Александр Дюма

Monte Kristo Kontu


Скачать книгу

denizin dibinden fırlamış hissini veren huni biçimindeki kayalık ada tamamıyla boştu.

      Faria’nın tahmin ettiği gibi el ve ayağındaki felç geçmedi ve Faria, kendisinin hazineye ulaşabilmesi ümidini hemen hemen kaybetti. Fakat genç arkadaşı için kaçış planları düşünmekten vazgeçmedi. Elindeki kâğıdın kaybolması ihtimaline karşı orada yazılı olanları kelimesi kelimesine Dantés’ye ezberletti.

      O sıralarda bir gece Dantés çağrılıyormuş gibi bir hisle uyandı. Gözlerini açarak kendini karanlığa alıştırmaya çalıştı. Kulağına adını söylemeye çalışan hafif bir ses geldi. Yataktan fırlayarak dinledi. Ses, Faria’nın hücresinden geliyordu.

      Dantés, “Tanrı’m yoksa…” diye mırıldanarak yatağını beriye çekti. Hemen yer altı geçidine girip geçidin öbür başına ulaştı. Ağızdaki döşeme taşı kaldırılmıştı. Dantés, daha önce bahsini ettiğimiz lambanın ışığında, yüzü ölü gibi sararmış ve ilkinde kendisini müthiş korkutmuş olan o dehşetli belirtilerle gerilmiş ihtiyar adamı gördü.

      Faria her şeyi kabullenmiş olarak “Anlıyorsun değil mi dostum?” dedi. “Sana açıklama yapmaya lüzum yok. Bundan sonra yalnız kendini düşün. Mahkûmluğunu tahammül edilebilir bir hâle sok. Kaçma imkânlarını zorlamaya gayret et. Artık bundan sonra sana bağlı olarak bütün hareketlerini köstekleyen yarı ölü bir vücut yok. Tanrı nihayet senin için iyi bir şey yapıyor. Benim ölüm saatim geldi.”

      Dantés ellerini birleştirerek “Dostum dostum!..” diye inledi.

      Sonra biraz cesaretini toplayarak “Sizi bir defa kurtarmıştım, yine kurtaracağım.” dedi. Yatağın ayağını kaldırarak üçte biri hâlâ o kırmızı sıvı ile dolu olan küçük şişeyi çıkardı.

      Faria başını salladı.

      “Artık ümit yok. Ama istersen bir defa daha dene. Her yanım buz gibi. Kanın beynime hücum ettiğini ve o korkunç titremenin bütün bedenimi sarsmaya başladığını hissediyorum. Beş dakika sonra kriz başlayacak, on beş dakika sonra da benden sadece bir ceset kalacak.”

      Dantés’nin kalbi parça parça oluyordu. Faria devam etti:

      “Daha önce yaptığın gibi yap. Fakat bu sefer o kadar bekleme.

      Ağzıma on iki damla akıttıktan sonra kendime gelmediğimi görürsen geri kalanı da boşalt. Şimdi beni yatağıma götür. Ayağa kalkamıyorum.”

      Dantés yaşlı adamı kaldırarak yatağına yatırdı.

      Faria, “Dostum.” dedi. “Tanrı’nın bana biraz geç gönderdiği -fakat her şeye rağmen yine de gönderdiği-zavallı hayatımın tek tesellisinden sonsuza kadar ayrılmak üzere olduğum şu anda sana, layık olduğun bütün mutluluk ve refaha kavuşmanı dilerim. Tanrı yardımcın olsun oğlum!”

      Dantés diz çökerek başını yatağa dayadı.

      Yaşlı adam şiddetle sarsıldı. Titreyen eliyle Dantés’nin elini tutarak “Hoşça kal!” dedi. “Hoşça kal!..”

      Kriz korkunç oldu. Az önceki insandan sadece çarpılmış uzuvlar, şişmiş göz kapakları, kanlı bir köpük ve hareketsiz bir beden kaldı. Vaktin geldiğine hükmeden Dantés bıçakla Faria’nın kenetlenmiş dişlerini araladı ve sıvıdan on iki damla ağzına akıttı. On dakika, on beş dakika, yarım saat geçti. Faria’da hiçbir hareket yoktu. Alnı soğuk bir ter tabakası ile örtülmüş olarak titreyen Dantés son çareye başvurma vaktinin geldiğine kanaat getirerek şişedeki geri kalan sıvıyı da Faria’nın ağzına boşalttı.

      İlaç, galvanik bir etki yaptı. Yaşlı adamın her uzvu sarsılmaya başladı. Gözleri açıldı. Ağzından, feryadı andıran bir ses çıktı. Titreyen bedeni ağır ağır tekrar katılaştı. Kalbinin son çarpıntıları dindi. Yüzü morardı. Açık kalan gözlerindeki ışık tamamıyla söndü.

      Sabahın altısı idi. Günün ilk ışıkları, cesedin yüzünde, zaman zaman sanki o yüzde hayat varmış gibi büyülü akisler yaparak hücreye girdi. Gece ile gündüz arasındaki mücadele devam ettiği müddetçe Dantés durumdan şüphe etti. Fakat gün iyice ışıyınca bir cesetle baş başa olduğunu anladı. Müthiş bir korkuya kapıldı. Ne yatağın kenarından sarkan ele bir defa daha dokunmaya ne de kapatmak için birçok defa uğraştığı hâlde her seferinde tekrar açılan ve boş boş bakan gözlere bakabildi. Lambayı söndürerek dikkatle sakladı. Döşeme taşını mümkün olduğu kadar iyi yerleştirmeye çalışarak geçitte kayboldu.

      Dantés hücresine tam zamanında dönmüştü. Çünkü zindancı geliyordu. Bu sefer Dantés’nin hücresinden başlamıştı. Zavallı dostunun hücresinde neler olacağını anlayabilmek için kıvranan Dantés, zindancı gider gitmez yer altı geçidine girdi.

      Zindancı, diğer zindancıları da yardıma çağırdı. Hepsi geldiler. Daha sonra ağır, ölçülü adımlarla askerler, en son da hapishane müdürü geldi.

      Dantés, ölü adamı kaldırmak istedikleri zaman yatağın gıcırdadığını duydu. Müdür, Faria’nın yüzüne su serpilmesini emretti. Bunun bir netice vermediğini görünce doktoru çağırttı. Sonra da hücreden çıktı. Dantés’nin kulağına, kaba ve kahkahalarla söylenen karışık sözler geldi.

      Bir ses, “İhtiyar deli hazineyi bulmaya gitti.” dedi. “Haydi uğurlar olsun!”

      “Milyonlarına rağmen bir kefen parası yoktu.”

      “İf Kalesi’nin kefenleri pahalı değildir yahu!”

      “Bu, papaz olduğu için belki biraz fazla masraf ederler.”

      “Doğru. Cenaze daha şerefli kalksın diye belki çuvala koyarlar.”

      Dantés her söyleneni dikkatle dinledi fakat yine pek bir şey anlamadı. Az sonra sesler kesildi. Hücrede kimse kalmamış gibiydi. Gelgelelim Dantés hücreye girmekten korkuyordu. Cesedi beklemek üzere bir zindancıyı hücrede bırakmış olabilirlerdi.

      Aradan bir yahut bir saatten fazla bir zaman geçmişti ki gittikçe kuvvetlenen sesler duyuldu. Peşinde doktor ve hapishanenin başka yetkilileri olduğu hâlde müdür geldi.

      Kısa bir sessizlik oldu. Herhâlde doktor cesedi muayene ediyordu. Doktor mahkûmun ölmüş olduğunu söyleyerek ölüm sebebini bildirdi.

      Müdür, “Sakın aklına uzmanlığından şüphe ettiğim gelmesin ama doktor bu gibi hâllerde böyle üstünkörü bir muayene ile yetinemeyiz. Kanun ne emrediyorsa onu yerine getirin.” dedi.

      Doktor, “Pekâlâ.” dedi. “Isıtın demirleri.”

      Bu emir, Dantés’yi ürpertti. Telaşlı ayak sesleri ve açılan bir kapının gürültüsünü duydu. Bir müddet sonra hücreye bir zindancı girdi. Dantés’nin hücrede olup bitenleri dinlediği duvardan mide bulandırıcı yanmış bir et kokusu yayıldı. Dantés, alnında ter damlacıkları belirdi ve bayılacağını sandı.

      Doktor, “Görüyorsunuz ya sahiden ölmüş.” dedi. “Topuktaki bu yanık kesinlikle bunu gösteriyor. Zavallı! Deliliğinden ve mahkûmiyetinden kurtuldu.” dedi.

      Dantés kumaş hışırtısı gibi bir ses duydu. Yatak gıcırdadı. Bir adamın sırtında yük varmış gibi ağır ayak sesleri duyuldu. Yatak, üstüne konan bir şeyin ağırlığıyla tekrar gıcırdadı.

      Adamlardan bir tanesi “Ayin yapılacak mı acaba?” diye sordu.

      Müdür, “Hayır.” dedi. “Hapishane papazı dün benden bir hafta izin istedi ve gitti. Eğer zavallı rahip ölmekte bu kadar acele etmeseydi gerekli dinî tören yapılırdı.”

      Doktor, kendi mesleğindekilerin dinsizliği ile “Zararı yok.” dedi. “Tanrı,