinde koyun gibi boğazlanmış olarak bulmuşlar. Oradan hemen Mösyö Du Petit Val’in odasına koştuklarında onu da aynen yatağında boğazlanmış, kanı yatağın içinde göllenmiş hâlde buldukları gibi kayınvalidesini ve iki hemşiresini de hep bu hâlde görmüşler.
Kaynaklarımızın yedi sekiz yaşında diye nitelendirdikleri bir çocuk dışında dokuz kişilik hane halkının tamamı birer birer yatakları içinde koyun gibi boğazlanmışlar. Sadece o çocuk, eceli gelmediğinden, mucize gibi bir surette bu insan kasaplarının fiil ve zulümlerinden korunmuş. Evet! Mucize gibi bir surette!.. Zira uşaklara varıncaya kadar hane içindeki halkın tamamını boğazlayıp öldüren melunların maksatları elbette yalnız Mösyö Du Petit Val aleyhinde tertiplenmiş olan bu cinayeti işledikten sonra onun hakkında tahkikat ve inceleme yapmak için hiçbir imkân bırakmamak olacağı daha ilk bakışta polis tarafından anlaşılıp hükmedilmiş. Hatta Mösyö Du Petit Val’den önce uşakların katledilerek sonra o biçarenin üzerine hücum edildiği bile zannolunmuş.
Zira bu ihtişamlı ikametgâhın iç düzeni gereği, elbette malum olduğu üzere içeri giren caniler doğrudan doğruya Du Petit Val’in üzerine hücum ederlerse meydana gelecek gürültüden patırtıdan ve yakılacak vakitsiz ışıktan filandan, uşakların evde bir şeylerin olduğunu fark edeceklerini öngörerek kati olarak karar verdikleri cinayetlerine şahit olabilmeleri ihtimal dâhilinde olan bu zavallıları her şeyden önce aradan çıkarmaya lüzum görmüşler.
Böyle zengin bir adamın bütün ailesiyle beraber feci bir şekilde öldürülüp ortadan kaldırılması hırsızlık maksadından başka nasıl yorumlanabilir öyle değil mi? Gerçi kapıyı kırıp da şatoya girenler bu feci görüntü karşısında böyle bir hükme varmışlarsa da daha ilk incelemede bu zan ve yanlış düşüncenin hakikatsiz olduğuna hükmetmekte gecikmemişler.
Zamanın en zenginlerinden olan bu zatın Voltaire Rıhtımı üzerindeki konağı gibi bu köşkü de bir prensin kalacağı şekilde döşenmiş olup, her odasında, her tarafında güzel ev eşyalarından başka güzel sanatlara ait gayet pahalı şeyler mevcut olduğu ve özellikle yemek odası ve kiler dolapları altın ve gümüş kaplarla dolu bulunduğu hâlde bunların hiçbirisine el sürülmemiştir. Şato içerisinde bulunabilecek madenî paralar ve mücevherlerin, gerek Du Petit Val’in, gerek kayınvalide ve kız kardeşlerin hususi sandık ve çekmecelerinde bulunacağı elbette katillerin malumları olması lazım geldiği ve ev halkını bütünüyle öldürdükten sonra her tarafı istedikleri gibi arayıp tarayıp soymakta hiçbir mânileri kalmadığı hâlde bunların hiçbirisine el sürmemişler.
Demek oluyor ki bu müthiş insan kasaplığı, yalnız